Tayyip’in yönetimindeki Türkiye’de yaşananları anlamaya çalışmak, sosyolojik analizler geliştirerek toplumun davranışlarını ölçmeye çalışmak her zamankinden daha zor hale gelmiştir.
HABER MERKEZİ
Tayyip’in yönetimindeki Türkiye’de yaşananları anlamaya çalışmak, sosyolojik analizler geliştirerek toplumun davranışlarını ölçmeye çalışmak her zamankinden daha zor hale gelmiştir.
Bu anlamda toplumu anlamak, toplum üzerinde bir sömürü makinesi gibi konumlanan devlet olgusu ve mekanizmasını anlamak; sosyolojik yöntemlerden çok psikolojik değerlendirme ve tespitlerle mümkündür. Çünkü Tayyip kişiliği anlaşılmadan mevcut devlet aygıtı ve devletin baskı, zor yöntemleriyle şekillendirdiği toplumu anlamak da mümkün değildir.
Tayyip kişiliğinin en fazla yansıyan yönü narsistliğidir. Kişinin kendisine tapması, amiyane tabirle kendine aşık olması olarak tanımlanan narsist kişilik, hep kendisini üstün duruma geçirmeye, her şeye sahip olmaya çalışır ve kendisini kahraman gibi görme davranışlarını sergileyerek kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırır. Yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkında mantıksız inançlara sahiptir.
Eğer bu narsist, Tayyip gibi iktidarda olan biriyse kendisini yeryüzündeki tanrı gibi görür, her şey hakkında konuşma ve karar alma hakkına sahip olduğuna inanır, savaş gibi çok önemli konularda üzerinde çok fazla düşünmeden, her şeyi enine boyuna ölçüp biçmeden karar alabilir, binlerce, yüzbinlerce ve hatta milyonlarca insanın hayatını etkileyecek uygulamaları bir tek cümle ile yürürlüğe koyabilirler. Bazıları buna “iktidar zehirlenmesi” demektedir.
Tarihte bu tip kişiliklere rastlamak mümkündür. Roma imparatorları, Mısır firavunları, Osmanlı padişahları, kendilerini tanrı kral olarak ilan eden Nemrutlar kendi kişilik hezeyanlarının bir sonucu olarak despot, diktatör ve zalim yönetimler yaratmışlardır. Uyguladıkları baskı, zülüm ve terör ile egemenlikleri altındakilere boyun eğdirip kendilerinin yenilmez, ölümsüz kişiler olduğuna inandırmaya çalışsalar da kendi gerçekliklerini yine en iyi kendileri bildiklerinden tüm yaşamları korkuyla geçmektedir. Güçlerini kaybetme, ölme, öldürülme korkusunu o kadar derin ve şiddetli yaşarlar ki kendileri dışındaki herkesi düşman ve güvenilmez olarak görür; bu nedenle kardeşleri dahil en yakınlarından başlayarak etraflarındaki herkesi tasfiye etmeye başlarlar.
Büyüklük komplekslerinin bir sonucu olarak inşa ettirdikleri büyük saraylarda korkularının esiri olurlar ve yalnızlaştıkça yalnızlaşırlar. Kendisi dışında hiçbir şeye değer vermedikleri, önemsemedikleri için kendi dışında olanların hiçbirini doğru ve sağlıklı bir bakış açısıyla algılayamazlar. Bu nedenle yapılan hiçbir şeyi kolay kolay beğenmez, doğru görmezler ve kendi yaptıkları tüm hata ve yanlışlıkları bile kendi dışıyla izah ederler. Tayyip’in ortaya çıkan, kamuoyuna yansıyan her suçunu başkasının üzerine atması, “Beni aldattılar” demesi sadece politika gereği yapılan taktik bir manevra değildir. Gerçekte bu onun narsist kişiliğinin dışavurumudur.
