BEHDÎNAN- KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “Tecridi normalleştirmeye çalışıyorlar. Asla gevşeme olmamalı. Direnişi büyütmeye çağırıyoruz” dedi. Besê Hozat, “Türk devleti soykırım politikalarında ısrar ederse yıkılacak” diye belirtti.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Medya Haber TV’nin sorularını yanıtladı.
Devlet Bahçeli’nin söylemlerine rağmen tecridin sürdüğünü belirten Hozat, “Bu konuda pratik bir adım atmıyorlar. Tecrit olduğu biçimiyle devam ediyor ve giderek meşrulaştırma ve normalleştirme ortamı da yaratmaya çalışıyorlar. Bu da ciddi bir tehlikedir. Halkımız tecride karşı direnişini büyütmeli” dedi.
Besê Hozat, “Çözümün yolu da onurlu barışın yolu da direnişten geçer. Önder Apo’nun pozisyonunu güçlendirmek istiyorsak da bunun yolu direnişten geçer. Asla gevşememek lazım” diye konuştu.
Soykırım politikalarında ısrar etmesi halinde Türk devletini yıkım ve parçalanmanın beklediğini söyleyen Hozat, “PKK ile baş edemez” mesajını verdi.
Önder Apo’nun da belirtmiş olduğu gibi tecrit hâlâ devam ediyor. En son yapılan aile görüşünden sonra altı aylık bir disiplin cezası uygulandı. Bu tecride karşı Kürt halkı, dostları Önderliğin özgürlüğünü amaçlayan hamle kapsamında sürekli bir eylem halindeydi. Köln’de ve Batman’da büyük mitingler düzenlendi. Bu anlamda özgürlük hamlesi kapsamındaki gelişmeleri nasıl değerlendirebilirsiniz?
Öncelikle partimizin 46. kuruluş yıl dönümünü başta Önderliğimize, halkımıza, halklarımıza, kadınlara ve tüm ilerici insanlara kutluyorum. Bu yıl da diğer yıllar gibi, hatta diğer yılları da çok çok aşan bir tarzda Kürdistan’da ve yurt dışında büyük bir coşkuyla çok görkemli bir biçimde kutlandı. Bu kutlamalara dostlarımız da katıldı. Gerçekten çok güçlü bir karşılama oldu 47. yıl dönümüne. Aslında bu yılki partinin kuruluş yıl dönümü, özgürlük hamlesine de güçlü bir katılımı ifade etti. Bu kutlamaları da hamle kapsamında değerlendirmemiz gerekiyor. Hamlede önemli bir aşamayı ifade etti, önemli bir düzeyi ifade etti. Ve şunun mesajını halkımız verdi; partinin 46. yıl dönümünde de mutlaka biz Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayacağız ve Kürt sorununun demokratik çözümünü mücadelemizle, direnişimizle gerçekleştireceğiz. Bu anlamda bir zafer mesajı verdi. Bunun iddiasını, inancını, kararlılığını ortaya koydu. Bu son derece önemliydi. Bu da hamlenin daha güçlü bu yıl açısından da yürütüleceğinin en iyi ifadesiydi. Güçlü bir ruhla bu hamle ikinci yılında da partinin 46. yıl dönümünde de karşılandı ve önemli bir düzey, katılımlar sağladı.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ydü. Bu günde de kadınlar meydanları doldurdu, sokakları doldurdu. Kürdistan’da, Türkiye’de, tüm dünyada ‘Jin jiyan azadî’ sloganları altında binlerce, on binlerce, yüz binlerce kadın yürüdü, milyonlarca kadın yürüdü. Bu son derece önemliydi. Özellikle Kürdistan’da da Kürt kadınlar Kürdistan’da bütün meydanları, sokakları doldurdu. Aynı zamanda işte kadın özgürlüğünün yolunun Önder Apo’nun özgürlüğünden geçeceği, Önder Apo’nun özgürlük felsefesi çok güçlü bir biçimde ‘Jin Jiyan Azadî’ sloganıyla ifadesini buldu. Bunu kadınlar her yerde haykırdı. Bunu da hamlenin bir devamı ve yükselişi olarak değerlendirmemiz lazım, bizim bu protestoları, kadına yönelik şiddete karşı protestoları. Önderlik felsefesinde, Önderlik çizgisinde, Jin Jiyan Azadî felsefesinde bütün kadınlar bir araya geldi. Büyük bir dayanışma, ortak, birleşik bir mücadele iradesini ve gücünü ortaya koydular. Özgür bir yaşamın, demokratik bir sistemin, özgür bir toplumun kadın mücadelesiyle, kadın özgürleşmesiyle mümkün olabileceğini çok güçlü bir biçimde ortaya koydular ve bunun da Önder Apo’nun özgürlüğüyle mümkün olabileceğini çok güçlü ifade ettiler. Bu anlamda elbette bunu da dediğim gibi hamleye katılım olarak değerlendirmek lazım. Önder Apo’nun kadın özgürlük mücadelesine sunduğu katkılar, verdiği mücadele, ortaya çıkardığı düzey artık tüm dünya tarafından görülüyor. Tüm dünya kadınları tarafından, toplum tarafından, insanlık tarafından görülüyor. Bu bir gerçektir. Bu anlamda kadının hamleye katılımı çok büyük önem taşıyor. Geçen yıl açısından Kürt Kadın Hareketi çok güçlü bir katılım sağladı. Özgürlük Hamlesine öncülük yaptı. Yine hamlenin küreselleşmesinde, evrenselleşmesinde çok ciddi bir rol oynadı. Özellikle jineoloji çalışmaları bu konuda etkili oldu. Dünya çapında birçok kadın şahsiyetin, aktivistin, kadın hareketinin bu hamleyle buluşmasını, bu hamleye katılmasını ve sahiplenmesini kendisiyle birlikte getirdi. Ben inanıyorum ki Önder Apo’nun geliştirdiği kadın özgürlük çizgisi, özgürlük felsefesi dünya kadınlarına daha fazla, daha iyi anlatılırsa daha güçlü buluşmalar yaşanacak ve ortak mücadele daha fazla büyüyecek. Önder Apo’nun özgürlüğünü sahiplenme kadınlar tarafından çok daha fazla evrenselleşecek, küreselleşecek ve özgürlük hamlesine bölgede de dünya çapında da kadın hareketleri, özgürlük, eşitlik mücadelesi veren bütün kadınlar katılacak ve öncülük yapacak. Çok önemlidir. Mücadelemizi bugüne getiren de Önder Apo’nun kadın özgürlük çizgisidir. Kadın öncülüğünde verilen mücadeledir. Bu son derece önemlidir. Bu yıl açısından da bunun çok güçlü bir biçimde sürmesi gerekiyor ve kadın özgürlük hareketinin hamlenin geliştirilmesinde, büyütülmesinde ve mutlaka sonuç almasında çok daha güçlü rol oynaması gerekiyor. Etkisini gördük. Bunun etkisi çok daha fazla olacak.
