HABER MERKEZİ –
Devrimci önce kendi vicdanına karşı hesap vermeyi bilmelidir
Bıktım artık bu yılların ikiyüzlülüğünden, güçsüzlüğünden, zavallılığından, yalancılığından, gerçekten de çaresizliğinden. Yapamıyor, sözünün gereklerini yerine getiremiyor. Açıkça hepinize soruyorum; neden bir söze ağırlık veremiyorsunuz? Neden sözünüze karşı bu kadar ikiyüzlü davranıyorsunuz? Tabii bu kötü niyetinizden kaynaklanmıyor. Güçsüzsünüz ama, güçsüzlüğünüzün nedenlerini niye araştırmıyorsunuz? Kendinizi güçlendirme yolu üzerinde neden durmuyorsunuz? Aşiret usulü kendinizi partinin içine atıyorsunuz veya bazı yetkilere sığınarak ‘ya Allah’ deyip ortalığa bütün çirkinlikleri, bütün tehlikeleri savuruyorsunuz.
Nasıl korkmuyorsunuz? Unutmayın ki, parti içinde tek bir doğruyu bile yaşatamadınız. Partinin çok önemli olan değerleri var. Yani artık ödümüz de kopuyor; yanıyorlar. Bu kadar değer gitti, ben araştırmaktan korkuyorum artık; ne kadar değer düşmana kaptırılmış ve hatalar nedeniyle ne kadar değerli savaşçılar, bilmem bu partileşmeye gelenlerin harcanmasına neden olunmuş diye. Ödüm kopuyor, ama vicdansızlara bakıyorum, kendine hesap sormuyor. Tabii bu noktada nefret ediyorum. Çünkü ben halen günlük olarak tırnakla söküp alma savaşını veriyorum.
Benim nefretim yerindedir. Değerler savaşımını güçlü vermeyene ben niye saygı duyacağım? Kendine, emeğine bile saygılı olmayanı ben nasıl saygıyla karşılayacağım? Siz nasıl kendinizi kabul edeceksiniz? Gözlerinizin önünde büyük değer kayıpları olmuştur. Bunu inkar edemezsiniz ki, hatta belki kendiniz yol açtınız bütün bunlara. Suçu sağa-sola yıkarak bunun altından çıkamazsınız. Çok ciddi bir vicdan sorununuz var. Artık ben, acaba sizi nasıl vicdana getireyim, nasıl hesap verme noktasına getireyim diyorum. Siz daha fazlasını yapmak zorundasınız, çünkü devrimci önce kendi vicdanına karşı hesap vermeyi bilmelidir ki, “ben nerede ne yapmalıyım, niçin yapmalıyım” sorusuna cevabı ve dürüstlüğü ortaya çıksın.
Benim dayatmamla olması fazla anlamlı değil. Kaldı ki, bunu gözünüzün önünde yapmaya da gerek yoktur. Bu bir insanileşme veya kendinizi gerçekten doğru yola koyma işi oluyor. Parti istedi diye de değil, siz istemelisiniz. Hatta parti göremeyebilir, istemeyebilir; sizin için bir vicdan isyanı olmalıdır. Ben öyle yapmıyor muyum? Kimse bana dayatıyor mu? Oldum olası kimse bana dayatıcı olmadı. Kendim için doğruyu hep ben istedim. Böyle bir tutkunuz, böyle bir isyanınız gelişmelidir. “Ben neden yapamadım, neden koruyamadım, neden geliştiremedim?” demelisiniz. Şimdi çoğunuza bakıyorum, bencillikte yarışacak, değerler üzerinde haksız tasarrufta sınır tanımayacak bir konumunuz var. Bu kişilik parti içinde kaç para eder diye sormuyorsunuz da.
Ben çok açık söyleyeyim; ilk çekişmelere, çatışmalara girdiğimde bu nedenle girdim. Bir adamın hakkı olmayanı, bir adamın yapması gerekeni yapmadığını, oldukça çirkin olduğunu gördüğümde ben esas duruşa geçtim. Ve hatırlıyorum, o zaman çocuk iken, yani karşımdakilerin kötülükte nasıl yarıştıklarını, giderek nasıl çirkinleştiklerini gördüm ve sakındım. Kendime çeki-düzen verdim. Ondan sonra da bu tutumumu bu güne kadar sürdürdüm. Şimdi anlıyorum ki, siz bu eskilersiniz. O benim çocuk iken karşımda, “neden böyle yapıyorlar, neden haksız, neden çirkin, neden samimiyet göstermiyorlar?” dediklerim oluyorsunuz. Onların büyümüş, mekan değiştirmiş veya farklı zaman ve mekanlarda yaşayan kişilikleri oluyorsunuz.
PKK’nin ortamı en ileri, en güzel, en doğru, en hayati, yaşamsal değerlerin biriktiği bir alandır
Halbuki PKK Önderlik gerçeğinde durum bunun tersidir. Şimdi diyeceksiniz ki; “Çoğuz, Önderlik bize vız gelir”. Bu tartışmalıdır, sizin çok olmanız, çok katı kemikleşmiş özellikleri ısrarla sürdürmeniz acaba sizi kurtarmaya yeter mi? Şu anda parti içindeki savaşım veya militanlaşma, önderlikleşmede savaşım bu iki gerçek arasındadır ve bu savaş gereklidir. Ben kendi huylarımın iyi olduğuna inanıyorum. Ben bunları abartarak da söylemiyorum. Mesela öğretmenlerin hepsinden on numara almıştım. Yine pratik işlerde de hemen her adımda benzer numara alırdım. Çünkü ortada bir başarı vardı. Şimdi sizin çoktandır on numara almak şurada kalsın, sıfır bile alamayacak davranışlarınıza, sözlerinize, işlerinize, özellikle de PKK gibi kesin dikkat edilmesi gereken bir parti içinde niye geçit verelim?
PKK’nin ortamı gerçekten en ileri, en güzel, en doğru, en hayati, yaşamsal değerlerin biriktiği bir alandır. Bu çok açıktır ve bu alanı biz neden bunun zıddıyla bozacağız? Eğer siz de biraz dürüstlük varsa, samimiyet veya değerlere bağlılık varsa o zaman kendinize sorun; “ben ne kadar değerlerin savaşımını yürüttüm? Hatta kendimi parti ortamına kötü bir biçimde yansıtan öğe olmaktan ne kadar çıkardım?” Bu soruları sormadan bizden anlayış beklemek beyhudedir.
Şimdi diyeceksiniz ki; “biz yine ciddiye almayız; kaşarlanmış tipleriz, mayamız böyle yoğrulmuş”. Ama benim de bir savaşımım vardır. Siz de çok zarar veriyorsunuz. Ama henüz bitmedi, Önderlik savaşı sizin karşınızda henüz boyun eğmemiştir. Müthiş bir savaşı sürdürüyor. İlk katılımcılarımız vardı; Haki, Kemal, Hayri. O zamanlar biz PKK ölçüleri, PKK savaş olanaklarına fazla değer vermemiştik, ama halen hatırımızda, pek fazla kusur işlediklerini hatırlamıyorum. Tabii PKK içinde binlerce böyle değer var. Örnek olsun diye söylüyorum, böyle kusursuz değerlerimiz var. Onlar büyük zafer kazanmadılar, ama parti için yaşamayı bildiler, bu da aslında en büyük değer oluyor.
