HABER MERKEZİ –
Zorlama yok, fakat en soylu eğitim kendini bilme eylemidir.
Hiçbir gücün koparamayacağı şekilde değerlere bağlanın. PKK böyle bir olayın adıdır aynı zamanda. Zaman geçiyor, ne kadar başarmışım diye kendi kendime soruyorum. Sorumlu insanım, ben işi kaçışa bağlayamam, intiharvari çıkışlara da müsaade etmem. Umulmadık, kimsenin beklemediği bir biçimde ve bir yerde mevzilendim. Bu mevzide mücadeleye devam edişim 14. yılına girdi. Biliyorsunuz en çok aranan, düzenin en çok yüklendiği, bütün gücünü kullanıp yeryüzünde silip süpürmek istediği bir konuma sahibim. Bu mevzi de yaşayabilir miyiz? Daha fazla zorlamak da olmaz. Bizim de yaptığımız budur, elimizden gelen budur. Yani siz kendinizi yaşadınız da ne oldu? Zindandakiler, dağdakiler ve sözüm ona düzendekiler ve o kadar mevzileri olanlar ne yaptı, hesap vermeleri gerekir. Zaten bizim en büyük iddiamız da iyi hesap vermektir. Düşmana da hesap veririz, ona karşı yaptığımız budur diye, dosta da hesap veririz, yaptığımız bu diye herkese de. Nefes alıp-vermek, kendini toparlayıp buraya kadar getirmek bunun içindir! Herkes yaşamını sık sık sorgudan geçirip iyi değerlendirip hesabını vermelidir. Soylu eylemi yoksa hesap verecek şeyi yoksa kaç para eder? Eskiden toplum öyle serserilerle doluydu ki, soysuzlukta, düşmekte, lümpenlikte sınırın hesabı yoktu. Öyleleri neye yararlar, kaç para ederler?
Evet, biz de her şeyi başarmadık ama silah istersen silah, bıçak istersen bıçak, söz istersen söz gücü, örgüt isteyene örgüt… Böylesi bir yaşama yaşam denilebilir, sizin de böyle bir yaşamınızın olması gerekir. Bizimkiler beni değişik bir biçimde oyalamak istiyorlar. Sanki başka türlü yaşamak mümkünmüş gibi! Ağlayabilir misiniz, zıplayabilir misiniz, oflayabilir misiniz, delileşebilir misiniz, kaçabilir misiniz, hatta güçlü eylemler düzenleyebilir misiniz? Bunları da tartışabiliriz. Ben çocuk değilim, ben kolay aldanmam, o kadar düşmedim! Yani bizden bir şeyler öğrenmek için gelmişsiniz, bir şeyler öğrenmek istiyorsunuz, işte yaptıklarınız budur! Fakat yapamayacağınızdan, zorlanacağınızdan korkuyorum. Sizde o soluk yok. Soluk olsa da o esneklik yok, o derinlik yok, kendine hakim olma durumu yok; ne yürek gücü, ne de beyin gücü var. Çok batırmışsınız, güçten düşürmüşsünüz, planlayamamışsınız, örgütleyememişsiniz, kendinize tecrübe kazandıramamışsınız. Tabii o zaman hesap verme durumunda değil misiniz? Karşımızda güçsüzlüğü oynarsanız, bu hiç iyi değil. Hangi arkadaş güçlülüğü oynayabilir? Hepiniz ancak zavallıları oynayabilirsiniz.
Mesela tiyatro yapıyorsunuz, bir kısmınız Türk subayı, jandarması oluyor. Bir kısmınız da topal falan oluyor. Bundan başka bir şey çizebiliyor musunuz? Ağlama-sızlama, küfür… Bunu değiştirmek gerekiyor. Bu tabloyu, bu tiyatroyu değiştirmek gerekiyor. Fakat bunu değiştirmek için de büyük güç ister, güçlüyü oynamak ister. Sizi korkutmak istemiyoruz. Neden hemen önder olmadın demiyoruz, ama şunu söylüyoruz; bazı sözler veriyorsunuz, antlar içiyorsunuz ve iyi niyetlisiniz de. Fakat bunu yoluna-yordamına göre yürütmesini bilmiyorsunuz. Hepinizden yaşlıyım. Öldüm mü yani böyle yürümekten? Çok mu kötü oldum, çok mu zavallıyım? Kesinlikle hayır! Herhangi biriniz kadar kendimdeyim. İnsan kendini büyük davalar için adarsa kendini çok fazlasıyla mı vermiştir? Hayır! Zaten verecek başka neyiniz var? Adayacaksanız kendiniz, başka türlü adayın. Bir tarla parçasına, bir aileye bir kaç çocuğa ve bir maaşa sahip olmanın karşılığı nedir ki!