Yine ekoloji alanında çevre hareketleri açısından belli çalışmalar yürütüldü bu dönem açısından. Onun da önemli sonuçları oldu. Özellikle dünyaca bilinen iklim aktivistleri, çevre hareketlerine, ekolojik hareketlere çok ciddi katkı sunan, öncülük yapan çeşitli kesimler, kişiler bu hamleye katıldı, düşüncelerini ifade etti. Bu önemlidir yani Önder Apo’nun paradigmasında temel bir ayak da ekoloji boyutudur. Dünya gerçekten çok büyük bir iklim krizi yaşıyor, yıkım yaşıyor, ekolojik yıkım yaşıyor. Bu Kürdistan’da da böyledir, Türkiye’de de böyle fakat genel dünyada yaşanan bir durumdur. Bu anlamda büyük tehlikeler bekliyor gezegenimizi. Bu anlamda Önder Apo’nun ekolojik düşüncelerinin çevre hareketlerine, ekolojik hareketlere taşırılması, anlatılması, bunlarla sağlanacak buluşma, bu kesimlerin hamleye katılması çok büyük bir güç katacaktır özgürlük hamlesine. hamlenin evrenselleşmesinde çok büyük bir katkısı olacaktır, etkisi olacaktır. Bu yönlü de çok güçlü çalışmamız lazım. Yani hamlenin temel bir boyutudur. Bu konuda da işte ekoloji komiteleri, ekoloji inisiyatifleri, Önder Apo paradigmasında çalışma yürüten tüm kurum, yapı kişiler bu konuda da çok güçlü bir çalışma yürütebilmeli. Elbette dediğiniz gibi işte Batman mitingidir, Köln’de gerçekleştirilen yürüyüş ve sonrasında yapılan mitingdir. Çok önemli mesajlar verdi. Gerçekten güçlü geçti, görkemliydi. Halkımız bu anlamda tutumunu çok net bir biçimde ortaya koydu. Direniş duruşunu, bundan sonra nasıl yaklaşacağını, ne düzeyde, ne biçimde mücadele edeceğini çok iyi bir biçimde ortaya koydu. Bunlar önemlidir. Bu anlamda ben halkımızı selamlıyorum. Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında gelişen direnişi selamlıyorum, kutluyorum. Elbette bu yürüyüşlerin toplumsal direnişin, toplumsal mücadelenin hep ifade ettik, yine ifade ediyoruz. özellikle ikinci yıl açısından çok daha güçlü bir biçimde sürmesi gerekiyor. Hem Bakurê Kurdistan’da, Türkiye’de hem diğer parça Kürdistan’da ve ülke dışında hamlenin toplumsal ayağı çok önemli. Toplumsal ayağın diplomatik çalışmalara, siyasi çalışmalara da çok büyük bir etkisi oluyor. Bu önemlidir. Yine hukuki, ideolojik çalışmaların da çok güçlü bir biçimde elbette devam etmesi lazım. Tecrit devam ediyor zaten. İşkence sistemi İmralı’da devam ediyor. Bunu çok böyle ısrarlı bir biçimde Faşist soykırımcı Türk devleti de sürdürüyor. Uluslararası sistem de buna göz yumuyor ve bunun ortağı durumundadır. Bu anlamda bir değişiklik söz konusu değil. Yani İmralı üzerinde yürütülen işkence soykırım politikalarında herhangi bir değişiklik söz konusu değil ve mevcut İmralı’daki işkence tecrit sistemi olduğu biçimiyle mutlak tecrit devam ediyor ve hatta yani şöyle de bir durum var, faşist Bahçeli’nin bu son 1-2 aydır yaptığı çeşitli açıklamalar, konuşmalarla aslında çok böyle ince tarzda tecridi meşrulaştırmaya, normalleştirmeye dönük bir özel savaş politikası da söz konusudur. Aslında bu tür açıklamaları biraz böyle de görmek lazım.
Mesela Bahçeli’nin yaptığı açıklamalar var. Bu açıklamalardan yola çıkarak belki şu söylenebilir, çeşitli çevreler bunu ifade ediyor, evet, verilen mücadeleye direnişi kıramadılar, hareketi tasfiye edemediler, Kürt halkını teslim alamadılar. Bu bir gerçektir. Hareket de ayakta halkımız da ayaktadır. Bu mücadele tüm gücüyle devam ediyor. Gelinen noktada böyle bazı söylem değişikliklerine gitmek zorunda kaldılar. Bu anlamda yani söylemsel olarak Devlet Bahçeli üç şeyi söylemde kabul etmiş durumdadır. Bir, Kürt varlığını söylemde kabul ediyor. Kürt halkı var diyor, Kürtler var diyor. Bu bir ilktir, bu bir gerçek. İkinci bir şey, söylemde işte bu devletin, derin devlet dediğimiz yapının temsilcisi faşist Bahçeli. Önder Apo’yu Kürt sorununun çözümünde muhatap olarak gösteriyor. Dolayısıyla Kürt halkının lideri olarak, önderi olarak kabul ediyor. Muhatabı olarak kabul ediyor. Söylemde bunu da kabul etti. Bu da bir gerçek. Bunu birçok çevre de görüyor ve değerlendiriyor. Evet, mücadele bunu da söylettirdi derin devletin temsilcisine, soykırımcı faşist Türk devletini bugün çok açık bir biçimde temsil eden gücüne bunu da söylettirdi. Üçüncü bir şey olarak da yine faşist Bahçeli tecridi de kabul etti. İmralı’da 26 yıldır tecrit ve işkence sisteminin sürdüğünü, böyle bir sistemi kurduklarını ve bu sistemi kesintisiz bir biçimde 26 yıldır işkence ve tecrit sistemini bir politika olarak, soykırım politikasının bir parçası ve merkezi olarak uyguladıklarını açık bir biçimde kabul etti. Bunu da kabul etti. Bu da doğrudur. Fakat bütün bunları yaparken yani Kürdün varlığını, özgürlüğünü, haklarını, hukukunu kabul etmiş değildir. Önder Apo’yu Kürt sorununun çözümünde evet muhatap olarak gösteriyor fakat Önder Apo’yla oturup Önder Apo’yla Kürt sorununu demokratik çözme temelinde bir plan, proje ve politikanın olduğunu ne ifade ettiler ne de böyle bir şey zaten var. Dolayısıyla söylemde bazı şeyler ifade edildi fakat pratikte yaşanan durumlar tamamen soykırım politikalarının çok şiddetli bir biçimde daha da derinleştirilerek, kapsamlaşarak sürdürülmesi biçimindedir. Dolayısıyla biz bu söylemleri bu anlamda nereye oturtabiliriz? Evet, küresel özgürlük hamlesi, halkımızın direnişi, dostlarımızla birlikte verilen mücadele ve direniş, gerillanın görkemli direnişi, fedai çizgisinde geliştirdiği direniş özellikle son 4-5 yıldır gerçekten çok mükemmel, müthiş, muazzam bir direniş ortaya koydu. Bütün bu mücadele ve direniş böyle bir söylem değişikliğini ortaya çıkardı. Çünkü tüm soykırım saldırılarına rağmen, topyekûn soykırım saldırılarına rağmen hareketi tasfiye edemediler. Kürt halkının iradesini kıramadılar, teslim alamadılar. Dolayısıyla bölgede de gelişen gelişmeler, hareketin de tüm bu gelişmeler içerisinde temel bir dinamik güç olarak tüm gücüyle orta yerde durması ve mücadelesini sürdürmesi, bundan duydukları korku böyle bir söylem değişikliğini getirdi. Söylemde bütün bunları kabul etti ama gerçekte, özde, niyette, pratikte, zihniyette, politikada kabul etmiş değiller. Dolayısıyla bütün bu söylemleri de aslında biraz böyle Kürt halkını aldatma, kandırma, oyalama, bununla gevşeme yaratma, parçalama yaratma ve esas olarak da bütün bunlar üzerinden de önündeki engelleri ortadan kaldırma ya da böyle dağıtma, parçalama ve özünde de soykırım politikalarını esas olarak da sonuca götürme temelinde geliştirilen söylemlerdir. Bir de elbette bu tarzda da aslında tecridi de meşrulaştırmak istiyorlar. Yani bir taraftan böyle iktidar da muhalefet de herkes de tecrit olduğunu söylüyor ama diğer taraftan da tecridi kaldırmıyor. Tecridin kalkmasına, kaldırılmasına ilişkin herhangi bir yasa değişikliği yapmıyor. Bu konuda pratik bir adım atmıyor. Olduğu biçimiyle devam ediyor ve giderek bu konuda da aslında böyle meşrulaştırma ve normalleştirme ortamı da yaratmaya çalışıyorlar. Bu da ciddi bir tehlikedir. Yani bunu da görmek lazım. Aslında mevcut tecrit durumuna alıştırmaya çalışıyorlar toplumu, demokratik muhalefeti, birçok çevreyi, demokratik kamuoyunu. Böyle çok sinsi bir özel savaş oyunu da var. Bu anlamda bu söylemleri aslında geliştirdikleri soykırım planlarını sonuca götürme temelinde yürüttükleri politikanın bir parçası olarak, bir özel savaş oyunu olarak görmek ve değerlendirmek gerekiyor. Bununla normalleştiren bir yaklaşım içerisine girmeye çalışıyorlar. Herkesi alıştırmaya çalışıyorlar. Bu tuzağı görmek lazım, bu oyunu görmek lazım. Bu anlamda şunu bilecek halkımız, bilmeliyiz; tecrit işkence sistemi devam ediyor. Bu konuda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Dolayısıyla küresel özgürlük hamlesini her yerde bizim en güçlü bir biçimde sürdürmemiz gerekiyor. Geçen yılı çok çok aşan bir düzeyde küresel özgürlük hamlesini toplumsal direniş boyutuyla, hukuki mücadele boyutuyla, ideolojik, siyasi, diplomatik çalışmalar ve mücadele boyutuyla en güçlü bir biçimde sürdürmemiz ve mutlaka sonuç almamız gerekiyor. Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarını, özgür yaşam ve çalışma koşullarını sağlamamız, Kürt sorununun demokratik çözümünü de ciddi anlamda gündeme koyup bu konuda bunun ortamını ve zemini oluşturmamız gerekiyor. Bu da mücadeleyle ve direnişle olur. Dolayısıyla küresel özgürlük hamlesini başarıya götürmekle, sonuca götürmekle sağlanır. Bu temelde ben herkesi küresel özgürlük hamlesini başarıya, zafere götürme temelinde mücadeleyi büyütmeye ve yükseltmeye çağırıyorum.