Parti için yaşayabilmek benim için yeterlidir
Ama şimdi bakıyorum, sözüm ona binlerce PKK’li var, partiye rağmen PKK sayesinde tersini yaşıyor, yaşatıyor. Şimdi biz bunu çözeceğiz. Kimdir bunlar? Neden böyle bile bile partiye rağmen, hatta partiye kaybettirmeyi de dayatarak gözü kara yaşıyorlar? Neden biz bunlara göz yumduk? Neden biz bunları böyle fazladan içimize aldık? Hiç olmazsa bazı değerlere saygınız varsa, bunun hesabını artık yapmalısınız. Başka siz PKK içinde niçin varsınız? Başka PKK özelliği, PKK üyelik özelliği ne anlama gelir? Eğer bunu yapamayacaksanız –ki yapamadınız, çünkü hepiniz parti ölçülerini nasıl aşındırdığınızı yazıp duruyorsunuz- gerçekten soruyorum; neden bu kadar aşındırdınız? Sizde hiç vicdan yok mu? Temel değerlere bağlılık yok mu? Erken iktidar hastalığı, işte bilmem bir takım zorluklar parti değerlerine sahip çıkmaya engel midir? Tam tersine, zorluklar çoğaldığında, olanaklar çoğaldığında daha fazla parti ölçülerini esas almak gerekmiyor mu? İşte burada sizde niye vicdan hesabı yok? Bu değerler ucuz değerler midir?
Bu kadar şehit, mesela ben hangisini ele almak istiyorsam; acaba yaptıklarım karşılıyor mu, onlara karşı görevlerimizi yerine getiriyor muyuz, diyorum. Şimdi şehitlerimiz on binleri aşıyor, bir tanesini bile kendinize hiç mesele yapmıyorsunuz. O zaman sizin PKK’liliğiniz nerede kalmış? Bunun yerine neyi dayatıyorsunuz? Daha fazla yetki, fazla değerlerle oynamak, daha fazla değerlerin çarçur edilmesine göz yummak, daha fazla hesap sormamak; daha fazla kariyerizmi mi desem, bürokratizm, ağalık benzerinden her türlü parti dışı ölçülerle kendi kendini kandırma veya bol bol şikayet etmek, görevlerini görmemek, hesap soramamak, tam tersine olumsuzlukları derinleştirmek, göz yumarak sorumluluk duymamak, uzlaşarak, boyun eğerek veya bastırarak olumsuzluğu derinleştirmek. Tabii şimdi size sormazlar mı; hani bu kadar yüce değerler vardı!
Parti dışılık, partide aşınma kesinlikle dolaylı-direkt düşmana hizmettir
Parti ölçülerini basite almanızın aslında kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük olduğu ortaya çıkmıştır. Zorlukların olması, savaşın şiddetlenmesi parti ölçülerinden uzak durmayı, onları aşındırmayı gerektirmez; daha fazla o ölçüleri egemen kılmayı gerektirir. Ölçülerin büyük savaşımı, zorluklar çoğaldığında, hatta iktidar sürecine girildiğinde esas alınır. Parti dışılık, partide aşınma kesinlikle dolaylı veya direkt düşmana hizmettir. “Aşındırdım, aşınmaya göz yumdum, ölçüler bütün gerillada yerle bir edildi” bu sözleri siz neden kolay kullanıyorsunuz? Peki o zaman sizin kendinize zırnık kadar saygınız var mı? Saygı şudur; bu kadar şehit var, bu kadar acımız var, bu kadar halkımızın talepleri var, bu kadar doğru fikirlerimiz var, siyasi çizgimiz var; peki aşınma derken, bütün bunları kaybetmiş olmuyor musunuz, bütün bunları bir çırpıda yere sermiş olmuyor musunuz? “Boyun eğdim, uzlaştım” dediğinizde, yine bütün bunlara en büyük kötülüğü yapmış olmuyor musunuz? O zaman siz kimsiniz? Senin yiğitçe sözün nerede kaldı? Hani her koşul altında partiye bağlı olacaktın, verdiğin bu sözün karşılığı nerede?
