Serhat, 24 Temmuz 1970 yılında, babasının memuriyeti dolayısıyla bulunduğu Ağrı’nın Eleşkirt ilçesinde doğdu. Henüz bir yaşında iken, babası Mehmet İhsan (Nuri)’nın yaşamını yitirmesi, annesi Gülsün ve kardeşleriyle birlikte Patnos’a dönmelerine neden olur. İki kız, üç erkek olmak üzere beş kardeşten en küçüğü olan Serhat’ın, diğer ismiyle Süleyman Alpdoğan’ın çocukluk ve gençlik yılları da burada geçer. Türkiye’deki eğitim sistemine göre ilk, orta ve liseyi Patnos’ta bitirir.
İlk kasetini çıkardıYıl 1985-86’dır… Türkiye’de çocuk sanatçı furyası başlamıştır. Her gün yeni bir çocuk sanatçı gündemleşmekte, gençlik bu kanala çekilmektedir. Ulusal bilinç ve Kürt sorunundan uzak, politika ve siyasetin olmadığı bir ortamda büyüyen Süleyman da, bu furyaya yakalanır. Kaset yapmak üzere İstanbul’a gider. Bu gidiş aynı zamanda aileden de ilk ayrılışıdır. Abisinin arajmanlığını yaptığı ’Gülo’ isimli ilk kasetini, Murat Esen adıyla, bugünkü İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) denilen plak şirketlerinin bulunduğu yerde çıkarır.
Tabular yıkılıyor
Kendisi gibi Konservatuar okuyan abisi Arif, “Türk halk müziğinde Ege yöresinin türkülerinin çok otantik, müzik motiflerinin çok iyi olduğunu, içeriğinde kahramanlık sergilendiğini, bunlara yönelmesinin kendisi açısından daha iyi olacağını” söyler. Süleyman ise, “Aynı makamların Kürtlerde de var olduğunu, hatta özellikle hicaz parçalarda biraz daha otantik, güzel ve duygusal işlendiğini” savunur. Araştırmalarını bu süreçte daha da hızlandırır. Serhat ve Botan yöresinin parçaları üzerinde durur. “Batmane Batmane” parçasını bu dönemde, Ege’deki gibi değişik enstrümanlar kullanarak, batı sazları eşliğinde yorumlamaya çalışır. Böylelikle daha zengin bir müzik kültürünün ortaya çıkacağı kanısındadır.
1991 Şubat ayına gelindiğinde Süleyman abisini şaşırtmıştır. Ulusal ve ideolojik sorunlardan uzak tutulmak istenen Süleyman, politik duruşuyla, inanılamayacak kadar abisini hayrete düşürmüştür. Tartışmalarında daha bir derinlik vardır. Buna bir de evlilik kararını açıklaması eklenince, ortalık adeta daha da karışmıştır. Çünkü bu bir tabuyu yıkmak demekti. O güne kadar küçük, büyükten önce evlenemez, bu bir gelenekti, töreydi ve şimdi Süleyman bunu da çiğniyordu. Burada da yine dediği yapılır. Üniversite’de tanıştığı okul arkadaşı Yıldız’la aynı ay Denizli’nin Çivril ilçesinde aile dostlarıyla birlikte sade bir düğün yapılır.
İncelen ip kopuyor…
Süleyman sadece müzikle sınırlandırmıyordu kendini. Aynı zamanda tiyatro oyunlarında da oynuyordu. Kendisine ölçü aldığı başarı grafiği burada devam ediyordu. Ancak her ne kadar Avrupa ortamı teknik açıdan insanı geliştirse de, olanaklar sunsa da, “Bir devrimci için ülkeye dönmek bir görevdir” diyordu. Yine Kürt müziğine, kültürüne, folkloruna karşı var olan tehlikeleri de sezerek şunlara dikkat çekiyordu; “Bizim güçlü bir kaynağımız var. O kaynağa dönüş, özellikle orada Kürt kültürünü ortaya çıkarmak, bize düşüyor. Bugüne kadar dengbêjler belli bir noktaya getirdiler, biz bunlara el atmazsak ortada kaybolacak. Zaten Türkleştiriliyor. İzzet Altınmeşe, Nuri Sesigüzel gibileri örnektir. Eski parçalarımızı çıkaralım, okuyalım, geleceğe aktaralım, bunlar kaybolmasın.” O, klasik parçaları modernizmle yorumluyordu.
Ve Hozan Serhat 1996 yılında kaynağa dönüşü gerçekleştirdi. Zap’ta birkaç ay kaldıktan sonra, Hewlêr’de bulunan Mezopotamya Kültür Merkezi’ne gider. Kuzey Irak’ın hemen her yerinde gecelere, morallere katılır. Behdinan ve Süleymaniye’de canlı ve dinamik tarz ve temposuyla faaliyetlerini aralıksız devam ettirdi. Süleymaniye’de Güzel Sanatlar Akademisi Orkestrası’nın dikkatini çeker ve ilk kez bu orkestrada bir tamburwana yer verilir.