Mevcut gerçeklikler temelinde ele alındığında Recep Tayyip Erdoğan vakası sadece ve sadece politik bir sorun olarak ele alınamaz; bu bir akıl tutulması, ruh hastalığı, kişilik bozukluğudur. Bu anlamda psikolojik analiz gerektirir. Tayyip Erdoğan gerçekliği bu zemin üzerinden derinliğine incelenmelidir. Bu anlamda;
Öncelikle bu kişilik, sürekli yalan söylemekte ve manipülasyona başvurmaktadır. Hiç kimsenin haklarına saygı göstermemekte, kendi çıkarı dışında hiç kimsenin çıkarını gözetmemekte, sürekli bir biçimde hukuku ihlal edip suç işlemekte, insanlara, sosyal gruplara ve halklara saldırmakta, sürekli kaç kişi öldürdüklerini miting meydanlarında avazı çıkıncaya kadar söyleyerek ölümlerden ne kadar zevk aldığını açıklamakta, kendisi dışında hiç kimseyi önemli görmediğinden kimseyle empati kurmamakta, kurulmasının istenmesine bile tahammül edememekte, insanları kandırmakta, tüm işlerinde aldatma ve hileye başvurmakta, sürekli sinirli ve saldırgan ruh halleri sergileyerek aniden öfkelenmekte veya duygusallaşıp gözyaşı dökebilmekte, sistemli bir şekilde hırsızlık yapmakta, ihalelere fesat karıştırmakta, kendisi ve ailesi için rüşvet almakta, başkalarının mülki, fiziksel, cinsel, duygusal, hukuku vb. haklarına, sınırlarına ısrarla tecavüz etmekte, işgali, gaspı, zulmü kendi iktidarını güçlendirmenin en temel araçları haline getirmekte, her şeyde kendini esas almakta, ölçü olarak kendi düşünce, duygu ve davranışlarını referans noktası olarak belirlemekte, başkalarından kendisine yönelik gelişen en ufak onaylamama, ret etme veya eleştiri gibi durumları varlığına karşı bir tehdit olarak görüp orantısız tepki göstermektedir.
Burada Tayyip’in kişiliğine dair sadece kısaca belirtip geçtiğimiz her bir tespit için onlarca olay örnek verilebilir. Bu tabloya üstünkörü bir şekilde bile göz gezdiren bir psikolog veya psikiyatrist ciddi ruh hastalıklarını (birden çok) çok kolayca tespit edebilir. Psikopatlıktan, sosyopatlığa, paranoyadan, ağır psikozlara ve sadistliğe kadar birçok ruh hastalığının belirtilerini çok yoğunca yaşayan Tayyip Erdoğan, toplumu kendisine muhtaç hale getirmek için toplumu parçalamakta, kutuplara, cephelere bölmekte, açlık, işsizlik, tutuklanma, şiddet görme, sosyal baskı altında tutulma ve hatta öldürülme gibi tehditlerle korkutmaya çalışmaktadır. Bu nedenle yapılanlara karşı toplumda çok güçlü bir tepki ortaya çıkmamaktadır.
Herkes içten içe Tayyip Erdoğan faşist yönetimine ve uygulamalarına karşı öfke duyuyorsa da bunu istenildiği kadar ve örgütlü bir biçimde ortaya koyamamaktadır.
Herkes görmesine rağmen görmemezlikten gelirken kralın çıplaklığını “Kral çıplak” diye bağıran küçük çocuğun hikayesini herkes bilir. Bugün bize krallık, padişahlık taslayan Recep Tayyip Erdoğan’ın deliliğini de toplumdaki birçok insan görmektedir. Tek ihtiyacımız kendisini kral sanan zatın ruh hastası olduğunu haykıracak çocuklar veya çocuk yürekli yetişkinlerdir! Aksi halde ülke felakete daha fazla sürüklenecek ve gecikilmesi halinde bir delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı istese de çıkaramayacaktır.
LEKOLİN/Ulaş ARSLAN