Yine en büyük savunma silahınız; ya “Bireycilik yaptım, bastırdım”, ya da “Üstümdekiyle uzlaştım” hani sözün parti sözü olacaktı; sözün içinde boyun eğme, boyun eğdirme var mı? Nereden icat ediyorsunuz veya böyle neden kendinizi kandırıyorsun? Orada suskunluğunuz var, halbuki parti militanlığı suskun mudur? Gözlerinizin önünde bu kadar değer çarçur edildiğinde, peki kendinize bazı sorular sormayacak mısınız? Hiç vicdanınız yok mu? Bakın, ben halen PKK için bazı değerleri yaratmayı görev biliyorum. Günlük olarak bazı işleri yapmak istiyorum, yaptığım zaman biraz ekmeği hak ettim diyorum. Şimdi siz hazır olanı elden kaçırıyorsunuz. Mesela o cephelerde, o dağlarda destan yazılacak iken; ne kadar silah varsa, ne kadar değerli savaşçı varsa bir hiç uğruna düşmana kaptırmışsınız. Peki vicdan bunun neresinde? Peki saygınlığı olma, olgun kişi olma bunun neresinde? Tam tersine, bir de buna dayanarak veya hiç görmezlikten gelerek, kendini biraz daha gözü kara dayatma tipleri; yetkiye dayan, kolay kolay sözüm ona komutanlığı bırakma, kendini daha etkili-yetkili bir kişi haline getir.
Ben daha fazla soru sorma gereğini bile duymuyorum; bunlar çılgın mı diyorum. Bu partide hiç böyle yaşanılır mı? Ama şu anda en çok yaşayanlar da öyleleridir. Sizsiniz, çoğunlukla sorun kendinize, bu söylediğim şeyler eğer gerçek değilse siz bana saldırın. Orada diyeceksiniz ki; “Biz adam olamayız” zaten en çok dilinizden dökülen sözcük budur, “Layık olamadık” peki siz neye layıksınız, buna layık olmayanların parti içinde işi ne? Utanmıyor musunuz ayrıca? En eski arkadaşımıza bakıyorum, “Değerlere layık olamadık, hakkını veremedik” diyor. Peki sen sigaradan niye vazgeçmiyorsun, bu bir ikiyüzlülük değil mi? En kutsal değerleri görmezlikten geleceksin, ama bir sigaraya kırk takla atacaksın! Bu en olumsuz kişilik özelliği demektir veya “Körce kendimi dayattım, intiharvari yaklaştım” bu daha da büyük bir kötülüktür. Değerlere katılım böyle olmaz.
İşte bu sorulara böyle cevap verdiniz mi, hakiki bir PKK kişiliği ortaya çıkar ve bu da güzel bir şey. Bu kişilik kolay kolay yenilmez. Şahadetinde bile başarı vardır. Şimdi siz bunu bilerek, bilmeyerek bizzat veya alet olarak aşındırdınız. Bu da tabii, kendinize en büyük kötülük oluyor. Siz bir şeyi artık kararlaştırmalısınız; bir partili gibi yaşamayı! Ben sizden bazı temel parti ölçülerine bağlı kalmanız dışında fazla bir şey istemiyorum. Öyle şimdiye kadar söylediğiniz gibi, “Şu nedenle aşındırdım” bunu söyleyeceğinize, bana en büyük kötülüğü yapın ben razıyım; bilmem ne isterseniz yapın ben ona da razıyım; ama bu partiyi aşındırmayı kabul edemem. Şimdi hepiniz rapor üstüne rapor yazıyorsunuz, “Parti ölçüleri aşındı, parti bütünüyle aşındı” ben de size söylüyorum, bu en büyük kötülüktür; yani her şey elinizden gitsin, ama partinin ölçüleri, değerleri elinizden gitmesin.