Kürdistan dağları
PKK felsefesi ile her geçen gün düşünceleri daha da derinleşen Hozan Serhad, 1991 yılında hayatını birleştirdiği üniversiteden arkadaşı Yıldız ile birlikte bir Temmuz günü yönünü Kürdistan dağlarına çevirir. Yıldız, Cizîr’de tutuklanarak 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılarak Amasya Cezaevi’ne gönderilirken, Hozan Serhad ise PKK saflarındaki yerini alır.
Müzik eğitimindeki yetkinliği göz önünde bulundurularak Avrupa’da kültür-sanat faaliyetleri için Hünerkom’a gönderilen Hozan Serhad, 4 yıl burada çalışma yürütür.
Avrupa’da teknik açıdan gelişmiş enstrümanlar ile tanışıp kendini geliştirse de, “Bir devrimci için ülkeye dönmek bir görevdir” diyen Hozan Serhad, 1996 yılında Kürdistan’a dönüş yapar. Zap’ta bir süre kaldıktan sonra Hewlêr’de MKM’ye giden ve sonrasında burada sayısız sanat etkinliğine katılarak müziğini icra eden Hozan Serhad, 1997 yılında KDP’ye bağlı grupların MKM’yi ablukaya alarak bazı sanatçıları şehit düşürmeleri ile yönünü tekrar Botan’a çevirir.
16 Mayıs 1997’de PDK peşmergeleri MKM ve Heyva Sor kurumlarını ablukaya alır. MKM de bulunan sanatçıların bir kısmi öldürülür. Ancak katliamdan dört gün önce Süleymaniye’ye geçen Hozan Serhat (Süleyman), yine yüzünü gösteren ihanet üzerine yazdığı “Hewlêr” yaşanılanları tüm gerçekliği ile ortaya koymaktadır.
Halil Uysal ve Hüseyin Kaytan gruplarının Botan’a gitmesi kararlaştırılır. 91 yılından bu yana kamera ve fotoğraf makinesinin girmediği Botan’ı duyan Hozan Serhat da gitmeyi önerir, ancak önerisi uygun görülmez. Botan’a gidip klip çekmek istediğini bildirir. Israrlar sonunda kabul edilir.
Hozan Serhad’ın Şehadeti
“Güvenlik sorumlumuz Sadık konuştu:
“Durmayın!” Aklıma gelen her şeye küfrederek Serhat’a son bir kez baktım. Yüzünde aynı şaşkınlık vardı. Öte yandan sanki çok sakin görünüyordu, bizim gibi telaşlı değildi. Düzlüğe vurduğumda, üzerinde mısır patlatan kızgın bir saç üzerinde koşuyor gibiydim. Kendimizi sakınacak bir konumumuz, siper alacak bir tek taş, bir çalı bile yoktu. Binlerce mermi, her yanımızı sıyırarak bahar otlarını biçerken, yapmam gereken, ama hep ertelediğim şeyleri düşündüm. Ardından Halil ve Sadık da düzlüğü geçtiler. Dönüp onlara baktım, sağlam görünüyorlardı. Ama Serhat yoktu.
Orada kalmış, düzlüğü geçememişti. Hiçbirimizin bir anda yağmur gibi inen binlerce mermiden kurtulma gibi bir şansımızın olması o an düşünülemezdi. Bereket askerler ve korucular yeteneksizmiş ve bizim kadar soğukkanlı değillermiş. Bir buçuk saatte, binlerce silahın ateşi altında, arkasına sığınacak tek bir mevzi
olmadığı halde, Mamêmus tepesine batı yönünden çıktık. Tepeyi tutması gereken asker ve korucular hala nefes nefese, tepenin doğu yamacındaydılar. Yüz metre farkla o sabahki koşuyu biz kazanmıştık. Bir ömür gibi geçen, birbuçuk saat süreyle, her türlü silahın ateşi altında Mamêmus tepesine tırmanırken, daha doğudaki Alan vadisi başlangıcında, korucu ve asker kolları arasında pimleri düzeltilmiş bombalar ve emniyeti açık silahlarımızla akşama kadar kımıltısız beklerken, Serhat’ın o su kıyısında, Nismo gölü yakınlarında, Nismo sevdası uğruna şehit olduğunu düşündük. Asker ve korucular, nereye gittiğimizi de gördükleri halde, hemen aralarında olduğumuz halde, akşama kadar üstümüze gelmediler. Onlar açısından akıllıca olan da buydu. Çünkü biz, son saldırımızın çok etkili olması için, birkaç adım yanımıza kadar sokulmalarını bekliyorduk. Serhat o gün, 12 Temmuz 1999’da, saat 11.00 sıralarında sağ esir düşmüştü. 13 Temmuz günü şehit düşürülür. ”