HABER MERKEZİ
Bir yanda insanlık onurunu koruma savaşını verenler, öte yanda ise insanlık değerlerinden düşüşü yaşayıp ölüm makinelerine dönüşenler… Başka bir ifade ile yaşanan savaş erdem sahibi olanlarla, vicdanını çukurlara gömenlerin savaşıdır. Bir yanda varlık, yaşam, umut ve özgürce bir yaşam felsefesine ölümüne bağlı bir halkın korkusuz yiğitleri mevzilenirken, diğer tarafta karanlığı aydınlığa yeğleyen, çirkini güzele baskın kılmaya çalışan hiçlik deccalları var. Bu savaş karanlık maddenin ışığı yutma girişimidir. Direnenler, varoluşun ve ışığın savaşçılarıdır. Aydınlık günlerin müjdecileridir. Onlar ailelerinin, toplumlarının, arkadaşlarının en değerlileridir. İnsanlığın umut kaynağı, yüz akıdırlar. Ondandır ki her gerillanın yüzü ışıl ışıl parlar. Günlerce, gecelerce karanlık tünellerde, direniş mevzilerinde her türlü saldırıya karşı dillerinden tililileri (zılgıtları) eksik olmaz.
İnsanlığın son umudu olanlar
Rivayete göre tilili, ana tanrıça kültüründe ışığa çağrı nidasıdır. Bir ölüyü uğurlarken kadınlar ağız ağıza verir, ‘lulu’ diyerek ışığı çağırırlar. Ayin halini alan coşkun anlarda, bu baharın gelişi ya da günün doğuşu olabilir, yine dillerden ‘ışık ışık’ anlamına gelen ‘lili’ dökülür. ‘Li, lu’ dil-bilimsel olarak ‘ışık’ anlamındadır, lirik olarak ışığın şarkısıdır. Ve işte onlar, gerillalar, insanlığın son umudu olanlar ölümü de yaşamı da ‘lili’ şarkısını söyleyerek karşılıyor. Hem halayın hem de matemin avazı olur ‘lili’ ve savaş tünellerinin duvarlarında yankılanır. Ondandır, DAİŞ çeteleri en çok ‘lilili’ diye haykıran kadın savaşçıların sesini duyunca felce uğramışçasına donup kalırdı ve ondandır Erdoğan’ın çeteleri ‘lilili’ diyen kadın gerillalardan ölümüne korkarlar. Bir kadın gerillanın ruhundan azade kılınmış soğuk bedenine dahi tahammül göstermezler. Akıllarını kaçırmışçasına saldırıp parçalara ayırmak isterler. Çünkü ‘lilili’ insanlığın ilk sesidir, lili şarkısını söyleyenlerin olduğu yerde karanlık ve kötülük öyle kolay hüküm süremez. Işığın olduğu yerde karanlığın yüzündeki maske paramparça olur. 43 yıldır, dağlar bu gerçeğin en somut ifadesi, gerilla da bunun sembolü oldu.
Karanlık aynı noktada kesişiyor
43 yıldır, ne Kenan Evrenler, ne Tansu Çillerler, ne de Doğan Güreşler dayanamadılar bu ışığın karşısında. Parçalandılar, eridiler, hiç oldular. Erdoğan’ın bugün yaşadığı da aynısıdır. Daha önce Hitler’in yaşadığı da bu olmuştu insanlık ışığı karşısında… Erdoğan’ın yürüttüğü savaş Hitler’in savaş yöntemlerinin birebir aynısı hatta biraz daha yoğunlaştırılmış halidir. Hitler’in bayrağında gamalı haç vardı. Gamalı haç ezoterik olarak, güneş yönündeyse iyiliğin sembolüdür. Fakat Hitler, ışığın tersine karanlığı, kötülüğü ifade eden ters gamalı haçla temsiliyetini bulmuştu. Tıpkı Erdoğan’ın kendi parti ambleminde ışığı camdan bir fanusa hapseden ampülü seçişi gibi. Karanlığın temsili Hitler ve Erdoğan’da bedenselleşiyor. Hitler Almanyası kimyasal gaz kullanımında dünyada bir ilki ifade ediyordu. Erdoğan Türkiyesi Serê Kaniyê’den, Zap ve Avaşin’e Hitler geleneğini sürdürüyor. Karanlık yine aynı ortak noktada kesişiyor. Hitler de “seçim”le başa gelmişti, Erdoğan da öyle. Hitler’in iddiası birinci dünya savaşından yenik çıkmış ülkesini, silah endüstrisi ile donatarak dünyanın süper gücü haline getirmekti. Ne tesadüf ki Erdoğan’ın iddiası da aynı yönde. Hitler, Erdoğan’da tekerrür ediyor. Ve öyle görülüyor ki, Türkiye’yi devletlerarası bir savaşa sürerek, Hitlervari sonu da kendinde canlandıracak.
