HABER MERKEZİ
“Duygularımı durdurmak zorundayım. Onun önünü açsam, bir şelale gibi beni paramparça edebilir.”demişti bir zaman önce. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunduğu “Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü-Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” adını taşıyan savunmaların beşinci ve son bölümünü okurken işte bu sözü hatırlıyorum. O’nun zamanın başka bir kesitinde söylediği ve tüm zamanlardaki kendini bilmelerinin sonucu olarak bizlere yansıyan bir belirleme… Her satırda o şelalelerde varlık bulan, coşkuyla, yaşam enerjisi ve merakıyla dolu akışın düşüne duruyorum. Kitap boyunca bu söz çıkmıyor belleğimden. Gelip yerleşiyor tüm duygu ve düşüncelerimin kıyısına. Bu sözün eşliğinde akışa katılmanın, bir olmanın, aynı akışın içinde erimenin hazzını duyuyorum okudukça. Sözcüklerin varlığını oluşturan gerçeğin yarısı oluyor bu şelale akışı. Gerçeğin yarısı, hakikatin ruh ikizi…
Satırlara yerleşen anlamların beni şelalelere taşıyacağı, her an bir yükseklikten yola çıkarak coşkun akışlarla bir yeni anlama ulaşacağım hissini yaşadım. O sözün kitap boyunca bir coşkulu akışla beni takip eden süzülüşündeyken henüz “Eşik meşik, dur durak nedir bilmeyenlerdendim.” sözüyle akışın bir sonu olmadığı gerçeğiyle yüzleşmişcesine bir keskin anlam zirveleşmesini duyumsadım. Eşiksiz ve duraksız bir düşüncenin varlığı, özgürlüğün bizler için mümkünsüz olmadığını, sınır konulamayan bir duyumsama olduğunu, yaşanabileceğini hatta başka bir yaşama koşul, imkân ve biçiminin olmayacağını duyumsattı.
Bu duygularla okuduğum “Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü-Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” adlı çalışma Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve bağlantılı olarak da dünyanın önemli bir sorunu olma boyutuna taşınmış olan Kürt sorununun çözümünü demokratik ulus projesiyle somutlaştırarak ortaya koymanın teorik ve pratik zeminlerini açımlıyor. En gerçekçi, kazandırıcı, tüm taraflara kazandıracak olan çözüm tarzını ortaya koyuyor. Sorunun çözümünde kuramsal, kavramsal ve kurumsal boyutlarını açımlamayı doğrunun, iyinin ve güzelin ilk şartı kabul ederek konuya giriş yapıyor. Her satırında bilginin ve anlamın doğru, iyi ve güzel olanına dair arayışı duyumsatıyor. Kendimizi şimdi’den hiç kopmayan, tarihsellikle bağını da her koşulda koruyan bir akışın coşkun dalgalarında buluyoruz o satırlarda. Teorik bilginin kuru teorik bilgi demek olmadığını, tam tersine yaşamımızın tam ortasında, hayatlarımızın en can alıcı kısımlarında yer aldığını ve her bir sözcüğe yerleşen anlamın bizden bir parçayı temsil ettiğini görüyoruz. Bu görüşle ilerleyerek bize seslenen, bizimle konuşan harflerin tınısında temsil etmeye meylettikleri anlamı duyumsuyoruz. Çünkü bu çalışmadaki kuramsal veriler bizlere bizden olduklarını hissettirecek kadar ruh sahibiler. Her bir kavramın, kuramın ya da sözcüğe yerleşmiş anlamın bir ruhu, bir nefes alış verişi olduğunu heyecanla hissediyoruz. Adeta her sözcük, anlamın ruhundan giyinen her işaret bizimle konuşuyor. Öylesine canlı, her biri bir ruh sahibi, kendi aracısı oldukları anlamın suyundan yıkanıp gelmişler gözlerimizin önüne.