Bütün bunların karşılığı sefaletten başka bir şey değildir. Büyük değerler vardır ve adandığında kazanılır. Ben istediğim kadar güç, para, silah bulabiliyorum. Oluyor demek ki, büyük davaya kendini yatırdın mı en büyüğüne ulaşmak zor değil. Siz yaşamınızı küçük şeylere adadınız. Sonuç sıfırdır, boşluktur, cebinde beş kuruşu bile olmama durumudur. Ne onu savunacak bir-iki yoldaşı, ne de akrabaları var. Hepsi bir anda ondan kaçar gider. Benim durumum böyle değil. Şu andan her şeyim var. İstediğim kadar birlik yaratabilirim. İstesem bütün halkı ayağa kaldırabilirim. Ve ben yaşadıkça bu böyle olur. Şimdi bir de kendinize bakın! Yine “bunda bizim de payımız var” diyeceksiniz. Fakat bu ayrı bir meseledir.
Pay meselesi, önderlik tarzında yürümekle mümkündür.
Ancak böyle hak etmiş olursunuz. Tabii bu sizin için geçerlidir. Her gün çevrende bu kadar eleştiri ye, onsan sonra da “ben de hak sahibiyim” de. Kesinlikle böyle bir yaklaşım mümkün değildir. Kendinizi verirken, kendinizi adarken ve fırsat da eldeyken hata yapıyorsunuz.
On dört yıl önce buraya gelirken o kadar çaresiz, o kadar ilişkisiz, o kadar karanlıkta el yordamıyla yürüyordum ki, yanımızdakiler bile “her şeye inanırız da, bu gidişattan sonuç alınacağına inanmayız” diyorlardı. Bugün en büyük inanç ve yürütme kabiliyeti aynı kişide somutlaşıyor. Ve en inanılmaz bir durumda böyle bir ortamın oluşmasına yol açmak… Size en büyük destek-güç işte bu örneğin kendisi oluyor. Bu örneği inceleyin, anlayın! Gençsiniz, çoğunuzun yaşı 25’in altındadır. Ben buraya gelirken 31 yaşındaydım. Arkanıza partinin aydınlatıcı çizgisini ve olanaklarını alarak yürüyorsunuz. Mutlaka benden daha fazlasını başarmalısınız. Eğer sözünüzün adamıysanız, sahtekâr değilseniz, düzenin alıştırdığı gibi her gün kendinizle oynamıyorsanız bu sonucu mutlaka göstermeniz gerekir. Gerekir çünkü biz başarmışız, akla-hayale gelmedik yerden, ortamdan buraya getirdik. Ankara’yı kaynattığımızı burjuva basını yazıyor. Demek ki oluyor!
Zindana düşmek, erkenden biçilmek kader mi? Önlenebilir! Hele hele bundan sonra… Bazıları heveslerini, dürtülerini, güdülerini yaşarken ben, soluk soluğa sadece ve sadece davayı düşünüyordum. Herkesi nasıl davanın emrine sokacağız? Sadece ve sadece onun için nefes almak ve çare olmak… Kendini aşmak, iğne ucu kadar da olsa zemin yoklamak, eğer bir şey elde edemiyorsam zaman kazanmak. Tabii ki, siz bunların farkında bile değilsiniz. Ama bu hikâye böyle yazılmış veya bu hikâyenin kendisi böyledir. Kaçanlar oldu, ağlayanlar oldu, delirenler oldu, renk renk komplocular, tasfiyeciler, grup grup hainler ortaya çıktı ki, bunlar sayılmakla bitmez. Bütün bunlara rağmen bugün ülkenin büyük bir kısmında silahın sesi, kimsenin aklına bile getirmeyeceği kadar var.
Şu anda diyebilirim ki, bu ülkedeki halk hiçbir zaman kendisi adına düşünemeyecek, konuşamayacak bir durumdayken, şimdi her tarafta özgürlük silahları konuşuyor, özgürlük tartışmaları sürüyor. Düşman gittikçe daralıyor. Ve bunu biz düşmanın bütün bir dünyayı arkasına aldığı bir dönemde buradan yürütüyoruz, her şeyi ile buradan yürütüyoruz. Ve halen de bu böyle. Bunu anlayacaksınız. Bu temelde bu kavrayışa, ruha ulaşacaksınız. İnkâr edemezsiniz. Etmemelisiniz de. Yürek derinliğine, ruh büyüklüğüne düşünce gücüne ulaşmalısınız. Anlatabiliyor muyum? Geçmiş süreci ve bu süreci hiç olmazsa biraz daha doğruya yakın sonuç alıcı değerlendirmelisiniz. Ben insana güvenirim, belki içinizden bundan sonra sağlam yürüyüşçüler çıkabilir.