Arkasına NATO’yu, yanına ihanetin gücünü almakta
Güncele dönecek olursak; Erdoğan’ın kullandığı kimyasal silahların, konvansiyonel olmayan silahların ne haddi var ne de hesabı. Arkasına NATO’yu, yanına ihanetin gücünü alarak, bir seri katil soğukkanlılığıyla tüm silahların yönünü gerillaya doğrultmuş bulunmakta. Bu silahların içersinde her vuruşunda binlerce kilometrelik alanı tahrip etme gücüne sahip tonluk kazan bombaları, günlük hava saldırılarının bir parçası haline geldi. Buna rağmen istediği sonucu alamamakta, sonuç alamadığı için daha fazla saldırganlaşmakta. Elindeki tek sonuç daha fazla açlığa mahkum ettiği toplum. Halkın tüm ekonomik ve toplumsal kaynakları savaş endüstrisine ve kendi kişisel kasalarına aktarılmakta. Öte yanda ise ‘açız’ diyerek kendini yakan vatandaşlar. Açlığın sınırında yaşam mücadelesi verenler, sokakta yatan öğrenciler ve her gün inen kepenklerin ardında sönen hayatlar ortadayken; seri katil Erdoğan “biz teröristlere çekirdek değil mermi atıyoruz” aymazlığında. Halkın aklıyla bu denli alay edebiliyor.
Kürt gerçekliği artık kendi özgür hakikatine uyanmıştır
Peki bu koyu faşizm karşısında herkes mi suskun? Hayır; birileri ona dur diyor elbette. Ve soruyor; “sen ne yapıyorsun. O bombaladıkların, hunharca katlettiklerin, kendi ana dilleri ve kültürleri ile özgürce yaşamak isteyen Kürt çocuklarıdır.” Evet onlar kırk üç yıldır kavgadalar, kırk üç yıldır ’tilili’deler. Onların ne uçağı, ne tankı, ne de topu var. Yılmaz iradeleri, ışıktan bilinçleri ve onurlu yaşam hayallerinden başka bir şeyleri yok… Mermiler bedenlerine sıkılıyor, kimyasallarla boğuluyorlar. Ama yine de yok edilemiyorlar, varlar ve dimdik ayaktalar. Onların bilinci yaralanmıyor mermilerden, yaşam felsefeleri boğulmuyor kimyasal gazlarla.Atılan her kazan bombasında daha da derinleşen insanlık bilinci kök salıyor. Derinleşen, büyüyen bu insanlık bilinci ve özgür yaşam felsefesine hiçbir kazan bombası, hiçbir silahın mermisi, hiçbir kimyasalın gazı etki etmiyor. Diyalektik olarak kötülük ne kadar derinleşirse onun karşısında derinlere kök salan bir özgürlük ağacı boy verir. Kürt halk gerçekliği artık kendi özgür hakikatine uyanmıştır. Güneş doğmuş, insanlık artık aydınlıktadır. Tilililerin sesi tüm insanlığın kulaklarına ulaşmıştır. İşte her gün biraz daha eriyen, hiçleşen ve kaybeden Erdoğan’ın sonu, Kürdistan dağlarında yaşamı pahasına onurlarını ve ülkelerini savunanların cesaretinin eseridir.
Sonucu, direnen halk iradesi belirleyecek
Ülkemiz Kürdistan, Başûr’undan Bakûr’una, Rojava’dan Rojhilat’a kadar yeni bir soykırım seferi ile karşı karşıya. Mexmûr, Şengal, Şêxmeqsûd, Eşrefiyê, Şehba’daki halkımız kuşatma altında tutulmakta, Medya Savunma Alanları’na gece gündüz silahlar/toplar/kimyasallar yağdırılmakta. Cezaevlerinden cenazeler çıkartılmakta, sokaklara çıkanların sesi kesilmekte. Yeni soykırım konseptinin hedefinde sadece Medya Savunma Alanları ve PKK yoktur. Özgür Kürt ve Kürdistan vardır. PKK ve Kürdistan gerillası özgür Kürdün temsilidir, iradesidir. Bundan dolayı yok etme, biat ettirme konseptine oradan başlamakta. Bu konsept ancak özgürlük savaşçıları etrafında kenetlenecek halk iradesi ile bertaraf edilebilir. Kazanmanın tek seçeneği budur. Her Kürt bireyinin kendini uzun erimli bir direniş ve mücadele sürecine hazırlaması ve katması bu savaşın sonucunu belirleyecektir. Zaman, “sonu muhteşem olacak” diyerek düşmanın karşısında dimdik duranların vasiyetiyle sürece aktif katılma zamanı. Sadece gerilla değil ancak her Kürt bireyi de ayaklanırsa Kurojahro, Werxelê, Çiyareş, Şikefta Birîndara Erdoğan’ın katillerine mezar olur. Kobanê düşmedi, çünkü halk olarak yek vücut halde seferber olduk. Şimdi Kurojahro ve tüm Kürdistan’ı savunma zamanı.
Umut Yıldız
Kaynak: Newaya Jin