Tarihin ve şimdinin verili bilgi kalıplarının insan algısına demirden sınırlar çizen zihniyetinin tam tersi yönünde bir anlam penceresinin açıldığını ve o pencereden ışık huzmelerinin zihnimize, yüreğimize, benliğimizde yer edinen tüm algı merkezlerine aktığını fark ediyoruz. Teoriyi öğrenmenin ve kendi yaşamlarımıza dair kuramsal çerçeveyi anlamanın ulus devletin akademik salonlarından dağıtılan diplomalarla mümkün olmadığını, bunun bir şart olmaktan kesinlikle uzak olduğunu, hatta verili bilimsel yöntemin hakikat algısını engellediğini görüyoruz. Hatta bu durumun gerçeğin algılanmasını perdeleyen ya da yeni inşa edilen kutsallıkları, ulus devlet kutsallıklarının dinsel öğretilerini ezberlemekten başka bir şey olmadığını, bilimsellik adına yeni dinselliklerin, yeni formlara büründürülmüş ritüellerle insan algısına kazınmak istendiğini bu deformasyonu en azından yaşamın insanlar olmanın onuruyla fark ediyoruz. Bu engellenmişliği, okuduğumuz her satırda duyumsadığımız aydınlanmayla, yüreğimize yerleşen ışımayla görüyor, hissediyoruz.
İnsanın varoluşu anlaması için önce varoluşa dair bilgisinin olması gerekir. Bilmek ve bilmeye konu olan şeyleri kabullenmek, görmenin, somutlaştırmanın ve varlığı zihinde tanımlamanın da temelini oluşturur. Görmek, somutlaştırmak ya da varlığı zihinde tasarlamak ki algının önemli bir kısmıdır. Bilgiye ulaşmak, ulaşılmak istenen gerçeğe dair kuramsal çerçeveyi kendi zihninde, kendi göreli algısında somutlaştırma isteminin ön adımıdır. Bilginin tekelleşmesi sınıflı uygarlıkla birlikte ortaya çıkan bir gerçeklik olurken günümüzde de artan oranlarda sürmektedir. Tedavisi bilinen hastalıkların ortadan kaldırılmaması bilgi tekelinin en insanlıkdışı örneği olmakta ve tıp adı altında kutsallaştırılan sektörün özünde bu kutsallık maskesini nasıl kullandığını göstermektedir. Bu örneği modernite çağının birçok gerçeğine uyarlayabiliriz. Yeter ki gerçek algımızda bir uyanış olsun. Ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın deyimiyle uyanmış olan gerçek uykusundan uyanarak hakikat oluşuversin.
İşte Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu son savunması, bilgiyi modernitenin tekelinden çıkarmanın en radikal eylemlerinden biridir. Modernitenin patronlarının makinelerini kırmanın özgür emekçiliğinden daha radikal bir eylemdir. Onların makinelerini kırmak değil, makinesiz, silahsız bırakmaktır. İktidar odaklarının tekelci zihniyetinin ağları arasında can çekişen bilgiyi o ağlardan kurtarmak, Prometheus’un ateş hırsızlığıyla özdeştir. Bu gerçek kendilerini yeniçağın yeni tanrıları diye ilan edenler tarafından bilinmektedir ki, bugün Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan İmralı kayalıklarına çivilenmiştir.
Bu savunma ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tanrısal yaratımlarda bulunmamaktadır. Ama yapılan büyük bir içtenlikle belirtmeliyim ki tanrıların yaratımından yücedir. Ziyadesiyle yükseklerdedir O’nun yarattıkları. Yaratmak kutsallık oluşturur ve tanrısallıkla ifade bulur. Ama gizlenmiş var oluşu aşikâr kılmak, üzeri örtülmüş gerçeğin üzerini temizleyerek onu tarihsel uykusundan uyandırmak ve insanlıktan gizlenen bilgi ve anlamı tüm insanlığın anlayacağı, dinleyip öğreneceği bir forma kavuşturarak bir hakikat oluşturmak tanrı faaliyetlerinin çok üstünde bir mertebede yer alır hakikati arayan insanlar nezdinde. Hakikati arayan ya da hakikate ihtiyacı olan insanların tamamı bu görünür kılınmış gizlerle, bu uykudan uyandırılmış gerçeklerle buluşmanın ve kendi yaşamlarına bir damla hakikat katmanın sevinciyle evrensel uyuma katılırlar.