‘TÜRK DEVLETİ ÇOK ZORDA, YENİ OYUN KURMAYA ÇALIŞIYOR’
Siz de değindiniz. Aslında Türk devletinin maskelerini düşüren bir diğer nokta ise kendilerince 1 Ekim’den sonra başlattıkları bir gündem var. Sözde çözüm ama pratikte tasfiyeyi amaçlayan, devam eden bu süreçte DEM Parti ve CHP’nin belediyeleri gasp edildi. İktidar sözcülerinin açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla bu işgaller devam da edecek. Bu uygulamalar ne anlama geliyor? Halkın buna karşı tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda Türkiye’deki gündemi gerçekten çok iyi anlamak, kavramak gerekiyor. 2014 yılı Ekim’inde soykırımcı Türk devletinin MGK’de, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında aldığı bir karar var. Çöktürme Eylem Planı. Çöktürme Eylem Planı, Şark Islahat Planı’nın güncellenmesiydi. Topyekûn soykırım politikalarının çok daha derinlikli ve kapsamlı bir biçimde sürdürülmesi ve mutlaka sonuç alma temelinde her yerde topyekûn bir savaşı sürdürmekti. Bunu amaçlıyordu. Şimdi 2014 Ekim’den bu yana işte Önderlikle görüşmeler kesildikten sonra 5 Nisan 2015’te bu plan devreye konuldu. Gerillaya karşı imha saldırıları başladı. Halka karşı topyekûn bir soykırım saldırısı geliştirildi. Fiziki, kültürel, ekolojik, ekonomik; her yerde korkunç bir saldırı geliştirildi. Bu saldırılar sadece Bakurê Kürdistan’la sınırlı kalmadı elbette. Bunun temel bir ayağı da Rojava’ydı. Kesintisiz bir biçimde Rojava’ya saldırılar sürdü. İşte Bakurê Kürdistan’da ilhak, işgal saldırıları ilerleyen yıllarda zaten 2019’da fiili olarak devreye girdi. Bu topyekûn soykırım saldırıları tüm şiddetiyle devam etti fakat gelinen aşamada bunlardan bir sonuç alınamadı. Yani bu saldırılarla PKK’nin imhası, tasfiyesi amaçlandı. Soykırım politikalarının da sonuca götürülmesi amaçlandı. Bundan herhangi bir sonuç alamadılar. Gerçekten hareket çok güçlü bir direniş geliştirdi. Gerilla direndi, hiçbir mevzi kaybetmedi. Her türlü saldırıya karşı muazzam bir direniş sergiledi. Elbette şehadetler oldu, ağır kayıplar da yaşandı. Fakat fedai çizgide gerilla direnişi sürdü. Hareket gücünü korudu, ayakta kaldı. Halka karşı kapsamlı saldırılar geliştirdiler. Halkın iradesini kıramadılar. Halk direndi. Bu direniş bugüne kadar da çok güçlü bir biçimde devam ediyor. Demokratik siyasete saldırdılar. Siyasi soykırım operasyonları adı altında on binlerce insanı zindanlara doldurdular. İşkencelerden geçirdiler. Hasta tutsaklar içeride katledildi. Çok korkunç işkenceler yaptılar. Bundan da bir sonuç alamadılar. Halk direndi, direnişini sürdürüyor. Rojava’ya soykırım saldırıları yaptılar, işgal yaptılar, bazı yerleri ilhak ettiler. Halk direndi, direnişten geri adım atmadı. Devrimci halk savaşı ruhuyla büyük bir direniş geliştirildi. Bundan da bir sonuç alamadılar. Önder Apo üzerinde işkence, tecrit, soykırım politikalarını, saldırılarını yürüttüler. Önder Apo’nun da iradesini kırmaya çalıştılar. Korkunç bir baskı ve şiddet, özel savaş İmralı üzerinde de yürütüldü. Zaten soykırım politikalarının merkeziydi İmralı. Bundan da bir sonuç alamadılar. Önder Apo çok güçlü bir direniş tutumu ortaya koydu ve bunu geliştirdi. Zaten bütün direniş de bu eksende gelişti. Bundan sonuç alamadılar. Gelinen akşamada 3. Dünya Savaşı bölgede yeni durumlar ortaya çıkardı. Bölgede dengeler değişiyor, haritalar değişiyor, sınırlar değişiyor. Yeni durumlar ortaya çıkıyor. İsrail’in güvenliği temelinde bölge yeniden dizayn ediliyor. Bu anlamda Türkiye iç ve dış siyasetinde çok ciddi bir çıkmazı yaşıyor. Siyaseti çökmüş, ekonomisi çökmüş, toplumsal çürüme had safhada, mevcut o bildiğimiz devlet tüm kurumlarıyla çökmüş durumdadır. Yani iflas etmiş bir devlet gerçeği söz konusudur. Dışarıdaki gelişmeler de böyle giderek Türkiye’yi ciddi anlamda zorluyor ve Türkiye giderek gerçekten savaşın da bir merkezi, daha fazla böyle savaşın yoğunlaştığı, derinleştiği bir coğrafya haline geliyor. Ve bütün bu Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde de bütün bu gelişmeler içerisinde de tabii hareketimiz de mücadele ediyor, direniyor ve her yerde de halkımız ayaktadır. Gerilla direniştedir, fedai çizgide mücadele ediyor.
Bütün bu gelişmeler elbette Türk devletini mevcut AKP-MHP faşist iktidarını çok ciddi bir paniğe, kaygıya sürükledi. Şimdi kendi iktidarından da büyük bir kaygı ve korku yaşıyorlar. Bu iktidar ne kadar ayakta kalabilir? Ne kadar varlığını sürdürebilir? Bunun kaygısını ve korkusunu çok büyük yaşıyorlar. Çünkü içeride de ekonomi çökmüş, toplum çürümüş, korkunç bir dağılma var, kutuplaşma var, şiddet toplumsallaşmış. Çökmüş bir ekonomi. Dışarıda işte politikada ciddi bir tıkanma. O denge politikasını da artık istediği gibi yürütemiyor. Bunda da ciddi bir tıkanma yaşıyor. Jeopolitik konumu zayıflıyor. Yani bütün bunlar böyle bu iktidarı büyük bir korku ve paniğe sürüklemiş durumda. Şimdi bu koşullarda, bu konjonktürde PKK’nin, Kürt halkının, halkların lehine yararlanmaması için ve bir sonuç ortaya çıkarmaması için kazanımlarını koruması ve büyütmemesi için şimdi böyle karşı bir oyun planı geliştirdiler. Bütün bunları ortadan kaldırmak için. Bu iktidar da varlığını sürdürmek ve kendisini ayakta tutmak için Kürt soykırım politikalarını yeni bir oyun planıyla devam ettirmek istiyor. Kürt soykırım politikalarından vazgeçme falan değil. Ortada öyle bir barış, çözüm süreci falan diye bir durum söz konusu değil. Ne öyle bir barışma durumu var, öyle bir niyetleri, bir zihniyetleri, bir politikaları var, ne de demokratik bir çözüm anlayışları ve zihniyetleri, politikaları var. Öyle bir durum yok. Tek yaptıkları şey bu zor süreçte yeni bir oyun planıyla bu soykırım politikalarını kesintiye uğratmadan herhangi bir engel önlerine çıkmadan olan engelleri de ortadan kaldırarak nasıl sonuca götürebiliriz çırpınışları içerisindedirler. Bütün yaşananların özeti budur. Bunu böyle görmek ve gerçekten anlamak gerekiyor.
