HABER MERKEZİ
Dokuz yıl önce Suriye rejim güçlerinin Kobanê’den çekildiği haberini duyanların hepsi aynı hissiyatı taşımadı. Heyecan duyanlar, şüpheyle yaklaşanlar, geleceğe dair karamsar olanların fikirlerini savaşçılardan bazılarının kadın olması da değiştirmedi. Çoğunluğun ‘kısa sürede hazin bir sonla karşılaşır’ dediği bu serüven, hayal gücümüzün sınırlarını ve kendini aşarak sürüyor.
Kobanê artık dünyaya diz çöktürdüğünü sanan DAİŞ’in ilk diz çöktüğü yer olarak, bir direniş şehri olarak tüm dünyada tanınıyor. Bu şehri günümüzün Stalingrad’ı yapan iki kadın savaşçının (Arîn Mîrkan ve Rêvana Kobanê) bedenlerini karanlığa siper etmesiydi. Kadınların sözünü canı pahasına çiğnetmediğine çok tanıklık etti bu topraklar. Cesaretin, yiğitliğin, fedakarlığın sınırlarını kadınlar belirledi.
‘Kadınların Ülkesi’
O zamanlar sayıları azdı. Artık dokuz yıl önce silah kuşanan bir grup kadından değil sayısı on binleri bulan bir kadın savunma gücünden bahsediyoruz. Vaatler üzerine değil anlık soluduğumuz bir devrimden, bugünden gördüğümüz ışıklı bir gelecekten bahsediyoruz. Tepetaklak edilmiş bir düzenden. Toprağın, ağacın, ormanın, suyun ve kadının derin bir nefes aldığı bir coğrafyadan. Herkesin kendi düşünü görebildiği, sözünü ve türküsünü söyleyebildiği, herkesin ruhunu iyileştiren bir ülkeden bahsediyoruz. ‘Kadınların Ülkesi’nden. Rojava’dan..
Rojava devriminin temel iki özelliği var. Birincisi; sisteme teslim olmayanların kendisini bulduğu, sığındığı, hayallerini gerçeğe dönüştürme fırsatı bulduğu bir coğrafya. Devrimci hareketler için sadece bir savunma hattı değil fikirlerini pratikleştirdiği bir yaşam alanı. İkincisi böyle bir hayatı düşleyemeyenler için de aynı koşulları oluşturması. Yoksulluğunun sebebinin kapitalist modernite, katliamlara uğramasının halkları birbirine kırdıran milliyetçilik, kimliksizliğinin sebebinin sömürgecilik ya da özgürlükten yoksunluğunun erkek egemenliği olduğunu bilince çıkaramadan, salt varolmaya çalışanlara, emekçilere, halklara, ve kadınlara da bu olanağı sunması. Özgürlük farkındalıktır sözünün ötesine geçen; özgürlüğün koşullarını oluşturarak farkındalığı yaratan bir devrim olması. Bunun tüm devrimler için geçerli olduğunu savunanlar da olacaktır ancak benim Rojava devriminde gördüğüm fark bu: Devrimi bekleyenler, yaratmaya girişenler ve devrimle kaybedeceklerini düşünenleri karşıtlaştırmadan devrimin bir parçası haline getirmesi.
Kadın kimliğiyle var olabilmek
Yani herkes bu devrimin bir parçası olabilir ve anlamlı kılabilir. Devrimi soluyabilir, devrime dokunabilir. Bunun değerini de en çok kadınlar bilir. Kadınlar bundan böyle kendisinden yirmi yaş büyük bir adamla evlenmek zorunda olmadığını, çocuğu olmuyor (sebebin hep kendisi olduğu düşündürülür) diye üzerine kuma getirilmesinin, bedenini ve ruhunu parçalayan darbelerle yaşamanın bir kader olmadığını öğrendiler. Bunu sadece öğrenmekle kalmadılar, bu farkındalıkları toplumsal sözleşmeyle garanti altına alındı. Kadınlar kendi ekonomisini, diplomasisini, siyasetini, eğitimini, savunmasını erkeğin insafına kalmadan gerçekleştirebiliyor hatta bunun için teşvik ediliyor. Böyle bir noktaya gelebilmek için eşitsizlikler üzerine kurulu bir yarıştan galip çıkmak değil, ona sunulan öncelikleri kullanması yeterli. Eş başkanlık sistemi ve otonom örgütlenme sayesinde yaşamın her alanında erkeğin bir uzantısı değil kadın kimliğiyle var olabiliyor. Özetle Rojava’da kadınların yaşamın her alanında özne olduğu bir sistemin temeli atıldı.
Hayatı kuşatan sınırlar kalkıyor
Bu pratik araçların oluşması devrimi kalıcılaştırmak için yeterli görülmüyor. Kadınların varlık, bilinç ve formun bütünselliği olarak xwebûn olması, erkeklerin de patriyarkal sistemin yarattığı zihniyetten arınabilmeleri için süreklilik kazanan eğitimler yoluyla varlıklarını bilinçle bütünleştirmeleri için çalışılıyor. Ayrıca bu zihniyet dönüşümünü yaşamak için gerekli olanaklar sadece devrimin yapıcılarına değil toplumun tamamına sunuluyor. Tüm bunlar Rojava’ya dönük her saldırının, işgal girişiminin, kuşatmanın kırılması için sergilenen eşsiz direnişin temel aktörlerinin kadınlar olmasını açıklıyor. Orada kadınlar yaşamlarındaki değişimin, varolmanın hazzına eriyorlar ve özgürlüğün menziline giriyorlar. Kürt, Arap, Çerkes, Türkmen ya da Ermeni her kadının hayatını kuşatan sınırlar kalkıyor.