Zamanın ve oluşun anlamından evren yasalarına, gezegenimizin evrendeki anlamından aynı gezegende yaşayan canlılar olarak paylaştığımız sorunların boyutlarına, gezegenimizin tarihinin bugüne geliş seyrinden bugünde yaşanan tıkanmalara ve karşımıza çıkan tarihsel fırsatlara kadar birçok konu bu çalışma kapsamında yeni ve özgür yorumlara tabi tutulmuş. Büyük bir derinlik yanında bu derinlikle doğru orantılı bir açıklık-anlaşılırlık örneği olan bu çalışmanın, onca ömür tüketen, düşünsel çalışmalar uğrunda canını veren, buna rağmen toplumla bir türlü buluşamayan akademisyenler için örnek teşkil edeceğini düşünüyorum. İnsandan ve insan topluluklarından uzak kalan, muhatabı olan insanla buluşamayan, bu insandan giderek uzaklaşan ve uçuruma dönüşen bu uzaklıkları kapatamamanın acısıyla kendi teorisinin gizli anlam derinliğinde kaybolan düşünce insanları için bir açılım, yeni bir tarz yaratacağı inancındayım. Teorisi kadar teorinin pratikleşebilme koşullarının tahlili, pratiğe uygulanma şartları kadar karşılaşılacak sorunlarla mücadele etme tarzına kadar tüm konuların bütünlüklü olarak ele alındığı bu çalışma tarihî, akademik, siyasi ve ideolojik konularda bir çığır açacaktır.
Yine bölgemizde yaşanan ve tüm toplum üyelerini ilgilendiren diğer bir konu olan sorun da kadın sorunu ekseninde belirginleşen özgürlük sorunudur. Bilindiği gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tüm yaşamı boyunca kadın özgürlüğü konusunda arayış içinde olmuş ve PKK tarihi boyunca da bu arayışını örgütsel zeminlere kavuşturmanın, zihniyetinde yarattığı değişimleri ve anlam zenginliğini kendinden taşırarak topluluklara mal etmenin arayışında olmuştur. Bundan ziyade yaratılan Kadın Kurtuluş ideolojisi ışığında kendini özgürlükle buluşturan ve gerçekleştiren kadın kahramanlar, kadın özgürlük timsalleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çabasının örgütsel boyutla sınırlı kalmadığını, somutlaşarak toplumsal bünyeye yerleştiğini göstermektedir.
Yine bölgemizde yaşanan ve tüm toplum üyelerini ilgilendiren diğer bir konu olan sorun da kadın sorunu ekseninde belirginleşen özgürlük sorunudur. Bilindiği gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tüm yaşamı boyunca kadın özgürlüğü konusunda arayış içinde olmuş ve PKK tarihi boyunca da bu arayışını örgütsel zeminlere kavuşturmanın, zihniyetinde yarattığı değişimleri ve anlam zenginliğini kendinden taşırarak topluluklara mal etmenin arayışında olmuştur. Bundan ziyade yaratılan Kadın Kurtuluş ideolojisi ışığında kendini özgürlükle buluşturan ve gerçekleştiren kadın kahramanlar, kadın özgürlük timsalleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çabasının örgütsel boyutla sınırlı kalmadığını, somutlaşarak toplumsal bünyeye yerleştiğini göstermektedir.
İmralı sürecinden itibaren yarım kalan projem dediği kadın özgürleşmesine yönelik belirlemeleri, bu yarımlığın giderilmesine yönelik bir adım anlamı taşımaktaydı. Yine her bir savunma kitabında kadın özgürlük problemine, kadın özgürlüğünün toplumun özgürleşmesindeki payına ilişkin belirlemeler bu anlamda önemli dönemeçler oluşturmaktaydı. Bu savunmaların son kitabı olan “Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü-Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” adlı çalışmada kadın özgürlüğü konusu derinleştirilirken toplumsal özgürlüğün diğer ucu olan erkeğin özgürleşme problemleri de derinliğine ele alınmaktadır. Bu anlamda özgür eş yaşam tanımı ve ilgili bölüm önemli bir özgürlük birikimi yaratacaktır. Cinsiyetçiliğin aşıldığı ve özgür zihniyetlerle yaşanacak ilişkilerin insan özgürleşmesindeki geliştirici yönü özellikle vurgulanmakta ve bu konu kuramsal boyutlar kadar toplumdaki her bireyin anlayacağı bir yetkinlikle verilmektedir. Özgürlüğe götürmeyen birlikteliklerin kölelikten başka bir yaşam alanı bırakmadığı vurgusu keskin bir özgürlükçü bakışla işlenmektedir. Özgürlüğün ekmek ve sudan, umudun zaferden daha değerli ve tercih edilir olduğunu yine bu satırlarda görmekte, duymaktayız.