Bu süreçte işte Ömer Öcalan’ın Önderlikle görüşmesi de bunun bir sonucuydu. Verilen mücadele ve onların içinde bulunduğu durum, kurdukları bir oyun var. Bu oyuna hizmet edecek, biraz Kürtleri, toplumu inandıracak, beklenti yaratacak bir şeylere ihtiyaçları vardı. Ömer Öcalan’ı görüştürdüler. Şimdi DEM Parti eşbaşkanlarının ya da DEM Parti’den bir heyetin görüşmesini gündeme koymuşlar. Yani bütün bunları da Kürt halkında daha fazla beklenti yaratma, umut yaratma, böyle çözüm ve barış tartışmaları etrafında Kürt halkını etkisizleştirme, mücadele gücünden, direniş gücünden düşürme, hep bir bekleme pozisyonda tutma, etkisiz, mücadelesiz bir pozisyonda tutma, bununla da yeni kurguladıkları soykırım politikalarını sonuca götürme hesabı ve çabası içerisindedirler. Bunu bilmemiz gerekiyor.
‘ASLA GEVŞEMEMEK GEREKİYOR, ÇÖZÜM VE ÖNDER APO’NUN POZİSYONUNU GÜÇLENDİRMEK DİRENİŞTEN GEÇER’
Çözüm niyeti olan, gerçekten onurlu barış niyeti olan bir devlet, bir iktidar bu kadar belediyelere işgal politikaları geliştirir mi? Belediyeleri gasp eder mi? İşte başladılar Mardin’de, Elîh’te, Halfeti’de, işte Dersim’de, Pulur’da, en son Miks’te… Daha da geliştirecekler. Belki böyle sözde hani Türkiye bir hukuk devletidir, algısı ve görüntüsü, imajı yaratmak için belki birkaç belediye böyle bırakabilirler, diğer belediyelerin hepsine kayyumlar atayacaklar, işgal edecekler, gasp edecekler. Bu kayyum politikaları da bu soykırım politikalarının bir parçasıdır. Eskiden de yaptılar. Bu üçüncü dönemdir. Önceden yaptıkları da soykırım politikalarının bir parçası, bir devamıydı. Şu anda yaptıkları da soykırım politikalarının bir parçası ve bir devamıdır ve bunu sürdürecekler. Bir belediye halkın evidir. Yani belediyenin de öyle çok fazla yetkileri yoktur. Yetkilerin hepsi Ankara’da merkezleşmiş durumdadır. Türk devleti bölgenin ve dünyanın en merkeziyetçi, en katı merkeziyetçi, en faşist devletidir, soykırımcı bir devlettir. Bütün yetkileri Ankara’da merkezleştirmiş, tek elde topluyor. Öyle belediyelerin de çok fazla aslında yetkileri falan yoktur. Buna rağmen mesela belediyelerin Kürtlerin elinde kalmasını kabul etmiyorlar. Şimdi belediyeleri kabul etmeyen, Kürtlerin belediyeleri yönetmesini kabul etmeyen bir devlet Kürt sorununu nasıl çözecek? Onurlu bir barışı nasıl sağlayacak? Kürtlerle nasıl barışacak? Bu mümkün müdür? Mümkün değil. Üç dönemdir çok yüksek oylarla belediye kazanan eşbaşkanları gözaltına alıyor, tutukluyor, ihraç ediyor, o belediyeleri işgal ediyor, el koyuyor. Halkın iradesini yok sayıyor. Gasp ediyor, hakaret ediyor. Seçme ve seçilme hakkını Kürdistan’da ortadan kaldırmış. Ve şu anda bu politikalar Türkiye geneline yayılmış. İşte Esenyurt’ta geliştirecekler yani. Diğer belediyeler Ankara’dır, İstanbul’dur, adım adım. Kürtleri sindirdikten sonra, demokratik siyaseti ezdikten, etkisiz kıldıktan sonra diğer muhalefeti de ezmeyi ikinci bir şey olarak, plan olarak devreye koyacaklar. Bu çok açık. Şimdi yani Kürdistan’da belediyelere dönük bu politikaları bir soykırım politikaları olarak görmek gerekiyor. Sömürgeci, soykırımcı bir hukuk işliyor. Şimdi çözüm, barış tartışmaları yürütülüyor. Çözüm tartışılırsa o zaman Türkiye’de demokratik, çoğulcu, özgürlükçü bir anayasanın yapılması lazım. Anayasada Kürtlerin varlığı, kimliği tanınmalı. Kürtler ana dilinde eğitim görmeli. Ana dilinde eğitimi, kültürünü özgürce geliştirebilmeli, yaşayabilmeli, siyasi hakları verilmeli, kendi kendini yönetebilmeli, öz yönetimi olmalı, Kürtlerin varlığı, kimliği tanınmalı. Bir çözüm, barış tartışmaları yürütülüyorsa bunların tartışılması lazım. Şimdi söylemde barış, çözüm diye bir tartışma açılmış, bir özel savaş gündemidir. Ortada da büyük bir soykırım savaşı var, soykırım saldırıları var, gasp var, işgal var, işkence var, şiddet var. Kesinlikle yani şu anda Bakur’da ve Türkiye’de geliştirilen bütün bu gündemi soykırım politikalarını sonuca götürmek için yeniden kurgulanan bir özel savaş oyunu olarak değerlendirmek gerekiyor. Devlet Bahçeli’nin bütün söylemlerini, Erdoğan’ın söylemlerini ve bu şürekanın tüm söylemlerini bu özel savaş oyununun, soykırım politikalarının bir parçası olarak değerlendirmek gerekiyor. Temel bir amaç şudur, kesinlikle tek amaç odur; Kürtleri mücadelesiz bırakma, etkisiz bırakma, beklentiye koyma, her türlü yönelim karşısında Kürtlerde beklenti yaratarak reflekssiz, direnişsiz, mücadelesiz bir Kürt gerçeğini sağlayabilme. Bunu amaçlıyorlar. O açıdan yani direnişin, toplumsal mücadelenin, siyasi mücadelenin her yerde çok güçlü bir biçimde sürmesi gerekiyor. Kayyumlar atandı, ilk birkaç gün tepki iyiydi. Gerçekten halkımız güçlü bir tepki de ortaya koydu. Fakat bu çok süreklileşmiyor. Temel bir nedeni de bu özel savaş politikalarının, özel savaş oyunlarının etkisidir. Yani biraz bu etkiliyor. Mesela bazı kesimler şeyi tartışıyor, işte Öcalan’la devlet görüşüyor, DEM Parti’yi de görüştürecekler, İmralı’da görüşmeler var, adeta müzakere var, pazarlıklar var. Devlet elini güçlendirmek için kayyum politikasını uyguluyor. O yüzden çok tepki gösterilmese de olur. Bu pazarlıkların bir gereğidir. Böyle de bir özel savaş yapılıyor ve bazı kesimler mesela böyle bir beklentiye de konuluyor. Gerçekten tepkisiz şey yapılıyor, tutuluyor. Bu tehlikeli bir şeydir. Bu konuda çok duyarlı olmak lazım, uyanık olmak lazım, bilinçli yaklaşmak lazım. Bu 100 yıllık Türk devletinin soykırım zihniyetinde, inkâr, imha zihniyetinde, politikalarında herhangi bir değişiklik yoktur. Aksine mevcut siyasi konjonktürde, 3. Dünya Savaşı’nın bu koşullarında yeni bir oyun planıyla, özel savaş planıyla bu politikaları sonuca götürme çabası var, arayışı var. Tüm bu söylem değişikliklerini bir özel savaş oyununun parçası olarak, biçimi olarak, şekli olarak değerlendirmek gerekiyor. O yüzden gevşememek gerekiyor, beklentiye girmemek gerekiyor, mücadele etmek gerekiyor. Yani çözümün yolu da onurlu barışın yolu da direnişten geçer, mücadeleden geçer, mücadeleyi büyütmekten, güçlendirmekten geçer. Önder Apo’nun pozisyonunu güçlendirmek istiyorsak da bunun yolu mücadeleden, direnişten geçer. Bunu bilmemiz gerekiyor. Mevcut gelişmeleri bu çerçevede görmek ve değerlendirmek lazım.
