İktidar İslam’ında ideolojik hakimiyetin sağlandığı bir kaç temel alan vardır.
HABER MERKEZİ – Yazımızın bu ikinci bölümünde Erdoğan ve AKP ile devletin ‘Allah’ın izni ve takdiri’ ile nasıl yönetildiğini ele almaya çalışacağız.
İktidar İslam’ında ideolojik hakimiyetin sağlandığı bir kaç temel alan vardır. Bunlardan birincisi iktidar İslam’ının İslam öncesi Mekke yaşamını çok fazla geri göstermesi, cahiliye çağı adı altında Arap aşiret kültürünü neredeyse sıfırlamasıdır. Oysaki Kur’an bu ‘cahil Arapların’ dilindeki kavramları kullanarak konuşmaktadır. Kur’an da ‘gerçekleri inkar eden, doğruya gelmeyen, yeni fikirleri kabul etmeyen tutuculuk’ halini ve bunu yaşayanların nitelendirildiği ‘cahil’ ve ‘cahiliyet’, iktidar İslamınca ‘hiç bir şeyin bilinmediği ve hiç bir şeyin olmadığı karanlık çağ’ şeklinde tanıtılmıştır. Dolayısıyla ‘İslam’dan önce, dinimizden önce, peygamberden önce’ gibi ifadelerle başlayan tüm cümlelerin İslam’a inanların kafalarındaki karşılığı her türlü kötülük, gerilik, karanlık biçimindeki inançtır. AKP ve Erdoğan’ın kendilerinden önceki cumhuriyet yıllarını tanımlamaları işte bu inanca hitap ediyor. Ve güncelliyor. Erdoğan’ın sık sık CHP ve CHPli yılları kast ederek ‘cahil bunlar cahil, medeniyetimizden uzak bunlar’ sözü belirttiğimiz iktidar İslam kavramının Türk iktidar sınıflarının iç mücadelesi içine çekilmesidir. Erdoğan sık sık ‘biz gelmeden, AKP iktidarından önce’ ile başlayan tüm cümleleri ve propagandaları Müslümanların cahiliye çağı algısına doğrudan bir gönderme içerir. ‘AKP iktidarından önce Türkiye yoksulların, cahillerin, yerli ve milliliğe düşman olanların, elitlerin Türkiye’siydi’ denilirken de bu mantığa gönderme yapılır. Bu söylem Türk, Kürt, Arap tüm Müslümanlarda ortak bir inanca hitap ettiği için ilk yıllarda AKP ve Erdoğan ‘tüm Müslümanların lideri, model partisi’ kimliği ile tanıtıldı.
İktidar İslam ideolojisinin hakimiyetini sağladığı bir diğer alansa doğrudan iktidar sınıfları içinde yer değiştirmeyi meşrulaştıran söylemlere dayanır. Burada da İktidar İslam’ı Mekkeli aristokratları aşırı derecede kötülemiş, onları itibardan düşürmüştür. Böylece ‘paralı ve silahlı’ hakim aile ve hanedandan ‘ideoloji ile buluşmuş silahlı ve para’ egemenliğine geçiş yapılmıştır. Muhtemelen İslam anlatımları içinde en çok öykü ve hikaye Müslümanlarla müşrikler arasındaki olaylara dayanır. Bu anlatım yöntemiyle reayada, aristokratların her şeyi kötülenmiş, küfür, zalim ve cehalet bunlar üzerinden inşa edilmiştir. Öyle ki Hz. Muhammed’i besleyip büyüten ve koruyan müşrik amcası Ebu Talip hakkında bile çekinerek konuşulmuştur. Böylece ‘Onlar, o kimseler, Müşrikler’ ifadeleri iktidar İslamında etkisi büyük, doğrudan karşılığı olan kelime ya da nitelemelerden olmuştur. Bu iktidar İslam algısını da Erdoğan hemen hemen her konuşmasında kullanmaktadır. ‘bunlar, bu zatlar, CHP zihniyetliler, teröristler, bölücüler, projelerimize karşı çıkanlar, batı hayranı olanlar vb…’ sözlerle başlayan söylemlerinin hatırlattıkları, Müslümanların kafasında muhaliflerle müşrikleri eşitleyen algı yaratarak iş görür. Bu iki algı biçimi harekete geçirildiğinde toplumun en azından bir kesiminin algısında Erdoğan peygamber değilse de halife olarak oturmuş olmaktadır. Böylece reaya (bilinçsiz iradesiz kitle) içinde büyük sultan algısı oluşmuş olur. Türkiye’de AKP iktidarıyla birlikte sıkça tartışılan ‘kamplaşma, ötekileşme, ayrışma, bölücülük’ AKP ve liderinin taraftarlarının kafasında muhalifleri İslam öncesi ve sonrası dönemin din düşmanlarını tanımlayan dille tanımlamalarının bir sonucudur. Bu, en az bin dört yüz yıldır kullanılan ve halkın çok rahat algıladığı biçimdeki propaganda olduğu için sonuç alabiliyor. Erdoğan ve ekibinin başarısı bu iktidar İslam söylemlerini milliyetçilik ve ırkçılıkla buluşturmasındadır. Dinci ve milliyetçi söylemlerle bilinç yaratarak kitleleri sürüklemek en kolay iktidar yoludur.