Bu çalışma yukarıda sözünü ettiğimiz evrensel anlamlar yanında Ortadoğu insanları nezdinde yeni anlamlar yaratacak önemli tezler içermektedir. Kürt, Arap, Türk ve Fars halklarının tarihine yeni bir algıyla, yeni bir zihniyetle bakmayı başarmanın ilk adımının bu savunmalar ışığında yeni araştırmalar yapmak olduğu bir gerçektir. Ve kaçınılmazdır. Ortadoğu tarihindeki ulus devlet oluşumlarının kökenindeki nedenselliğe ilişkin soruları olanların kesinlikle bu çalışmanın ulus devlet bölümlerini büyük bir dikkatle okuması şarttır. Çünkü ulus devlet virüsünün Ortadoğu topraklarına nasıl yerleştirildiği, bölgemizde bu virüsün nasıl kendini çoğalttığı konularına ilişkin önemli belirlemeler yapılmaktadır. Bu konuda tarihin gizli yüzü kadar söylenmeye cesaret edilmemiş kesitleri burada söylenmektedir. Ulus devletlerin yereli ve evrenseli inkâr eden oluşumu kadar farklı etnisite ya da inanç toplulukların ve halkların bir arada yaşama koşullarının nasıl oluştuğu, bu güne kadar birbiriyle ilişki içinde nasıl yaşandığı, egemenlerden uzak bir hayat paylaşımının nasıl yapıldığı konularının derinliğine incelendiği bu çalışma yeni tanımlarıyla Ortadoğu tarihinde çığır açacak niteliktedir. Özellikle ulus tanımı bu konuda dikkat çekicidir. Ulus tanımına sıkıştırılmaya çalışılan ortak vatan, ortak pazar konuları etrafında dönen ulus devlet zorlamasının bir gerçek olmadığı ortaya konulurken gerçek ulus tanımının ortak zihniyet durumunu paylaşan insanlarla oluştuğu vurgulanmaktadır. Bu belirlemeler bir yandan ulusun yeniden tanımlanması anlamına gelirken diğer yandan da güncelde Ortadoğu’da yaşanan ve her gün yüzlerce hatta binlerce insanın canına mal olan, ölçülemez değer yitimlerine sebep olan sorunlara etkili ve hızlı çözümleri işaret etmektedir.
Bu kitap, Kürt halkının yaşadığı hakikati ortaya koyan, soykırımın iyi bir tanımını yapan bir çalışmadır.
Kitapsız halkın en iyi kitabı, avukatsız halkın en doğru savunması, dilsiz bırakılan halkın en güzel dilidir.
İnsanlığın kazanacağını her belirlemesinde gördüğümüz bu çalışmanın yaşadığımız yüzyıla sığması ve Öcalan öğretisiyle aynı yüzyılı paylaşmayı bir şans olarak görmemek mümkün değildir. Bu anlamda kısa başlıklar halinde sunulacak birçok konunun ele alındığı ve düşmanında dahi saygı uyandıran, fevkaladenin üstünde çalışan bir zihin dedirten bu çalışmanın ilk andan itibaren önemli tartışmalara ve ışımalara öncülük edeceği kesindir.
Kitapsız halkın en iyi kitabı, avukatsız halkın en doğru savunması, dilsiz bırakılan halkın en güzel dilidir.
İnsanlığın kazanacağını her belirlemesinde gördüğümüz bu çalışmanın yaşadığımız yüzyıla sığması ve Öcalan öğretisiyle aynı yüzyılı paylaşmayı bir şans olarak görmemek mümkün değildir. Bu anlamda kısa başlıklar halinde sunulacak birçok konunun ele alındığı ve düşmanında dahi saygı uyandıran, fevkaladenin üstünde çalışan bir zihin dedirten bu çalışmanın ilk andan itibaren önemli tartışmalara ve ışımalara öncülük edeceği kesindir.