ORTA DOĞU’DAKİ SAVAŞLAR VE HALEP’E SALDIRI
Bölgede sıcak gelişmeler var. Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezi olan Orta Doğu’da, Lübnan ve Filistin’deki savaştan sonra Suriye’de de savaş şiddetlendi. Türk Devleti destekli HTŞ ve diğer çeteler Halep’e bir saldırı düzenledi. Ve ciddi bir direnişle karşılaşmadan kentin büyük bir kısmını ele geçirdi. İlerlemeye de devam ediyorlar. Burada birkaç soru öne çıkıyor. İlki şu, Suriye’deki son durum nedir? Ve bu saldırının arkasındaki asıl güç veya güçler kimlerdir?Yine bölgesel güçleriyle ABD ve Rusya’nın şimdiye kadarki tutumu… Son olarak Suriye’de ortaya çıkan bu durum karşısında Kürtler ve demokratik ulus perspektifi ile bir araya gelen bölge halkları ile savunma güçleri nasıl bir tutum sahibi olmalıdır?
Tabii şu anda Suriye’de büyük bir savaş var. Gerçekten şu anda 3. Dünya Savaşı’nın merkezi durumuna geldi Suriye. Halep’in işgaliyle başladı, şimdi yayıldı. Hama’yı da çeteler ele geçirdi. Humus’a, Şam’a doğru ilerleyeceklerini de söylüyorlar. Her yerde böyle büyük bir çatışma var, savaş var. Diğer taraftan da çeteler her yerde, sadece oralarda değil, Kuzey Doğu Suriye’de de şu anda Türkiye tarafından harekete geçiriliyor. Kuzey Doğu Suriye’ye, her alana saldırma temelinde şu anda Türk devleti bir plan yürütüyor. Çeteleri harekete geçirmiş durumdadır. Şunu bilmemiz lazım, 2011’den bu yana Türkiye, Suriye’deki bu savaşın temel aktörüdür. Suriye’de iç savaşın çıkmasında çok belirleyici bir rol oynadı. Bu kadar çete, on binlerce çetenin örgütlemesinde başı çekti. Türkiye’yi çetelerin merkezi karargah haline getirdi. Çeteleri burada eğitti, donattı, her türlü lojistik, cephane ihtiyacını sağladı, komutasını yaptı, savaştırdı. Yıllardır bunu yapıyor. DAİŞ’le de ittifak geliştirdi. DAİŞ’i Rojava’ya saldırttı, Kobanê’ye saldırttı. O savaşı da DAİŞ’le birlikte kendisi Türk generalleri koordine etti. Şu anda da bu savaşın koordinesini de Türk devleti, Türk ordusu üstlenmiş durumdadır. El-Nusra ile birlikte, milli ordu dedikleri, ÖSO dedikleri güçle birlikte şu anda Suriye’deki bu savaşın komuta kontrol merkezi Türk devletinin kendisidir, Türk ordusunun kendisidir. Türk generalleri bu savaşı koordine ediyor. Bunu bizim çok net ifade etmemiz gerekiyor. Halep savaşını koordine eden ve yürüten Türk generallerdir. Diğer yerleri de yani, El Nusra komutanlarıyla birlikte, ÖSO komutanlarıyla birlikte şu anda Türk generalleri bu savaşı yürütüyor. Bu daha anlaşılır oldu. Uzun zamandır, 4-5 yıldır Medya Savunma Alanlarında büyük bir imha savaşı yürütüyorlar. İşgal, ilhak savaşı yürütüyorlar. Bu savaşta geldiler, çakıldılar. Yani girdiği yerlerde de kilitlendiler. Bölgedeki gelişmeler de hızlandı. Şimdi Suriye’ye daha etkili müdahale etmek için kilidi kapattık diyerek yönünü şimdi Suriye’ye verdiler. Ve şu anda Suriye’de Türk devleti büyük bir savaş yürütüyor. Öyle el-Nusra savaşıyor, Türkiye’ye bağlı çeteleri savaşıyor dememek lazım. Suriye’de savaşan Türk ordusudur. Bunu böyle görmemiz gerekiyor. Çetelerin kendisi Türk ordusuna bağlı paramiliter güçlerdir. Kontra güçlerdir. Türk devletine bağlı bir koldur yani, milis koludur. Yani Suriye’de büyük bir yıkım yarattı ve şu anda bu yıkımı sürdürüyor. Birçok böyle dengenin dışında bırakıldı, denklemin dışında bırakıldı. Şimdi kendisini bu denkleme koymak için, tekrardan rol almak için böyle tüm gücüyle şu anda Suriye’de bir savaş yürütüyor. Kürt halkına karşı, Suriye halklarına karşı büyük bir soykırım savaşı, işgal-ilhak savaşı yürütüyor. İşte neo-Osmanlı politikaları tüm böyle çıplaklığıyla, tüm görünürlüğüyle şu anda pratikleşmiş durumdadır. Bunu böyle açık bir biçimde bizim görmemiz lazım. Zaten yıllardır çeteleri eğitiyor. İdlib Türk devletinin kontrolü altındaydı. O diğer işgal alanları Türk devletinin kontrolü altındaydı. Bu çeteleri hem İdlib’de eğitti, Türkiye’de eğitti, bir sürü kampı sürekli çeteleri devşirme yerleri haline getirdi. Eğitti, donattı ve şu anda da hepsini savaşa sürmüş durumdadır halklara karşı, Suriye halklarına karşı. Büyük bir soykırım savaşı şu anda yürütüyor ve bunu geliştirecek.
Diğer güçlerin bundaki şeyi nedir, onu da anlamak lazım. Şimdi 7 Ekim ile başlayan bir savaş var. Özellikle İsrail ile Hamas savaşı. Hamas ciddi bir zaten darbe aldı. Yani aslında ortada Gazze diye bir şey bırakmadı İsrail. Ardından Lübnan’a saldırdı. Hizbullah ile İsrail arasında büyük bir savaş yaşandı. En son işte ateşkes yapıldı. Belli ki çok ciddi darbeler Hizbullah’a vurdu. Hizbullah ciddi darbeler yedi. Fakat bir bütün yenilgiye uğratamadı, kıramadı. İsrail de ciddi zorlanmayı ve yıpranmayı yaşadı. Ateşkese gitmek zorunda kaldılar. Burada da daha çok İsrail’in de çıkarlarını esas alan bir temelde bir anlaşma yapıldı. Hizbullah, Lübnan’ın güneyinden çıkarıldı. İsrail’in istediği temelde şimdi orada bir statü, bir statüko, bir sistem inşa ediliyor, dizayn veriliyor bu alana. Anlaşılıyor ki Lübnan hükümeti de yönetimi de daha çok böyle İsrail’e uyumlu hale getirilecek. İsrail’e uygun, İsrail çıkarlarına uygun Lübnan yeniden dizayn edilecek. Hemen ardı sıra yani bu ateşkesten hemen sonra Suriye’de böyle bir saldırının Türk devletine bağlı çeteler eliyle Halep’te başlatılması ve giderek yayılması elbette tesadüf değil. Böyle çeşitli bilgiler vardı. Bu son süreçte Türk medyası da iktidar medyası da bunu tartışıyordu. Mesela bu saldırı başlamadan önce iktidar medyası El-Nusra-i HTŞ’yi biraz böyle hedefe almıştı. El-Nusra’nın İsrail, İngiltere, ABD tarafından İdlib’de eğitildiğini, donatıldığını, hazırlandığını yoğunca işliyordu, eleştiriyordu, hedefe koyuyordu. Şimdi anlaşılıyor ki aslında bütün bunları bilinçli yapıyormuş. Türk devleti ile El Nusra’nın ilişkisini, El Nusra ile Türk devletinin yaptığı planı deşifre etmemek için, üstünü örtmek için hedef şaşırtmak istemiş. Böyle bu gündemi çok bilinçli bir biçimde geliştirmiş. Fakat bu, gerçeği de tabii ortadan kaldırmıyor. Evet, El Nusra üzerinde ABD de İngiltere de İsrail de ciddi çalışıyor. Sadece El Nusra üzerinde değil diğer çeteler üzerinde de bu güçler de kendi çıkarları temelinde bu çeteleri elbette kullanmaya çalışıyorlar. O temelde de bir planı bu güçler de yürütüyor. Suriye’ye karşı da bu çeteleri kullanmak istiyorlar. Suriye halklarına karşı kullanmak istiyorlar. Böyle bir plan olduğu açık. O anlamda İsrail’in de açıklamaları olmuştu. Lübnan’dan sonra İran’ı hedef göstermişti. Her yerde İran güçlerini vuracağız, demişti. Suriye hedefimizdir, demişti. Suriye’ye çeşitli çağrılarda bulunmuştu. Çeşitli şartlar dayatmıştı Suriye’ye, gelmemesi durumunda çeşitli tehditlerde bulunmuştu. Şimdi bütün bunlar aynı sürece denk geldi. İşte Türk devletinin ‘ben kilidi kapatıyorum, artık şimdi asıl hedef Kuzey Doğu Suriye’dir’ demesi, İsrail’in ateşkesten sonra Suriye’yi hedef göstermesi, yaptığı açıklamalar, hemen sonrasında bu tür gelişmeler, gelişen bu savaş elbette ki tesadüf değil.
