HABER MERKEZİ – Bir yiğidin çığlıklarını duyuyor şimdi Kürdistan’daki tüm uçurumlar. Tüm uçurumlar inim inim inliyor Rüstem’in son mermisinin sesiyle… Bir çağlayan akışını hızlandırıyor, bir bulut kaynıyor Heftanin semalarında, bir safkan dörtnala koşuyor Serekaniye ovasında ve bir şahin kanatlanıyor uçurumlardan…
Bir şahin kanatlanıyor Xantur’un zirvesinden, adı Rüstem. Hemen öyle bir ismi olsun diye Rüstem değil. Zaloğlu Rüstem kadar savaşçı, Rüstem Cudi kadar bilge ve cesur olmak için adı Rüstem. Dünyaya yeni gelmiş ve ismi kulağına fısıldanan bir bebek tüm ömrü boyunca, zihnine mıh gibi yerleşen o fısıltının izinden gidiyorsa, Rüstem de kendi yüreğine fısıldadığı ismin ardından gitti heval ve dağlara yol aldı. Dağlı olmak, dağdan olmak için kaç zaman biriktirmek gerekiyor? İnsan ne kadar an toplamalı heybesinde bir dağ zamanı yaratmak için? Dağı anlamak için ne kadar büyümeli insan? Sahi dağda yürüyebilmek için dizleri çok mu kuvvetli olmalı?
Dağa dair tüm bilmeleri alt üst eden, dağla ilgili her şeyin belki de en baştan tanımlanacağı bir direniş onunki. Çünkü dağlardaki yürüyüşünde henüz bir yılını dahi tamamlamış, sakalları dahi terlememiş ve henüz göğe yükselmeye başlayan ışıl ışıl bir bahar fidanıyken, direnişi binlerce kez genç bedenini aşan bir direniş ile adını yazdırdı Rüstem. O uçurum kenarında ülkesinin gelmiş geçmiş tüm acılarını yüreğinde hissetti. Evet yalnız değildi. Değil mi ki anaları, ataları, büyükleri ve kendi çağdaşları zalimin zulmüne boyun eğmemek için, bir ömür onursuz yaşayacaklarına sadece bir an özgür olmak için uçurumlara sığınmışlardı. Rüstem duydu. Çocukların, yiğit kadınların ve delikanlıların, bir tarihin hafızasını neyara teslim edemeyecek kadar bilge ve başı dik ihtiyarların çığlıklarını duydu. En çok da kendi yoldaşlarının seslerini. O heybetli uçurumların bile karşısında el pençe divan durduğu zılgıtları duydu. Şerefi ve onuru saydığı hiçbir şeyi düşmana teslim etmeyecek kadar yiğit kadınların ellerinde parçalanan silahların kayalardaki yankısını duydu. Düşmanın dahi karşısında saygı duymak zorunda kaldığı, o delikanlı yüreklerin dilinde türkü olan son sloganlarını duydu.
Her şey kendisini onun uğrunda feda edenlerle anlam kazanıyor. Bu sonsuz evrende boşlukları doldur an her şey varlığını eğer kendi fedailerine borçlu değilse hangi sevgiden söz edebiliriz ki? Evet, bu sefer dağ dağ olmasını, Rüstem’e borçluydu. Bu uçurumlardaki direnişin gizemi her neyse Rüstem’in yiğit yüreğine borçluydular. Herkes bir yerlerde geçiriyor yaşamını. Ben Rüstem’le güldüm, ağladım. Halaya durdum onunla! Defalarca, defalarca baktım gözlerindeki gülüşe. Tanrıya dua eder gibi öyle… Ona ağlamalı mı, onunla gurur mu duymalı, ona nasıl bakmalı, nasıl anlamalı?
Rüstem tüm zamanların en görkemli direnişlerinin hepsini genç yüreğinde toplamış sanki. Direnerek düşenlerin tüm güzellikleri bir parça katmış ona, yoksa onca güzelliği hangi tarihsel akışa borçludur henüz yirmilerinde bir yürek… Evet, onu görmedim hiç heval, ama yıllardır tanışıyormuşuz gibi sıcak ona yüreğim. Ona her baktığımda tüm yetmez yanlarımdan utanacak ve bir çırpıda hepsini söküp atabilecek kadar güçlü hissettim kendimi. Çünkü biz aynı ulusun çocukları, evlatlarıydık. Onun gerilla yoldaşları nasıl ki gururlanıp “biz aynı yolun yolcularıyız. Ne güzel onunla aynı patikalardan geçmiş olmak, ne onurlu şey seninle aynı davayı savunmak” diyorlar ise bende aynı şekilde diyorum; “ seninle aynı topraktan gelmek aynı halkın evladı olmak benim için en büyük onur diyorum!
AMARGİ ARHAT BA