HABER MERKEZİ –
… Evet ben Hakan Arslan. Nam-ı diğer Welat Çiya.
Bedenimden geri kalanlar sonsuz karanlıkları örtmek isteyen beyaz bir çuvalın içerisinde gariban babamın ellerine tutuşturuldu.
Tam o anda hüzün dolu sonbahar kara kışa döndü. Zemheri bir karanlık Amed semalarını parçalayarak dört bir yanı işgal etti, tekmil canlılar ruhunun bedeninden çekildiğini hissetti ve ürperdi. İnsan olanlar acıya gard olurken gariban babam yüreği buz tutmuş halde Amed’in üzerine yıkıldığını haykırıyordu lal olmuş diliyle…
Peki, kimdim ben?
Kim olmam istendi benden, ne olmam arzulandı yıllar yılı?
Aşığı olduğum ve uğruna canımı verdiğim ülkemin topraklarına defnedilmeyi bile 6 koca sene bekleyerek geçirmemden ne umuyordu insanlık kuklaları?
Şimdi beni anlatacağım beni tanımak isteyenlere, bedenimden geri kalanların efsuni sesiyle bir çuval içerisinden…
Ben; tarihin zulümle karılmış karanlık dünyasına tutulmuş bir ışık huzmesiydim.
Özgür ruhlu kadınların direniş zılgıtlarına bir yoldaş; alın yazısı talanla, katliamla, zorbalıkla yazılanların bir dostu; ezilenlerin, insan yerine konulmayanların çığlıklarına bir ses; bir avuç özgür vatan toprağı için savaşanların onurlu bir neferiydim.
Ben; Geliyê Zilan’da, Dersim’de, Koçgiri’de süngülenen bebelerin intikam yeminiydim.
Ben; Torunlarımız intikamımızı alacak diyen Şêx Sait’tim, ben; düşmanın hileleriyle baş edememenin içindeki tek dert olduğunu itiraf eden Seyid Rıza’ydım, ben; vasiyetinde düşmanın hilelerine karşı geride kalanları tembihleyen halkının ve ülkesinin hizmetçisi Qazi Muhammed’tim.
Ben; Ağrı dağına gömülü üzeri betonlanarak ‘’Hayali Kurdistan burada meftundur’’ yazılı musalla taşının isyanı, Ararat’ın volkan gibi patlayan öfkesiydim. Ben; yakılıp yıkılmasına rağmen her seferinde yeşermesini bilen meşe ağacı, meşe ağacının tohumlarını topraklarımızın dört bir yanına serpiştirirken yüreği telaşla dolup taşan minik sincaptım, ben; gökyüzüyle semaha duran isyankar Kurdistan dağları ve ona bereketini sunan hırçın yağmur damlalarıydım.
Ben; Beko’yê Ewan’ların fitne fesadına karşı bir olmanın sınırsız gücü, Yêzdanşer’lerin ve Rayber’lerin ihanetine karşı namluya sürülmüş acımasız bir fişek, cümle işbirlikçi ve ihanetçilerin dehşet dolu kâbusuydum.
Ben hiç sönmeyen özgürlük kavgasının meşalesi, onurlu ve şerefli Kürt’lüğün kartal semalarında dalgalanan direniş sancağıydım.
Ben karanlık labirentlerde kaybettirilmek istenen tarihtim. Ben cefakâr ve mazlum halkımın harlanan hakikat ateşiydim. Bundandır ki ruhumu Apoizimle arındırdım. Küllerimden yeniden doğdum ve cenge atıldım özgürlük düşmanlarına karşı…
Herkes çuvala kulak kesilmeli, duymalı, görmeli ve işitmelidir… Anlattıklarım WELAT olup ülkesinin özgür bir güne doğması için kendini adayan herkesin hikayesidir, kalbimin hikayesidir.