‘HER YERDE AYAĞA KALKMAYA VE DEVRİMCİ HALK SAVAŞINA ÇAĞIRIYORUZ’
Bir ihtimal şu olabilir. Türk devleti zaten yıllardır ilhak, işgal politikalarından vazgeçmiş değil. Kuzey Doğu Suriye’yi tamamen işgal ve ilhak etmek istiyor. Halep’i de içine alacak şekilde Misak-ı Milli planlarını gerçekleştirmek istiyor. Halkların, Kürtlerin soykırımı üzerinden. Bu planını açık bir biçimde söylüyor. Bunu gizli saklı da yapmıyor. Bundan da hiçbir biçimde vazgeçmedi. Fırsatını bulduğunda bu planını hayata geçirmeyi zaten hedefliyordu. Şimdi konjonktür onlar açısından buna uygun hale geldi. Amerika seçimlerinin olduğu bir ara süreçtir. İsrail’in Hizbullah savaşı, yapılan ateşkes, İsrail’in Suriye-İran ve bölgedeki planları, Amerika’nın, İngiltere’nin, uluslararası hegemonik güçlerin İsrail’le birlikte yürüttükleri plan, bütün bunlar Türk devleti tarafından da değerlendiriliyor. Bu konjonktürü kendi çıkarlarına göre nasıl değerlendirebilirler? Fırsatları nasıl zamanında değerlendirebilirler? Bunun hesabını kitabını yapıyorlar, planını yapıyorlar. Şimdi bu süreçte de elbette görüşmeler oldu. Hakan Fidan’ın, Erdoğan’ın Amerika’yla, Rusya’yla, İngiltere’yle yani yoğun bir diplomasi trafiği de vardı bölge güçleriyle. Uzun zamandır bu yapılıyor ve son süreçte bunlar geliştirildi. Şimdi bu temelde bütün bunları bir araya getirdiğimizde şöyle bir şey var… Amerika, İngiltere ve İsrail’in Suriye’ye dönük zaten bir planı vardı. Yani Suriye devleti ya bir bütün onların eksenine girecek, bu konuda anlaşacaklardı, uzlaşacaklardı. Bunu kabul etmemesi durumunda da böyle şiddetli bir müdahale planları söz konusuydu. Açıklamalarından, çağrılarından rejime dönük bunu anlamak mümkün. Bu açıktı. Bunu nasıl geliştirebilirlerdi? Elbette uzun zamandır zaten İsrail Suriye’de Hizbullah hedeflerini vuruyor, rejimi yoğun vuruyor, rejim güçlerini. Son aylarda bunu yoğunlaştırdı. Gerçekten Suriye’de de Hizbullah ciddi darbe yedi, zayıfladı. Zaten olan gücü de Lübnan’a aktardı. Bu da rejimi çok zayıflattı. Bu da tesadüf değil. Ukrayna’da NATO’nun silahları Rusya’ya karşı kullanıldı. Füzeler kullanıldı. Yeni ileri teknik kullanıldı Rusya’ya karşı. Rusya’nın buna cevabı oldu. Rusya’nın dikkatini de bir bütünen Ukrayna’ya çektiler. Rusya’yı daha fazla Ukrayna ile uğraştırır hale geldiler. Dolayısıyla Rusya’nın Suriye’deki pozisyonunu da bu biçimde zayıflatmayı hedeflediler. İran’ı da zaten zayıflattılar. Dolayısıyla rejimin en büyük destekçisi İran ve Rusya Suriye’de zayıflamış oldu. Rejim dayanıksız kaldı. Yani çok büyük oranda dayanaklarını kaybetti. Onun üzerinden de bu saldırıları zaten süreklileştirdiler. Diğer taraftan Türkiye’nin zaten yıllardır hazırlıkları var. Son yıllarda da bu hazırlıkları yoğunlaştırdı. Yani şöyle iki ihtimal söz konusudur: Ya ABD, İsrail, İngiltere Suriye’ye karşı müdahalesini Türkiye ile de anlaşarak, Türkiye’yi de buna dahil ederek bu biçimde devreye koydular. Türkiye öncülüğünde. Ya da bir plan yürüttüler, Türkiye’ye de çeşitli şartlar dayattılar. Türkiye bu şartları çok kendi lehine görmedi. Oyunu bozmak, kendi lehine bir oyun yeniden kurmak, bir denklem yaratmak için hızlı davrandı. Ve zaten yıllardır bu çeteleri eğitiyor, donatıyor ve bu çetelerle birlikte böyle bir hamle yaptı. Oyun planlarını kendi lehine çevirmeye çalıştı. Ya da böyledir. Bu birkaç gün sonra, yakın süreçte daha fazla netleşecek. ABD, İngiltere, İsrail Türkiye’yi kendi planlarına dahil ederek bir bütünen ortak bir plan mı Türkiye ile birlikte çıkardılar? Ve şu anda Suriye’ye bu müdahaleyi, Suriye halklarına bu müdahaleyi Türkiye öncülüğünde ortak mı yapıyorlar? Yoksa bir planı Türkiye’ye dayattılar, Türkiye bazı şartları kabul etmedi, erken doğum yaptırdı, Türkiye bir hamle yaparak Bütün bu güçleri kendi planına mecbur hale getirmeye mi çalıştı, o tarzda mı ortaklaşmayı hedefledi? Bu yakın süreçte biraz daha netlik kazanacak fakat şu anda gerçek olan durum şudur ki şu anda Türk devleti mevcut savaşı yönetiyor. Uluslararası güçler de Koalisyon da şu anda buna sessiz kalıyor. İzleme pozisyondadır. Ayrıca nasıl, ne düzeyde bu işin içindedir? Ne düzeyde bunun destekçisidir? Bu biraz daha ileride görünür olacak, netlik kazanacak. Fakat şu anda net olan Türkiye’nin rolüdür. Türkiye’nin bu savaştaki öncülüğüdür. Şu anda Koalisyon sessiz. İsrail şu anda halen bu programı yapıncaya kadar da sessizliğini koruyor. Rejim büyük bir dağılmayı yaşamış, çöküşü yaşamış durumda. Adeta büyük bir şok yaşıyor gibi. Rusya’nın durumu da öyle. Yani şimdi Rusya da çok ciddi şey yapmıyor. Yani karşı koymuyor. Ciddi bir zaten zayıflamayı da mevcut durumda, Ukrayna sorunundan da kaynaklı bir boyutta yaşadı. İran zaten ciddi darbeleri Lübnan savaşı sonrası saldırılarla yedi. Suriye de şimdi zayıfladı. Ve şu anda rejim, Suriye devleti diye aslında mevcut durumda ortada bir şey kalmış değil. Şu anda savaş tüm Suriye geneline yayılmış durumdadır. Bunu bilmek lazım ve bu savaşın başını Türkiye çekiyor. Çok büyük bir ihtimaldir ki yani bu savaşı tüm Kuzey Doğu Suriye’ye de yayacaklar. O açıdan her yerde halkımızın, halklarımızın topyekûn bir direniş içerisinde olması lazım. Kuzey Doğu Suriye’de seferberlik ilan edilmeli. Seferberlik temelinde herkesin harekete geçmesi gerekiyor. Kuzey Doğu Suriye’de özellikle ve Suriye genelinde de halk buna karşı direnmelidir. Ve özellikle Kuzey Doğu Suriye’de halkımız ve halklarımız devrimci halk savaşı temelinde her yerde direnişe geçmelidir. QSD güçlerinin yanında yer almalıdır. YPG, YPJ güçleriyle birlikte direniş mevzilerinde savaşmalıdır, direnmelidir. Eli silah tutan herkes, kadını, erkeği, genci, yaşlısıyla bu direnişte yerini almalıdır. Varlığını, özgürlüğünü savunmalıdır, yurdunu, toprağını savunmalıdır. Hiçbir biçimde herhangi toprağını terk etme durumu yaşanmamalıdır. Herhangi bir göç yaşanmamalıdır. Nereye gidecek bu halk? Her yerde savaş var. Her yerde yıkım var. Doğru tutum, doğru yaklaşım kaldığı yerde direnişi geliştirmektir. Yurdunu, toprağını savunmaktır. Varlığını, özgürlüğünü savunmaktır. Devrimci halk savaşını geliştirmektir. Askeri güçleriyle birlikte 7’den 70’e bütün halkımızın bu direnişe, halklarımızın bu direnişe katılmasıdır.