Erdoğan etrafında oluşturulmuş yalandan liderlik keyfiyetine (esası iç yüzü) Türk devletinin ve egemenlerinin neden ihtiyaç duyduğunu biliyoruz; İslam günümüzün en ucuz ve Ortadoğu özgülünde de en etkili değerdir. Buna bölgesel gelişmeler ve Kürtlerin kimlik mücadelesini engelleme de eklenince Türkiye’de Erdoğan gibi bir kişiliğe ‘Allah yürü ya kulum’ demiştir. Bu konjonktürel bir durum ve ortamdır. Erdoğan kendisi için ‘Allah’ın yürü ya kulum’ dediği bu konjonktürel ortamı kalıcılaştırmak istediği için çok tehlikelidir. Kalıcılaşıp kalıcılaşamama onun en büyük çelişkisi ve korkusudur. Büyük suçlar işleyerek bu suçlara devleti ve müttefiklerini de katarak herkesi kendine mecbur edip kalıcılaşmak gibi oldukça riskli yöntemlere bile baş vurmaktadır. Suriye ve Kürtler konusu bu riskleri aldığı, büyük suçlar işlediği alanlar oluyor. Hal bu olunca çoğu kez yanında yalnız Allah’ı var düşüncesine kapılmaktadır. Kimseye güvenmemesi, meclise bile yüzlerce asker ve polis korumasıyla gitmesi bu ruh halinin sonucudur. Hiç kimseden değil Allahtan ve kendisine inandığını düşündüklerinden yardım dilemektedir. Kimseye güvenmediği için karşısındaki insanlardan kaç tanesinin kendisine güvendiğini de bilmemektedir. O’da ağırlığı Allah’ı anlatmaya vermektedir. Bakın Erdoğan Allah’ı hangi özellikleriyle anlatıyor; Allah’ın izini ve takdir ile yolla koyulduk. Biz Allah’ın bize nasip ettiği bu hizmetler için varız. Allah yar ve yardımcımızdır. Bizim arkamızda Allah vardır. Allah bize karşı kurulan tüm tuzakları bozdu ve bozacaktır. Biz yaratılanı yaratandan ötürü severiz. Biz Kur’anla büyüdük. Biz ezan sesini dinleyerek büyüdük. Biz Allah’ın yardımıyla büyük engelleri aşa aşa geldik. Biz Allahtan başka kimseye boyun eğmeyiz. Sizin dolarlarınız varsa bizim de Allah’ımız vardır. Biz hesap gününden korkanlardanız… Tümünü sıralasak yazımız uzayacağı için sıklıkla tekrarladıklarını belirmekle yetinelim.