Sınıf savaşını partiye karşı değil düşmana, kendi çirkinliklerinize karşı verin
Çok tuhafıma gidiyor, en büyük değerleri rahatlıkla göz ardı ediyorsunuz, ama basit bir keyfi tutum, küçük bir iddianızı ise ölümüne bize dayatıyorsunuz. Nedir bunlar, ne var? İddia, inat, yaramazlık, işte çirkinliğin egemenliği. Bu benim çocuk iken karşılaştığım yaramazlıklardır. Bu bir hiçliktir, orada toplumsallık, ulusallık adına bir şey yoktur. Yüzyıllardan beri düşman bastırmış, beyinsizleştirmiş, güdükleştirmiş, bir hiç olarak bırakmış; osun sen! Niye görmeyeceksiniz? Bir kutsal vatan duygusu yok, böyle kutsal bazı insanlarla ilişki kurma gereği yok. Göz gözü çıkarsın, kim kimi kandırdıysa kandırsın, kim bilmem kimin aleyhine ne yaptıysa o adamlık olsun. Siz busunuz yani! Eskide ısrar, eski toplumsal değerlerde ısrar bundan başka bir anlama gelmez ki. Hoşunuza gidiyor, ama unutmayın ki, bununla siz düşman karşısında bir hiçsiniz. Kendi vatanınız varsa, kutsal bellediğiniz bazı değerler karşısında bir hiçsiziniz, doğru-dürüst iki kelimeyi bir araya getiremiyorsunuz, bir duygunuz bile yok.
Şimdi ben yutabilir miyim; siz sandınız ki bu Önderlik Hasa-Huso önderliğidir, yutar. Hayır! Ben defalarca vurguladım, anamla, kardeşimle ilk savaşı bunun için verdim. Siz kim oluyorsunuz? Siz bu konuda bir Önderlik gerçeği var diye anlayacaksınız. Yani insan ailesine değer verir, ama ben onlardan on-on beş yaşımda koptum. Hoşuma gitmediği için ilgi bile duymadım. Niye sizin pisliklerinize, çirkinliklerinize bu kadar boyun eğeceğim? Kimsiniz, nesiniz? “Sınıf savaşıdır” diyeceksiniz. Sınıf savaşıysa, onun parti içinde verilişi partiye karşı olamaz; onu düşmana karşı verin, onu kendi çirkinliklerinize karşı verin.
Bu güç sizde yoksa, o zaman diyorum ki; muhasebe yapalım, eğitelim. Eğitime gelememek ne demektir, “ben bilmem neyim, istediğin kadar beni döv, ben adam olamam”. Benim söylediğim ise, suçlu var şimdi ve bu çok yaşamak da istiyor. Ama bunu ağır cezalandırmak gerekecek. Peki şimdi hangisi doğru? Bir halkın yüce ve geliştirilmesi gereken özgür yaşamı söz konusu; bir de bunun işte ezilen, büzülen, bilmem sözüm ona kendini kandırarak yaşamak istediği bir yaşamı var. Hangisini yok etmek gerekir? Hangisine yol açmak gerekir?
Bundan şiddetle çıkarılması gereken sonuçlar var. Islah olmazsanız, bu ağır cezalandırma aslında hepiniz için oluyor. Yaşamın yolu başka türlü açılmaz. Şimdi sizin bundan da haberiniz yok. Hemen her gün konuşuyorlar, benim beynim isyanla karşılaşıyor, yani hassasiyetlerime göre hepsi yanlış, işin yoluna, yordamına göre değil diyorum, ama kendisini kaybetmiş gidiyor. Sen bana dayanarak yaşamak istiyorsan yaşayamazsın heval derim, sen bu tarzda yaşayamazsın!
Şu anda böyle bir çekişme var. Hangi birime el atıyorsam, hangi kişiyle ilgilenmek istiyorsam bir savaş var. Ben bunu doğal da karşılıyorum, isyan da etmiyorum ama, savaşın neresinde yer almamız gerektiğini doğru bilelim diyorum. Ne kadar bize karşı, ne kadar bizimle birlikte; ne kadar düşmana karşı savaşmak istediğinizi açıklığa kavuşturun. Ben haksızsam savaşımınızın şiddeti bana karşı olsun ama, haklıysam savaşımınız benimle birlikte haksıza karşı olsun.
Savaşsız adam koyun gibidir. Ben savaşsız adamı ne yapacağım? Çoğunuzun da durumu budur. Farkında değil; evi yanıp yıkılıyor, tehlike burnuna gelmiş dayanmış, savaş vermek gereğini duymuyor. Bu adam daha da kötü. İşte parti içi savaş bundan dolayı çok önemlidir.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 26 Ocak 1996 tarihli çözümlemesi