14. yıla da sağlam yürüme kararlılığıyla başlayalım. Ve bugün aynı zamanda Manifestonun kaleme alınışının 15. yılına giriş günüdür. 15 Temmuz’a kadar Diyarbakır cehenneminde Manifestoya hazırlanış… Ve yine Temmuz’un başında o yurt dışı cehennemine çıkış… Tabii halk da cehennemdeydi. Fakat şimdi gidişat cehennemlik olmaktan çıkıyor. Tabii öyle cennete ulaştık, selamete ulaştık demek için de gafil olmak gerekir. Öyle bir durum yok. Fakat gidişat doğruya, cennette doğru. O din kitaplarında cennet diye tabir edilen yerlerin hepsine biz ulaştırdık, özgürlük düşüncesi ve silahıyla bunu yaptık. Maalesef kıymetini halen tam idrak edemiyorlar. Xabur vadileri, Hezil vadileri, Botan vadileri, Murat vadileri, Zap vadileri, Dicle-Fırat vadileri böyle çok sayıda özgürlük savaşçısına kavuşturuluyor. Halen eski cehennemi yaşamın kalıntılarıyla yaşıyorlar. Bu da yüz yılların körleştirdiği, cehennemlik yaptığı kişiliklerin çok güçlü kalıntılar biçiminde devam etmesine neden oluyor. Halen böyle kalıntı kişilikler var. Fakat her şey onların dediği gibi olmayacak, daha çok, bu doğru yolun hükmü biraz daha etkili olur bundan sonra. Aslında keşke oralarda olsaydık da, daha yakinen yürütme durumunda olsaydık. Yolun büyüklüğünü, orada yaratılan değerlerin büyüklüğünü bilmiyorlar. Kötü yetişmişler, çoğunun yaşamı düzenin cehennemlik yaşamıdır. Halen onu yaşamaya devam ediyorlar.
Tarihte birçok komutan burada devlet kurmuş, seferler düzenlemiş. İskender burada savaş verdi, Darius burada savaş verdi, Asur İmparatorlarının hepsi savaş verdiler. Persler, Romalılar buraya birçok seferler yaptılar. Daha dün Osmanlılar, İranlılar, Araplar birçok seferler düzenlediler. Bizde hiç olmazsa özgürlük için seferler düzenleyelim.
Adam küçük; ne tarihi görüyor, ne günü, ne de günceli. Yüreği küçük, kolu küçük, bacağı küçük, basit bir köylü aşmak gerekir bunu. Günler özgürlük gerçeğine ilişkin biraz böyle dile gelebilir, güncellik böyle yakalanabilir. Özgürlük ideali büyük olanlar için iyi bir dönem oluyor, özlemini duyup da onu gerçekleştirmeye doğru götürmek için bir fırsat oluyor. Tabii yerine getirilmesi gereken bu çabanın da büyüklüğü, güncelliği gün gibi açık. Bunun için başınızı bile kaşıyacak vaktiniz yok. Yolun sağlam bir yürüyüşçüsü olmak istiyorsanız, bu işin esas yolu-yordamı üzerinde düşünmekle işe başlayacaksınız. Bizim yaptıklarımızı kendiniz için sıradan şeyler olarak görmeniz durumunda kaybedecek olan kendiniz olacaksınız. Bunu da bana yaptıramazsınız. Benim rolüm başka, benim işim başka. Kendi işiniz kendinize, benim işim bana… Zaten diğer bir hastalık türü de, “değerli önderimiz nasıl yapmışsa öyledir, bravo, kabul görmüştür” biçimindedir. Bu yaklaşım doğru değil. Önder bir şey yapmışsa bir dönem içindir; koşullar zinciri içinde bir çıkış yaptırmak içindir. Bu sizin için her şey demek değil veya sizin de kendinizi aynen öyle sanmanız için değil. Size bir çıkış yaptırmak oldukça zordur. Sizin işiniz ise, zor olan işe kendinizi vermenizdir. Ancak siz büyüklüğü böyle çizebilirsiniz. Diğer yanlış yaklaşımları da tasfiye etmeniz gerekir ki, rolünüzü oynayacak durumdasınız. Onun da hazırlıkları oldukça gelişmiştir. Ve en iyisi bu yaşamda tercih edilecek en soylusu, en şanslısı ve en eşsizidir. Bundan sonra hiç olmazsa sağlam bir hesapla işi götürmeye çalışın.
Görüyorsunuz ki tekrar işin özüne ilişkin değerlendirmeleri esas aldık. Günler böyle geçip giderken galiba işin iyisini yapmışız. ‘Galiba’ kelimesini sizler için söylüyorum. Ama benim için bir tutkuydu. Herkese biz yer verdik, herkese güven verdik, herkese ekmek verdik diyorum. Çünkü kimse evinden bir şey buraya getirmedi. Beyninde fikirlerle de buraya gelmedi. Bunları abartmak için söylemiyorum. Gerçeği yalın vurgulamak için söylüyorum. Bir insan nasıl birleşme etkeni olur, imkân-olanak etkeni olur? Bundan biraz ders alasınız diye söylüyorum. Mesele hazır olana konma değildir. Ben gittiğim yerlerde hiçbir zaman hazıra konmadım. Yapılanlar tamamen öz çabaların sonucudur. Şimdi niye sizler de böyle yapmayasınız? Doğrusu bu değil mi? Soruyorum!
Uluslar için, halklar için hayırlı bir iş yapmak ancak bu tutumla mümkün değil mi? PKK okulunun esas görevi de böyle insanlar yaratmaktır. Terbiyesi bu temeldedir, ruhu bu temeldedir, düşüncesi hep bunu işler. Kendi kendisiyle bu temelde tutarlıdır, azim-irade sahibidir. Niye siz başka türlü tutum ve davranışlar içinde olasınız, anlamı var mı? Hayır! Eğer zorlanma olmasaydı, ben bu konuları ısrarla bu kadar işlemezdim. Birçoğu küçük-burjuva veya köylü kurnazlığıyla beni aldatabileceğini sandı. Olmayacak duaya amin ettirmek istediler. Kabul edemezdik tabii. Fakat tekrar bu noktaya geldik. Bu iş böyle yapılır, kişilikler kendini böyle adar, sergiler, sonuca gider. Uyumlu insanlarla, dengeli ve anlayışlı insanlarla bu işler böyle yürür. “Küçük-burjuvalık yaparım, ağalık yaparım, gücüm oranında bir şeyler karıştırırım…” Karıştır! Ne yapalım yani. Elinden ne gelir? Elinden bir şey gelmediği ortaya çıkmıştır. Öyleleri anlayışlı olsa, “nefsim, güdülerim” demese, biraz yoldaşlıktan, anlayıştan nasibini alsa biz bu işin üstesinden geliriz, rahatlıkla geliriz.
Savaşı çok iyi noktalara götürebilirdik. Ve hatta zaferi elde edebilirdik. “Şuram ağrıyor, gevezeliğim var, güdülerim var” derken, kendilerini de, bizi de zora sokuyorlar. Ama işlerin böyle ele alınacağının iddia ve ispatı budur. Kişiler kendini böyle kanıtlamalı. Haddini-hududunu, terbiyesini-edebini böyle bilmeli. Sonuca gitmek için kendini işe yatırmalı. Böylesi bir durumda sonuç başarıdır. Bütün bunları söylerken, bazıları tekrar anlamazlık etmesinler. PKK’nin yetkilerine, olanaklarına dayanarak kendilerini başka türlü göstermesinler. Ben alçakgönüllü olduğuma inanıyorum. Halen hizmet ettiğime inanıyorum. Kendimden yana bir yetmezliği göremiyorum. Tam tersine, habire sıfırlardan, zor koşullardan katkı sunuluyor. İşin özü bu iken, başkalarının kalkıp bizden pay istemesi, hak-hukuk iddia etmesi saçmadır. Hele önderlik adına, komuta yetkileri adına böyle yapmak daha da saçmadır.
Bu adamların bu kişiliklerle iflah olacakları yok. Vazgeçsinler, doğru tutuma gelsinler, PKK’nin önderlik gerçeğine gelsinler, çok açık yaşam özelliklerine, tarzına kendilerini ulaştırsınlar. Kendilerini sonuca götürecek, başarıya götürecek, zafere götürecek olan bu tarzdır. Ve hiçbir zaman bu tarzı ne unutsunlar, ne de saptırsınlar. Nefes nefese bütün yaşama, bütün çalışmaya bu tarzın özelliklerini egemen kılsınlar. Bu temelde görecekleri, alacakları sonuç zaferden başka bir şey değildir. Bu temelde başarılı yürüyüşten, bir zafer yürüyüşünden başka ne bir çare ve ne de başka bir yol vardır. İnanıyorum ki, yaşamınıza bu büyük tecrübenin ışığında daha iyi anlam verip, daha iyi bir çalışmaya, vuruş tarzına ulaşmanız mümkündür. Bu tarzı egemen kılın. Eğer bu tarzı egemen kılarsanız oldukça muhtaç olduğunuz üstün başarılara doğru yol alırsınız.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/4 Temmuz 1992