HABER MERKEZİ
Yakın tarihteki iktidar partilerin baskıcı yönetim biçimlerinin tümünün benzeri Erdoğan-Bahçeli iktidarı döneminde tek yönetim biçimi olarak karşımıza çıkmıştır.
M. Kemal Atatürk’ten tutalım İsmet İnönü’ye, İsmet İnönü’den Süleyman Demirel’e Süleyman Demirel’den Tansu Çillere, Tansu Çiller’den Bülent Ecevit’e kadar Türkiye’de yaşayan Kürt, Çerkez, Laz, Rum, Roman ve Türk halklarına reva görülen yönetim biçimi salt devlet denilen büyük köle fabrikalarına uygun hale getirilmek üzere dizayn edilmiştir.
Türk Devlet yönetim biçimi dünüyle bugünüyle sömürü, asimilasyon, soykırım, demografik değişimi her zaman bir yönetme yöntemi olarak ele almış, bu şekilde yaklaşmıştır. Bunun AKP-MHP döneminde bu kadar açığa çıkmasının nedeni bu yönetim biçimine karşı geliştirilen direnişin yarattığı baskı nedeniyledir. Toplumların köklerine sahip çıkması, özünü yaşayabilmek adına yürüttüğü direniş sömürge krallarını olabildiğince sıkıştırmış durumdadır. Şimdiye kadar bu yönetim anlayışının belli bir düzeyde başarılı olmasının nedeni de her toplum içine ektiği nifak tohumlarının getirileridir. Büyük kıyımların yapıldığı dönemlerde devlet nezdinde girişilen her algı yaratma çabası tarihteki örnekleri ile bu durumu daha açık göz önüne çıkarıyor. Örnek olarak, Şêx Said direnişinde devletin toplum üzerinde yarattığı algı, başlatılan hareketin İngilizler eliyle gerçekleştirildiği yönündeydi. Şêx Said direnişi toplumun hassas noktası olan dini inanış üzerinden gerçekleştirilemezdi, çünkü Şêx Said’in başlattığı direniş Kürdistan topraklarının özgürleştirilmesinin yanında İslami değerlere sadık kalınarak geliştirilmiştir. Ki Şêx Said’in kendisi de Müslüman bir liderdi. Bu vaziyette devlet için islam üzerinden girişilecek herhangi bir algı operasyonunda başarılı olunamazdı. Algı operasyonu burada toplumun bir diğer hassas noktası olan İngilizlere karşı duyulan öfke üzerinden geliştirildi. Ancak geliştirilen direnişin İngilizler ile bir alakası yoktu. Tamamen toplumun kendi insiyatifi ile başlattığı bir direnişti. Bir Ermeni Soykırımı’nda devletin toplumu bu soykırıma dahil etmesi adına yaratılan algı, İslamiyet dini üzerinden geliştirildi. Alevi kıyımında da toplumu sessiz kılan nokta yine İslam dini üzerinden geliştirilmiştir. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Türk Devlet tarihi bu tür bir kesimi yalnızlaştırarak diğer bütün kesimleri hedef haline getirilen kesim üzerine gönderilmesi sonucu gelişen katliamlarla doludur.
Erdoğan-Bahçeli’nin oluşturduğu yönetim biçimi de Türk Devleti’nin tarihteki yönetme anlayışının tekerrürüdür. Hemen her adıma Beka Meselesi kavramı ile yaklaşılıyor. Aleviler beka sorunu, Kürtler beka sorunu, Romanlar beka sorunu, Araplar beka sorunu, Suriye, Irak, Libya, İran beka sorunu. Ancak gerçekte Beka’yı sarsacak herhangi bir durum da yoktur. Tarihteki örneklerinden de anlaşıldığı üzere yönetme biçimleri başa geçen kişinin anlayışı ve isteği doğrultusunda dizayn ediliyor. Toplumu esas alan bir anlayış yoktur. Bir Roman’ın sahip olduğu kültürel ve siyasi haklar Türkiyeyi yıkmaz meşrudur, Kürdün, Rumun, Lazın kültürel hakları ve istekleri Türkiyeyi parçalamaya götürmez. Aksine parçalamaya çalışanlar bu sorunlar üzerinden sürekli bir tehdit oluşturma çabasına girişirler. Ve bu tehditleri savurmanın temel yolu “Toplumların Yararına” çalışmalar yapmaktır. Fakat Erdoğan-Bahçeli kişisel görüşlerine en az bir etniği fiziki olarak, diğer geri kalan etnikleri de siyasi olarak kurban etme peşinde. Bir soykırım amacı açıkça görünmekte. Bunu da bizzat kendilerinin ve kendilerine binbir türlü bilvasıta tehditlerle korkutup kendisi olmaktan çıkardığı halklar üzerinden yapmaktadır.
AKP-MHP hükümeti toplumdaki her kesimin hassas noktaları üzerinden etkili olmaya çabaladı, bir süre sonra da kendi çıkarlarına yöneltmeye çalıştı. Mevcut dönemde taciz, tecavüz, intihar, cinayet, yolsuzluk, hırsızlık olarak dışa yansıyan ideolojilerin toplumda herhangi bir geçerliliği kalmadı. Bir bakıma Türkiye halklarının psikolojik durumu salt MHP ve salt AKP psikolojisini aşmıştır. Bu yüzden de bu iki parti kendisi ile beraber ideolojisi ile birçok kesim tarafından kabul görmüyor. Geriye kalan bu ideolojileri yıkmaktır. Ancak sindirilmiş bir toplum ile de başarıyı yakalamak zordur. Bu amaçla yeni güne uyanış için bir slogan ve uyandırma niteliği taşıyan “Biz %99, %1’den Güçlüyüz!” tespiti, bir sona başlamak için yerinde ve yeterlidir.
Fırat ALİ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi