HABER MERKEZİ
Yazının başlığını belki de Bir Rejim Neden Beyaz Tülbentli Analardan Korkar diye atmak daha yerinde olurdu.
Evlatları süresiz ve dönüşümsüz açlık grevleri ve ölüm orucunda olan analar, evlatlarının ölümlerini durdurmak için sokaklara inmişlerdir. Evlatları Önder Apo’nun tecridini kendi tecritleri bildikleri için bu tecridi kırmak için aylardır bedenlerini ölüme yatırmışlardır. Önder Apo’nun tecridini kırmak isteyenler biliyorlar ki Başkan Apo’nun üzerindeki tecridin kırılması esasta faşizmin de yıkılması olacaktır. Faşizmin yıkılması ise hem Türkiye’nin demokratikleşmesi hem de Kürdistan’ın özgürleşmesi olacaktır.
Evlatlarına inanan analar evlatlarının taleplerini kendi talepleri bilerek hem tecridi kırmak istiyorlar hem de evlatlarının yaşamaları için sokaklara beyaz tülbentleri ile inmişlerdir.
Analar ki, kutsal kitaplar cennetin onların ayakları altında olduğunu söyler. Analar ki, gerçekten de cennetten çıkmışçasına başlarında beyazlarla ve de pirüpak istemleriyle bir ahenk içerisindedirler.
Kişilikleri sade, istemleri sade, eylemleri ise en pasif, her türlü şiddetten uzak, son derece siyasi ancak bir o kadar da insani.
Tecrit ki bir insanlık suçu. İstenen bir hukuk devleti oldukları iddia edenlerin, kendi hukuklarına saygı göstererek rehin tutulan Başkan Apo’nun tecridinin kaldırılmasıdır. Kendi hukuklarında yazdıklarının yerine getirilmesidir.
Böyle oldukça insani ve temiz olan bir eylemin eylemcilerine-ki bunlar cennetin onların ayakları altında olduklarına inanılan analardır-şiddet uygulanıyor. Yerlerde sürülüyorlar. Hakaretler ediliyor. İtiliyor ve kakılıyorlar. Bunlar yetmiyor sözde bir kadın- sanki kadın olgusuna hakaret edercesine- cinnet geçirerek analara vurmak için kendisinden geçiyor. Her gün bir yerde başka bir şekilde anaların önü kesilerek, iradeleri kırılmaya çalışılıyor.
Bu kadar masumane bir eyleme, bunca masumane olan analara şiddetin dozajının bu düzeyde yüksek tutan bir rejim, bunu niçin yapar?
Eylem pasif, eylemciler de pasif. Yapılan bir oturmadır. En fazla söz düzeyinde analar evlatlarının ölmesini istemediklerini haykırıyorlar. Bir avuç ananın üstüne yüzlerce polisinin sürülerek çembere alınmaları, ezilmeleri, hakaret edilmelerinin nedeni nedir?
En fazla hoşgörü gösterilmesi gereken bir eyleme bu kadar tahammülsüzlük neden?
Bu tür soruları daha fazla da sıralamak mümkündür.
TC adındaki sömürgeci ve işgalci yapı kendi içerisinde korkunç düzeyde parçalıdır. Kutuplaşmış, her an çakılacak bir fitille ne olacağı belli değildir.
TC adındaki aynı yapı yeni dönemde bir yerel seçimi yaşadı. Ancak yerel seçim demek için bir milyon şahit gerek. Yerel olmanın dışında her şeye benzeyen bu seçim birçok kırılma noktasını birlikte getirdiği gibi esasta seçim yerel olsa bile esas olan iktidardaki partinin, cumhur reisinin düşmesidir. Türkiye nüfusunun yüzde 65’ini, ekonomisinin ise yüzde 75’i artık iktidardakilerin elinde değildir. Bu ise esasta yeni erken seçim demektir. Bırakalım erken seçimi tartışmayı seçimlerin üzerinden bir ay geçmesine rağmen halen Tsunami etkisi geçmediği gibi depremde durulamamış. Tam tersine artı şoklar hem artarak hem de şiddeti yükselerek devam ediyor. Bu ise esasta çok ciddi bir kriz demektir.
Siyasal kutuplaşma, tekçilik, sömürü çarkının başını alıp gitmesi derken, adaletsizlik kendisiyle beraber onca hırsızı, rantçıyı çıkardığı için Türkiye ekonomisi çöküş halindedir. Resmi enflasyon verileri 19,5 gösterilse de, pratik uygulamada bunun çok üzerinde olduğunu tüm uzmanlar söylemektedir. Enflasyonun bu düzeyde yüksek oluşu esasta pahalılık demek olur iken, bunun milyonlarca insan için aç yaşamak demek olduğu açıktır. Yine bu işsizlik de demektir. Bu ise her gün bir yerde şiddet sarmalı, cinnet ve kaos demek olacağını yakın süreç bize gösterecektir.
Sadece bunlar mı, elbette hayır. Böyle gerilemiş bir ekonomiye hangi sermaye yatırım yapar ki? Sermaye kârı sever ancak bugün Türkiye’de her iş alma ya da iş yapma zarar demektir. Böyle olunca sermaye Türkiye’de kalmamakta, sermaye Türkiye dışına çıkarak, kaçmaktır. Bunun da başka bir şekilde yeniden bir tokat olarak Türkiye’ye döndüğünü söylemek bile gereksizdir.