Karayazı’da gözlerimi açtım dünyaya alın yazısı kara çizilmiş. Yalnız bu kaderi olmamalıydı ülkemin, ülkemin oğullarının ve kızlarının… Ne ülkemin Golgota Tepesi olmasına, ne de güzelim halkımın yaşamın he anında çarmıha gerilmesine dayanabilirdi özgürlüğü koklamış naçar yüreğim. Yaşam denilen en güzel ve anlamlı varlığın ihanet bataklığında boğulması utancını tek bir an dahi unutmadım, unutamazdım. İnsandan tüm doğaya hiçbir canlı utançla yaşayamaz, insan olmak utançla anılmayacak kesinlikte utanmak değil midir oysa?
Halkıma yaşatılanları, kadınlarımıza, ülkemize yapılanları hatırladıkça yüreğim çeperlerini parçalayacak bir öfkeyle patlamaya hazır bir volkana dönüşmüştü. Kendimi arıyordum ve kendimi bulmamda kendim dışındakileri düşünmekle yaşam bulmuştu. Sonrasında hiç vazgeçmedim bu arayıştan ta ki bedenim bedel oluncaya değin…
Bu arayıştı beni ben yapan,
Bu arayıştı beni insan yapan, anlam bulduran, onura kavuşturan, irade kazandıran
Bu arayıştı beni inançla buluşturan, bilinçle birleştiren ve özgürlük nefesi aldıran,
Onun için ben olmaktan vazgeçtim, bencilliğin dipsiz bir kuyu gibi karanlığa sürükleyen hilelerine aldanmadım. Düşmanımın aşağılık iğrençliklerine yenik düşmedim,
Savaştım, güzelleştim, özgürleştim… bu dünyanın en güzel varlığı olan Amaralı’nın peşinden ülkemin kara yazısını değiştirmeye baş koydum, ahdettim, yemin ettim.
Bencil yaşamımın lağımı andıran kirli çıkarları için halkını, ülkesini ve insanlarını beş meteliğe satılığa çıkaran soysuzlara inat insan olmakta ısrar ettim. Her şey sevdalısı olduğum halk ve ülkenin iyi, güzel, eşit ve özgür yaşaması içindi. Çok mu şey istedim ey zamanın ve mekanın adil yürekleri!
Özgürlük bedel isterdi her çağda, Kurdistan ise eksiksiz bir adanmışlık ve fedailik istiyordu. Nice Amaralı yolucuları gibi yeri geldi Antep’te Haki, Amed’te Kemal Pir, Eruh’ta Egid, Dersim’de Zilan oldum.
Yeri geldi kan içici insanlık düşmanları tarafından param parça edildi bedenim. Yeri geldi anaların kutsalı Halise anam acıyı bal eyleyerek bir kutu içerisindeki kemiklerime sarıldı. Yeri geldi kimsesizler mezarlığına atıldım kimsem yokmuş gibi. An oldu saldırdılar mezar taşlarıma korkak sürüleri. Her şeyi yaşadım, her şeyi gördüm, her şeyi işittim…
Ama duyun bre zalimler vardık, varız ve var olacağız. İşte buradan sesleniyorum, biz ölümü öldürenleriz. Ölümü öldürenlerin bedeninin bir kemik ve et yığınından ibaret olduğunu zanneden zavallılar, bir kere daha YANILIYORSUNUZ.
Biz insanlığın soy damarlarıyız,
Biz insanlığın hayranlıkla temaşe ettiği özgürlük fedaileriyiz, biz bir düşünceyiz hakikat ışıklarıyla insanlığı aydınlatan, biz insan olmakta ısrar edenlerin yılmaz ve yenilmez EGİDLERİYİZ, hakikati çuvala sığmayan WELATLARIZ BİZ…
Çoktan kazandık bu onur kavgasını, BU DA SON SÖZÜM OLSUN, DÖKTÜĞÜNÜZ KANDA BOĞULACAKSINIZ…
Ciwan Şerker yazdı…..