Şu anda halkımız ve halklarımız üzerinde büyük bir soykırım tehdidi var. Halep’te, Şêx Meqsûd’da, Eşrefiye’de, diğer mahallelerde halkımızın devrimci halk savaşı deneyimi tecrübesi de çok güçlüdür. Gerçekten efsanevi bir direniş sergiledi çetelere karşı. Devrimci halk savaşını yürüttü Halep halkı. Şimdiden nüfusu 2-3 katına katlanmış. 7’den 70’e hepsi silahlı güçlerin yanında yer almalıdır, direniş cephelerinde yer almalıdır ve bu direnişe katılmalıdır. Mahallelerini savunmalıdır, yerlerini savunmalıdır. Tüm kantonlar, Kuzey Doğu Suriye’nin tüm kantonları. Ben bu temelde Kuzey Doğu Suriye halklarımıza devrimci halk savaşına en güçlü bir biçimde 7’den 70’e katılma çağrısında bulunuyorum. Varlığını ve özgürlüğünü sağlama, faşist, soykırımcı Türk devletine, işgalci, ilhakçı Türk devletine karşı, çetelerine karşı direnişi büyütme, güçlendirme çağrısı yapıyorum. Nasıl kapsamlı bir soykırım planı yürüttüklerini, bütün bu söylemlerin bir oyun olduğunu, bir özel savaş oyunu olduğunu çok net bir biçimde bu saldırılar, işte Suriye’de yürüttükleri savaş, kayyum politikaları, saldırılar, onca tutuklama çok net bir biçimde ortaya çıkardı. Bunu görmemiz lazım. O yüzden her yerde; Bakurê Kürdistan’da, Türkiye’de, Başur’da, Rojhilat’ta, ülke dışında, her yerde seferberlik ruhuyla halkımız ayağa kalkmalıdır. Direnişi büyütmelidir. Rojava bir bütünen devrimci halk savaşına seferber olmalıdır. Kuzey Doğu Suriye halklarının hepsi. Bu sadece askeri güçlerin omuzlarına bırakılamaz. Bu anlamda tehlike büyüktür ve herkes bu temelde gerçekleri görmeli ve halkımız da her yerde ayağa kalkmalıdır.
Türk devleti ‘PKK’yi bitirdik’ gibi söylemlerine yenilerini eklemeye devam ediyor. Medya Savunma Alanları için ‘kilit kapandı’ dedi. Ama tüm dünyanın da şahitlik ettiği bir direniş var. Ve bunun coşkusu partinizin 47. yıl dönümü kutlamalarında gerilla tarafından da halk tarafından da açıkça görüldü. Direnişi ve bundan sonraki mücadele düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerilla 4-5 yıldır büyük bir direniş geliştirdi. Türk devletinin imha politikalarını, işgal ilhak politikalarını sekteye uğrattı. Gerçekten Türk devletini büyük bir çıkmazın içerisine koydu ve kilitledi girdiği yerlerde. Daha fazla sonuç alamayacağını görünce kilit kapandı söylemlerini geliştirerek önünü Rojava’ya verdi. Şimdi Kuzey Doğu Suriye’de büyük bir savaş yürütüyor. Yani istediği sonucu alamadı. Şimdi sürekli bu kilit kapatma söylemleri geliştiriliyor. Türk devleti yüz yıldır böyle geliştirdiği bu soykırım politikaları ile yüzleşmezse, geliştirdiği, kurduğu bu kilitleri açmazsa gerçekten Kürtlerle onurlu bir barış, demokratik bir çözüme gelmezse Türk devleti büyük bir çöküşü yaşayacak ve Türkiye eski Türkiye olmayacak ve Türkiye parçalanacak. Mevcut politikalar Türk devletini ona doğru götürüyor. Türkiye’yi büyük bir felakete doğru götürüyor. Bu politikalardan hiçbir sonuç almayacak, alamayacak. Gerillaya karşı yıllardır verdiği mücadelede nasıl bir sonuç alamadıysa, Rojava’ya karşı, Kuzey Doğu Suriye’ye karşı, Suriye’ye karşı verdiği savaştan da bir sonuç alamayacak. Bu Türk devletinin yıkımını getirecek. Böyle bir tercihte ısrar ediyorsa, soykırım politikalarında ısrar ediyorsa da sonuçlarına katlanacak. Türk devleti PKK ile baş edemez. Türk devleti bu politikalarda ısrar ettiği müddetçe sonuç Türk devletinin yıkımı ve parçalanması olacak, bölünmesi olacak. Kendisi şu anda aslında mevcut politikalarla Türkiye’de parçalanmayı ve bölünmeyi yaratıyor. Her yönüyle bunun ortamını ve zeminini hazırlıyor. Bunda ısrar ettiği müddetçe bu onun yıkımını getirecektir.
‘İRAN’DAKİ İDAMLARA KARŞI HER YERDE ÇOK GÜÇLÜ MÜCADELE YÜRÜTÜLMELİ’
Uluslararası ve bölgesel güçler tarafından İran’a baskılar devam ederken İran da içeride baskılarını arttırıyor. Bu bağlamda son olarak Kürt aktivist Werîşe Muradî hakkında verilen idam kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran sıkıştıkça, zorlandıkça şiddeti artırıyor, baskıyı artırıyor. İdamları daha fazla arttırıyor. İran’ı daha fazla çıkmazın içerisine koyuyor. İran’ı daha fazla çöküntüye götürüyor. Bu politikaların İran’a bir faydası olmadı. Bundan sonra da hiçbir faydası olmaz. Çok daha büyük zararlara yol açar. Şimdi de mesela Kürt kadın devrimcilere, siyasi aktivistlere, gazetecilere, onlarca kişiye idam cezası vermiş. Pexşan Ezîzî, Werîşe Muradî, Regêş arkadaşımıza, yine onlarca siyasetçiye, devrimciye, demokrat insana, kadına idamla toplumu terbiye etmeye çalışıyor, kendince, idamla kadınları terbiye etmeye çalışıyor, iradesini kırmaya çalışıyor, dizginlemeye çalışıyor, toplumsal muhalefeti, toplumsal tepkiyi, halkın demokrasi, özgürlük, eşitlik taleplerini bastırmaya çalışıyor, etkisizleştirmeye çalışıyor. Bunlarla etkisizleştiremez. Bunlar daha fazla toplumda öfkeyi büyütür, kadınlarda öfkeyi büyütür. Bu politikalar daha fazla demokratik muhalefeti güçlendirir. Demokrasi, özgürlük, eşitlik taleplerini daha fazla geliştirir, güçlendirir. Bunun daha da yaygınlaşmasına yol açar. Jin Jiyan Azadî serhildanlarında bunu çok net bir biçimde gördük. Bunun daha da kapsamlaşmasına neden olur. O açıdan yani İran’ın bu politikalardan vazgeçmesi gerekiyor. İran zaten şu anda uluslararası güçlerin de hedefindedir. ABD, İngiltere, İsrail’in de hedefindedir. Çok ciddi bir baskı var ve çok ciddi bir saldırı var İran’a karşı. İran’ın Orta Doğu’daki gücü çok önemli oranda gerçekten kırıldı. Şu anda üzerinde de büyük bir siyasi ekonomik baskı ve kuşatma içerisindedir. İçeride de bu kadar böyle toplumun tepkisini, kadınların tepkisini büyüten, daha fazla güçlendiren politikalar İran’ın sadece çöküşünü hızlandırır yani. Bunlardan gerçekten vazgeçmek gerekiyor. Doğru politika toplumun, kadınların taleplerine cevap vermektir. Demokratik siyaseti esas almaktır. Demokratik anlayışı esas almaktır. Reform yapmaktır. Bu talepleri karşılayacak pratik adımlar atmaktır. Ve bu idam politikalarına son vermektir. Doğru olan budur. İran’ı ayakta tutacak, yaşatacak olan da budur yani. Aksi durumda büyük tehlikelerle, zaten yüz yüzedir, bu da daha fazla tehlikeyi, düzeyini, dozajını arttıracak.
KJAR’ın geliştirdiği bir kampanya var. Özellikle Pexşan Ezîzî, Werîşe Muradî şahsında idam politikasına karşı çok güçlü bir kampanya da geliştirdiler. Önemli bir katılım da var. Bu kampanyanın güçlendirerek sürdürülmesi gerekiyor. Her yerde bütün kadınların, halkların, tüm ezilen kesimlerin, özgürlükçü, demokratik tüm kesimlerin de bu kampanyaya destek vermesi, güç vermesi gerekiyor. Her yerde bu idam politikaları teşhir edilmelidir. Buna karşı güçlü protestolar geliştirilmelidir, çalışmalar yürütülmelidir, mücadele yürütülmelidir. Bu konuda geri adım attırmak için ve bu idam politikalarının son bulması için çok güçlü bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde kadınların öncülüğünde çok güçlü bir mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Bu yürütüldükçe ben inanıyorum ki bunun olumlu sonuçları da olacaktır.
İNGİLTERE’DEKİ SALDIRILAR: TÜM HALKIMIZ KURUMLARINA SAHİP ÇIKMALI
Türk devletinin Kürt halkına karşı topyekûn savaşının sürdüğü bir ortamda Kürtlerin statüsüzlüğü ve parçalanmışlığının asıl sorumlusu İngiltere’nin Kürtlere karşı saldırıları sürüyor. Geçtiğimiz günlerde İngiltere’deki Kürt Toplum Merkezinde bir saldırı düzenlendi, birçok kişi işkenceyle gözaltına alındı. Bu lokal bir durum mu ya da bölgedeki gelişmelerle bir bağlantısı var mı?
Elbette ki bölgedeki gelişmelerle, Türkiye’deki gelişmelerle de çok doğrudan bağlantısı var, ilişkisi var. İngiltere Kürt soykırım politikalarının sorumlusudur. Lozan Antlaşması’nı yapan güçtür. Birinci güçtür. Yani Lozan Antlaşması İngiltere-Fransa öncülüğünde yapıldı ve başını İngiltere çekti. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesinde İngiltere’nin rolü belirleyicidir. Yüz yıldır Kürtlere uygulanan soykırım politikalarında İngiltere’nin rolü belirleyicidir. Uluslararası komplonun geliştirilmesinde İngiltere’nin rolü yine belirleyici rol oynadı. Yani İngiltere Kürtlerden özür dileyeceğine, bu soykırım politikalarına ortak olma, soykırım politikalarının sürdürülmesine destek vermeden vazgeçeceğine, şimdi halen günümüzde bu soykırım politikalarına ortak olan, buna destek veren bir siyaset izliyor. Türk devletinin soykırım politikalarına destek veriyor, onay veriyor. Ben bunu kınıyorum. Bunun çok güçlü bir biçimde teşhir edilmesi gerekiyor. Buna karşı mücadele edilmesi gerekiyor. Londra’daki Kürt kurumlarına dönük, kültür derneklerine dönük bu baskınlar, saldırılar da bunun bir parçasıdır. Mevcut Türk devletinin yürüttüğü soykırım politikalarına karşı, ilhak, işgal politikalarına karşı aslında İngiltere’nin desteğini ifade ediyor.
İngiltere zaten Avrupa Birliği’nden çıktıktan sonra Türk devleti ile ciddi anlaşmalar yaptı. Askeri anlaşmalar yaptı, ticari anlaşmalar yaptı. Bir sürü silah sattı Türk devletine. Yani daha da arttı. Eskiden de vardı. Avrupa Birliği’ndeydi. Avrupa’nın da ikiyüzlü bir politikası, bütün Avrupa ülkelerinin ikiyüzlü bir politikası var Türkiye’ye karşı. Kürt sorununu araçsallaştırıyorlar. Türkiye’yi daha fazla, Türkiye’den taviz koparmak için, bölge politikalarında Türkiye’yi kullanmak için Kürt sorununu Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanıyorlar. Hem Kürtlere karşı hem de Türk devletine de soykırım politikalarına dahil olarak Türkiye’den tavizler alıyorlar. Böyle kirli bir siyaset yıllardır, on yıllardır var. Fakat bunun başını da İngiltere çekiyor. İngiltere’deki bu saldırıları da böyle değerlendirmek lazım.
Başta İngiltere’deki halkımız olmak üzere tüm Avrupa’da halkımız kurumlarına sahip çıkmalıdır. Avrupa devletlerinin bu saldırılarına karşı çok güçlü bir direniş ortaya koymalıdır. Mücadele etmelidir. Bu saldırıları kabul etmemelidir. Çok güçlü bir biçimde bunları protesto etmelidir. Bu devletlerin gerçeğini, İngiltere’nin de gerçeğini, bu ikiyüzlü politikalarını, bu kirli çıkar politikalarını halkımız sürekli ifade etmelidir, ortaya koymalıdır ve bunun çok güçlü bir biçimde her yönlü, çok yönlü mücadelesini yürütmelidir. Tepkiler var Londra’da da. Üç gündür, dört gündür açlık grevi var, protesto eylemleri var, hukuki bir mücadele de sürüyor. Bunu böyle sadece İngiltere ile de sınırlı tutmamak lazım. Avrupa genelinde de geliştirmek lazım. Daha önce özgür medyaya dönük de saldırılar oldu. Muhtemelen bu saldırılar gelişir, daha da gelişecek. O yüzden tüm bu saldırılara karşı da böyle bekle gör politikası izlenmemelidir. Böyle tutum içine girilmemelidir. Çok güçlü bir mücadele yürütülmelidir. Avrupa’da da halkımızın örgütlü mücadelesi gerçekten çok ciddi bir etkiye yol açıyor. Halkımız örgütlüdür, bilinçlidir, sürekli dinamiktir, sürekli bir mücadele içerisindedir. Bu mücadelenin etki gücü de yüksektir. Avrupa halkları da bu mücadeleye çekilmeli. Onlarla birlikte bu mücadele yürütülebilmelidir. Halkımızın dostları çoktur, bu dostlarını daha da çoğaltmalı. Dostlarıyla birlikte, Avrupa halklarıyla, toplumuyla birlikte bu devletlerin kirli politikalarına karşı, ikiyüzlü çıkar politikalarına karşı bu mücadeleyi çok güçlü bir biçimde yürütmeli. Türk devletiyle bu kirli çıkar ilişkilerini mücadelesiyle halkımız teşhir edebilmelidir, mahkûm edebilmelidir.