Üstelik sadece bu coğrafyanın kadim kültürünün mirasçıları değil dünyanın her yerinden kadınlar devrimi kendi varlık mücadelesinde temel bir dayanak görüyor. Rojava’ya son dokuz yıl içinde farklı coğrafyalardan yüzlerce kadın geldi, öğrenmek, aktarmak, tartışmak ve savaşmak için. Bu yaratmanın ve dirilişin tanığı ve parçası oldular, kadında saklı jinerjinin ne büyük bir potansiyel olduğunu gördüler. Konuk oldukları evlerde, eğitim gördükleri akademilerde, çalışma yürüttükleri akademilerde, savaş mevzilerinde bu potansiyelin yaşamı nasıl anlamlı, etik-estetik kıldığını kavradılar. En önemlisi de kadın yoldaşlığının sırrına erdiler ve bu devrimi canı pahasına yaşatmak için and içtiler. Anna Campbel, İvana Hoffman, Alina Sanchez’in, Ceren Güneş’in izini sürerek bu toprakların yolunu tutanlar ve yaşamını orda sürdürmek isteyenler gitgide çoğaldı.
Kadınlar devrimi savunuyor
Rojava devrimi varlık savaşı yürüten her kadına düş denileni gerçeğe dönüştürmenin bilinci ve güvenini verdi. Bu, mekansal bir buluşmanın ötesinde olan bir birlik olma haliydi. Örneğin Rojava devriminden sonra Kürt kadın hareketi açısından birer mücadele aracı olan eğitim, tekmil ve bireysel yoğunlaşmalar birçok farklı kadın hareketinin kendini yeniden yapılandırmasına vesile oldu. Almanya’da Gemeinsam Kämpfen, İtalya’da Rete Jin, İspanya’da Azadî Jin gibi platformlar bu yöntemlerle örgütlülüklerini daha da büyüttü. Kolombiya ve Arjantin’de yerli halklar otonom örgütlenmeye dönük adımlar attı. Jineoloji sayesinde kadınlar kendi coğrafyasında saklı kadın direnişinin izini sürdü. Feminist hareketlerce düzenlenen çoğu konferans, kongre ve etkinliklerinde kadın devrimi tartışıldı, analiz edildi. Bunları yeterli görmeyenler için son bir örnek vermek isterim. Brezilyalı bir kadının corona günlerinde şiddete uğradığında Jinwar’daki kadınlarla iletişime geçip yardım istediğine şahit oldum!
Bizlerin mücadele dayanağı olan bu hakikat bazılarının da kabusu oluyor. Kimin mi? Kadınların hayatını bir siyah örtüyle karartmak isteyen DAİŞ’in, onları bireysel özgürlüklerle avutmaya çalışan kapitalist sistemin, yıkılmaya yüz tutan faşist sistemlerine cinsiyetçi söylemlerini harç yapan diktatörlerin ve kadını mülk edinmeyi doğanın kanunu sayan erkeklerin kabusu oluyor. Hepsinin maskeleri farklı, altında saklanan yüz aynı. Biçimi, zamanı ve yöntemleri değişik olsa da bu saldırılar devam edecek. Ve kadınlar dokundukları, tattıkları, işittikleri, gördükleri, konuştukları ve hissettikleri bu devrimi savunmak için ne gerekiyorsa onu yapacak….
Devrime inanan kadınlarız
Yazımı teslim ettikten birkaç gün sonra bu eklemeyi yapmak zorunda kaldım. Keşke bu olasılıklar bu kadar kısa bir zaman diliminde gerçek olmasaydı! Ama biz düşmanımızı iyi tanıyoruz, kadınlardan ne kadar çok korktuğunu, kalleşliğin en dip noktasını zafer diye yutturmaya çalıştığını, linçe ve nefrete odakladığı toplumunu katliamlarla avuttuğunu, batağa saplandıkça saldırganlaştığını biliyoruz. Daha önce Paris’te, Silopi’de olduğu gibi Kobanê’de yine kadınları hedef alarak devrimimizi can evinden vurmaya çalıştığını…
Biz düşmanımızı iyi tanıyoruz. Bu yüzden öfkemizi biliyoruz, çelikten kılıcımızı keskinleştirir gibi. Tarih yapıcılarını da. Acılarımızı pay ediyoruz, ölümü yakıştıramadığımız kadınların sıcak gülüşlerini de. Bilincimizi Zehra Berkel’in Kobanê’de bir Newroz günü onbinlerce kadına hitap ederken söylediği sözler, Leyla’nın sabırla arşınladığı Kürdistan dağlarından, rüzgarın fısıltısından, çiçeklerin kokusunda, yağmurun teniyle buluşmasından, tarihin tozlu sayfalarında saklı sırlardan, acılardan ve gerilla olmanın hazzını duyumsadığı aysız gecelerinden ve saçlarına düşen aklardan süzülen bilgeliği örüyor.
Biz bu devrime inanan kadınlarız. Dokunduğumuz, tadını bildiğimiz, gördüğümüz, işittiğimiz, ve kalbimizin orta yerinde duran bu devrimi savunmak için ne gerekiyorsa yine onu yapacağız.
Zilan Diyar
Kaynak: Newaya Jin