Bir İslam inançlısı için yukarıda Allah’ın sıfatlarından yazdıklarımızın Müslüman biri tarafından söylenmesinde çok anormal bir durum yoktur. Ancak o kadar saf olmayın. Çünkü Erdoğan’ın kişi olarak kendini böyle anlatmasının birde her gün yirmi dört saat basın yayında halka indirgenen ve bu söylemleri ‘sosyolojikleştiren’ bıktırıcı bir propaganda makinası çalışıyor. Bu iki söylem birleşince karşımıza farklı bir tablo çıkıyor. Yukarıda Erdoğan’ın gücünü ve yaptıklarını hangi söylemlerle Allaha dayandırdığını belirttik. Bu tanımlardan birini ya da bir kaçını her an Erdoğan’ın ağzından duyabilirsiniz. Peki Erdoğan’ı lider yapanların kurduğu sosyolojikleştime tezgahında yukarıdaki tarifler nasıl kullanılıyor hiç dikkat ettiniz mi? İşte asıl mesele de burada gizlidir. Size önerim özellikle Erdoğan mitinglerde sahneye çıkmadan bir kaç dakika önce konuşmaya başlayan ve Erdoğan’ı metheden adını bilmediğim sesi çirkin bir adamı iyi dinlemenizdir. Kuşkusuz ki TV kanallarında da benzer anlatımlar süreklidir. Ancak en yalın haliyle bu ‘sosyolojikleştirme’ tezgahı o tanıtım ve sunuş konuşmalarında ve miting pankartlarında kullanıldığı için dikkatinizi oraya çekmek istedim. Şimdi de bahsini ettiğimiz Erdoğan üzerinden lider yaratan o ‘sosyolojikleştirme’ tezgahının dişlilerini meydana getiren sözleri hatırlayalım; Büyük lider. Halkın evladı. Halkın dostu. Yoksulların ve yetimlerin koruyucusu. Adaletli lider. Milletimize kurulan tuzakları bozan lider. Sizden ve içinizden biri. Milli ve yerli. Ümmetin umudu. Müslümanların sevdalısı. Çağ atlatan lider. Teröre karşı savaşan lider… Bu sıfatlandırma listesi uzar gider.
Şimdi sıkı durun. Birileriniz şimdiye kadar hiç düşünmediniz biliyorum. Bazılarınızın da oldukça zoruna gidecek onu da biliyorum. Ama bende sizden bir şey istiyorum. Birazdan dikkatinizi çekeceğim noktaya elinizi vicdanınıza koyarak okuyup üzerinde biraz düşündükten sonra kararınızı verin diyorum.
Erdoğan’ın konumunu elde ederken Allahtan gelen yardımları sıfatlandırdığı tariflerine denk düşecek sıfatlandırmalar ‘sosyolojikleştirme’ tezgahında bu defa da Erdoğan için kullanılmıyor mu? Büyük Allah yerine büyük lider denilmiyor mu? Tuzakları bozan Allah yerine bu millete kurulan tuzakları bozan lider sözü geçirilmiş olmuyor mu? Yukarıdaki sıfatlandırmaların tümünü yani Erdoğan’ın Allah’ı kullanması ile Erdoğan’ı lider diye topluma sunan devlet mekanizmasının Erdoğan’ı sıfatlandırmak için kullandıklarını karşılaştırın. Ve sıradan bir insanda bu tanımlamaların nasıl bir duygu ve düşünceye yol açtığını biraz düşünün.
Hiç çekinmeden belirtmek gerekir ki diktatörlerin olduğu İslam devletlerinde diktatör (haşa) Allah’ın inançlılardaki algısı ile sunulur. Erdoğan yaratılan biri olduğu için ondaki çok açık ve yalındır. Örneğin Saddamı bilenler bilir. Saddam kendisini böyle abartanları pek sevmezmiş. Erdoğansa tam tersi bir adamdır. Abartıldıkça o abartıldığı gibi olduğuna inanıyor. Giderek devletin ve toplumun her şeyine karışması bundandır. Dikkat edilirse Erdoğan giderek daha da güçlü olduğuna inanıyor. Çünkü böyle bir kişiliği yaratanların çıkarları onu sürekli abartmaya ihtiyaç duyuyor. O ‘benim milletim, benim partim, benim hükümetim, benim heyetim, benim askerim polisim vb…’ ile her şeyi kendisinin malı ve mülkü olduğunu sanıyor. Oysaki İslamda her şeyin sahibi Allah’tır.
Şimdi Erdoğan’ın diğer kişi ve kurumları belirtirken neden ‘benim’ dediğini ve başta zenginleştirdiği medya patronlarının yayın organlarında olmak üzere Erdoğan’ı abartarak mal ve mülk edinenlerin onu neden ‘büyük…’ ile tanımladıklarını anladınız mı? Ve hesap gününden korktuğunu her fırsatta dilendiren Erdoğan’ın neden Kürt halkına her türlü zulmü çekinmeden uyguladığını birazcık da olsa anladınız mı? Böyle bir adamın sıradan bir yurttaşa nasıl bakabileceğini düşündünüz mü? Zaman zaman TV ekranlarında insanlara nasıl dokunduğunu ve baktığını sosyal ve psikolojik olarak hiç incelediniz mi?
Türk halkının bir kesiminin gözlerini kör kulaklarını sağır, dilini lal, vicdanlarını taş eden özel savaş yönteminin bu olduğunu belirterek bitiriyorum.
Kaynak: Mehmet Gören/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi