HABER MERKEZİ-
Sonunda burada, bu muhteşem dağlarda, muhteşem yoldaşlarımlayım. Dünyanın en şanslı insanıyım. Çünkü çocukluk hayallerimi gerçekleştirdim. Önderliğin fikir ve felsefesinden daha büyük bir süper güç var mıdır? Şimdi o süper güçlere sahibim.
Hepimiz çocukken bir çok hayaller kurmuşuzdur. Bazen izlediğimiz fantastik filmler de hayallerimize yön verir bir çoğumuz güçleri olan ve dünyayı kurtaran insanlar olmak istemişizdir. Ya da uçmak istemişizdir, özgürce dünyanın her yerine sınırlar olmadan kuşlar gibi dolaşmak…
Benim de hikayem böyle başlıyor. Çocukken hep süper güçlerim olsun istemişimdir. Hayallerimin büyüklüğü bu isteğimi doğurmuştu.
Kendi ailemin maddi durumu çok iyi olmasa da evimize ekmek giriyor, aç yattığımız bir gün olmuyordu. O çocukluk halimle izlediğim haberlerdeki Afrikadaki aç çocuklara üzülürdüm. Savaş durumunda katledilen çocuklara ağlardım. Benim gibi çocuk olan ve çocukluklarını yaşamalarına izin vermeyen dünyaya kızardım, öfkelenirdim. Süper güçlerimle tüm çocukları kurtarmak isterdim.
Yanı başımdaki çocukları, halkı fark etmem çok uzun sürmedi. Kuşkusuz her Kürt çocuğu gibi benim de sorgulamalarım devlet okulunda başladı. Okula başlarken Türkçe bilmeyen ben yaratılan asimilasyon politikalarıyla ana dilimi unutur hale gelecektim. Kürtlüğümden utanır hale gelecek bu yüzden de hep kaçacaktım.
Kobane direnişiyle başlayan sorgulamalarım gittikçe derinleşecekti. Sonrasında Öz yönetim direnişi beni birçok sorgulamalara götürecek, düşman gerçekliğini daha iyi tanıyacaktım. Yurtseverlik duygularımın derinleşmesi o zaman başlayacaktı. Ama Yurtseverlik kavramını ilk defa üniversitede duyacaktım.
Üniversitenin ilk yıllarında çalışmalarda yer alan bir kaç arkadaşım bana “Yurtsever misin?” diye sorduklarında kala kalmıştım. Utanarak yurtseverliğin ne olduğunu sorunca onlar da anlatmaya başlamışlardı. Tam kendimi böyle tanımlayabilir miydim bilmiyorum ama halkımı, ülkemi, kültürümü çok seviyordum ve bunun için her şeyi yapmaya hazırdım.
İstanbul Üniversitesinde sınıf öğretmenliği okuyordum. Lisedeyken Bahoz filmini izlemiştim. Filmde devrimcilerin mekanı olan Küba Kantini vardı. Üniversiteyi kazanınca ilk işim Küba Kantinini aramak oldu. Tam kantinde oturup devrimci olacaktım ki bir baktım kantin, Küba falan değil bildiğin kantin. Neyse dedim; kantinde oturan devrimcilerden olmak nasibimiz değilmiş. Devrimci Kürt öğrencileri aramaya başlamıştım. Hatta birine Küba kantini nerede diye sorduğumu çok iyi hatırlarım. Sonrasında fark ettim ki izlediğim filmlerdeki gibi değildi artık bu okullar. Deniz Gezmiş gibi birçok devrimcinin çıktığı İstanbul Üniversitesi artık farklıydı.
2016 yılının sonlarıydı. Puşi takarak dikkatleri üzerime çekmeye çalışırdım, Kürt olduğum belli olsun diye (halbuki bir kilometre öteden belliydi de) ben yine de hazırım beni örgütleyin demek istiyordum. Bir ay içerisinde sadece gidip geldim ve hala kimseye ulaşamamıştım. Sonrasında Şehit Argeş Roni’yi (2021’de Gare-Siyanê Şikeftinde şehit düşen arkadaş) tanıdım. Boynumdaki puşiyi gören Argeş Roni arkadaş (Sefkan Kaya) tek başıma oturduğum kampüste yanıma yaklaşmış ve Merhaba demişti. Merhaba diye karşılık vermiştim. İlk sorduğu soru Nerelisin olmuştu. Tatvan’lıyım demiştim. Bu Kürt müsün sorusunu sormanın başka bir yoluydu. Kürt olduğumu anladıktan sonra beni diğer arkadaşlarıyla birlikte kaçak çay içmeye davet etmişti. Onların aradığım kişiler olduğu anlamıştım. Gittikten sonra o kadar rahatlamıştım ki, sonunda ulaştım demiştim.