Bunlar yetmezmişçesine buna bir de günlük olarak savaşa akan ve harcanan milyonlarca dolar. Sözde savunma gücünü yenileme çalışmaları ve harcamaları da bunlara eklediğimizde bunlar milyar dolarlara varmaktadır ki, bunların tümü iflas eden bir Türkiye ve fakirleşen Türkiye toplumu demektir.
Diğer yandan Türkiye iktidarının dayandığı tüm mevziler ve dayanaklar bir bir düşmektedir. Libya’da DAİŞ ile birlikte hareket eden AKP-MHP ya da ERDOĞAN-BAHÇELİ’nin mevzileri düşmektedir. Erdoğan’ın yakın dostu olan diktatör Ömer El Beşir zindandadır. Dostları İran kuşatılmıştır. Halen niye faşist Erdoğan iktidarıyla ilişki kurabildiği anlaşılmayan Maduro, sallantıdadır. Çok yakın dostu DAİŞ ezildi ve dostu Ebubekir El Bağdadi kayıplardadır. DAİŞ’lileri Afrika’ya salarak her yere terör estirmeyi düşünen Erdoğan’ın Sudan’daki adası-halbuki o kadar para harcanmıştı- tehlikededir. Suriye’de hem İdlib topun ağzında hem de TC’nin mevziileri toplara tutulmaktaddır. ABD ile S-400 krizi ile başka bir sürü kriz masada ve giderek bu krizler çıkmaz krizlere doğru ilerlemektedir. İsrail ile ilişkiler- en azında söz düzeyinde-diplerde seyretmektedir. ABD İhvanı Müslümanları yani Müslüman Kardeşleri terör listesine almaya hazırlanıyor. Erdoğan’ın Rabia işaretinin Müslüman Kardeşleri’nin işareti yani sembolü olduğu düşünüldüğünde, ne ile karşı karşıya olunduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Avrupa’nın birçok ülkesi ile ilişkileri limoni. Derken Suudi ile ilişkiler kılıç kalkan.
Tüm bunlar yaşanırken Türkiye ve Kürdistan’da binlerce PKK’li-PAJK’lı ve siyasi tutsak süresiz ve dönüşümsüz açlık grevlerindedir. Her gün dünyanın başka bir yerde başka biri açlık grevine başlamaktadır. Her gün başka bir ülke, başka tanınmış şahsiyetler, politikacılar, aydınlar, kurumlar 7000 kişinin eylemini destekleyen açıklamalar yapmaktadırlar. Ve bu destek açıklamaları her geçen gün artmakta ve uluslararası alana mal olmaktadır. Hukuk ve adalet daha fazla tartışılır hale geldiği gibi en çokta tartışılan Türkiye’nin durumu ve Bekaasıdır.
Gerilla baharın gelmesiyle birlikte harekete geçmiştir.
Kürdistan gençliği de küçükte olsa sıcaklığını hissettirmektedir.
Özcesi, son derece durumu sıkışık, ne yapacağını bilmeyen bir rejimle karşı karşıyayız. Böyle ortamlarda Erdoğan’ın deyimiyle gaz patlamasının yaşanması her an mümkündür. Ancak bu öyle bir sıkışmışlıktır ki Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğun sıkışmışlığına benzemez. Burada yaşanan sıkışıklık ve sıkışma patladığında tüm Türkiye’yi sarsacak bir gaz patlaması olacaktır. Böyle bir patlama yaşandığında kim ayakta kalır, kim ayaklar altında kalır onu tarih bize göstereceğini Erdoğan ve Bahçeli bildikleri için, dünyanın en pasif ve masum eylemi olan Beyaz Tülbentli Analara saldırılmaktadırlar. Türkiye’nin yaşadığı bugünkü ortam her zamankinden daha fazla Fransa’da vuku bulan Sarı Yelekler Hareketi gibi ancak bu kez Beyaz Tülbentli Analar Hareketine dönüşme ihtimali bundan dolayı çok fazladır.
Konjonktür buna son derece uygundur. Yönetenler yönetememekte, yönetilenler de böyle yönetilmek istenmemektedir. Bu duruma bir de ateşleyenleri örgütlü duruşlarıyla müdahale ederlerse, en pasif ve masum olan bir eyleminin neye yol açabileceğini İktidardaki Erdoğan- Bahçeli ikilisi ve çevresindekiler iyi bildikleri için, henüz kıvılcım halindeyken nur yüzlü anaların iradelerini kırmak için saldırı üstüne saldırı, hakaretler üstüne hakaretler yapılmaktadır.
Ama bilelim ki saldırıları korkularındandır. Ancak korkunun ecele hiçbir faydasının olmadığını büyüklerimiz bize hep söylemişlerdir.
Türkiye’nin faşizan ve faşist yapıları; istediğiniz kadar korkunuzun üstünü örtmek için bilinen dört ayaklar gibi saldırın, onlar gibi istediğiniz kadar uluyun. Yaptıklarınızın tümü mezarlıkta geçerken korktuğunu gizlemek için ıslık çalan korkaktan öteye bir şey değildir.
Bilin ki bunu herkes bilmektedir. Özelde de Beyaz Tülbentli Analar, analarımız bilmektedir.
Onun için; ”siz kimsiniz ki önümüzü kesiyorsunuz” diye haykırıyorlar. Ve daha da haykıracaklarını granit gibi iradeli duruşlarından görüyoruz.
Kasım ENGİN