Böylelikle her şey başlamış çalışmalara dahil olmuştum. Fakat üniversite içerisinde ufak tefek yaptığımız eylemler tatmin etmiyordu. İçimden hep daha fazlası olması lazım diyordum. OHAL süreciydi ve düşmanın yönelimleri çok fazlaydı. Her gün yüzlerce göz altı ve tutuklamalar oluyordu. Önder APO’dan yine haber alınamıyordu. Buna dönük bir şey yapamamak vicdani ve ahlaki yönden hiç doğru gelmiyordu.
Türkiye solunun kafelerdeki tartışma ortamlarında bir araya geldiğimizde ne yapıyorum gerçekten demekten kendimi alıkoyamıyordum. Burada vakit harcayacağıma bir çok şey yapabilirim diyordum.
Bir süre sonra düşman üniversite çalışmalarına yoğunlaşmış ve bir çok arkadaşımızı tutuklamıştı. Aralarında Şehit Argeş de vardı. Gitmeden önce bana sürekli mücadeleyi farklı boyuta taşırmanın zamanı geldiğini söylüyordu. Kendisine yoğunlaşmalarımın olduğunu anlamıştım. Bizleri de o temelde yoğunlaştırmaya çalışıyordu.
2018 yılında faşist, işgalci Türk devletinin Efrîn’e yönelik işgal saldırısı bende inanılmaz bir etki yaratmıştı. Yaşanan vahşeti görünce bu şekilde olmayacağını anlamıştım. Birkaç basın açıklamasıyla ya da yürüyüşle mücadele ettiğimi düşünerek kendimi kandırıyordum. Hem ne olacaktı ki diplomamı aldıktan sonra, devlet kurumlarında çalışan bir öğretmen mi olacaktım. Bize yapıldığı gibi ben de gidip binlerce Kürt çocuğunu asimile etme politikalarına alet mi olacaktım.
O zaman artık bir özgürlük gerillası olmaya karar vermiştim. Hemen arkadaşlara ulaşmaya çalışmış ve verdiğim kararı aktarmıştım. O gün bende ve söylediğim arkadaşlarda yaşanan heyecan ve sevinç bugünmüş gibi aklımda. Geç bile kalmıştım. Hep keşke daha önce olsaydı diyordum. Daha kaç katliam, işgal görmem gerekiyordu bu kararı vermem için, diyordum. Sonunda burada, bu muhteşem dağlarda, muhteşem yoldaşlarımlayım. Dünyanın en şanslı insanıyım. Çünkü çocukluk hayallerimi gerçekleştirmiştim. Önderliğin fikir ve felsefesinden daha büyük bir süper güç var mıdır. Şimdi o süper güçlere sahibim.
Buradan söylemek istediğim sadece Kürt gençlerine ve özelde de Kürt öğrencilere: Sizce de çok görmedik mi yaşamadık mı? Her gün özgür dağlarımıza dönük saldırılar yapılıyor. Halkımız katlediliyor. Önderliğimizden 4 yıla yakındır hiç bir şekilde haber alamıyoruz. Bu direniş genç başladı. Önderliğimiz üniversite yıllarındayken 50 yılı aşkındır süren ve şu anda tüm dünyaya etkide bulunan bir ideolojiyi yarattı. Bir çok şey başarabilir, bir çok şeye öncülük edebiliriz. Dilimizi bile konuşmamıza izin vermeyen, halaylarımızdan bile korkan bir düşmanla karşı karşıyayız. Bu faşist sisteme en büyük cevap Önder APO’nun fikir ve felsefesine katılımdır. Özgür gerilla saflarına katılımdır.