HABER MERKEZİ
Bakurê Kurdîstan Özyönetim Direnişleri, yok olması için yapılmayan düşmanlığın, saldırının, hakaretin kalmadığı bir halkın, Kürt halkının dirilişini tamamlayarak kendi toplumsallığını inşa edişe yürümesidir. Bundan dolayı, büyük acıları da olsa, büyük şehitleri de olsa çok büyük anlamı vardır. Bugün, bu direnişe katılan ve zindanda olan yüzlerce genç vardır. Başta bu direnişte şehit düşen militanları, anaları, gençleri, çocukları ve tüm halkımızı saygıyla selamlıyor, anılarına bağlı kalma sözü veriyorum. Sêvê, Fatma ve Pakizeler şahsında, tüm Kürt kadınlarının direnişini selamlıyor ve saygılarımı sunuyorum. Bizde şehitler tarihi, bizim soyumuzu oluşturuyor, soy ağacımız oluyorlar. Bundan dolayı çoğu zaman Sêvêler diyoruz. Halkımız bilmeli ki, Sêvêler dediğimizde anlattığımız Sêvê’dir, Pakize’dir, Fatma’dır, Nucan’dır, Jiyan Şer’dir, Zîlan’dır, Sarya’dır, Arjîn’dir ve tabii ki komutan Zeryan’dır. Ve onlar şahsında tüm Özyönetim Direniş şehitleridir. Bu vesileyle tüm Özyönetim Direnişlerini saygıyla selamlıyorum. Bununla birlikte, bu direnişe katıldığı için tutsak alınan, zindanlara konulan, faşist Türk sömürgeciliğinin ölçüsüz saldırganlığına maruz kalan tüm gençleri selamlıyorum. Onların yaşadığı acılar, verdikleri bedeller kesinlikle özgür Kürdistan olacaktır. Kendisini yöneten bir Kürdistan halkı olacaktır. Yine Ortadoğu halklarıyla Demokratik Ulus temelinde yaşamını örgütleyen bir Kürdistan halkı olacaktır.
Şunu da belirtmek gerekir. Önder Apo kutsal özgürlük yoluna çıkışındaki duygusunu şöyle anlatır; “Kürdistan’ın düşürüldüğü durumdan duyduğumuz utanç duygusu görevlerimizi başarmada gerçek güç kaynağımız olacaktır. Bu utanç duygusu her şeyi başarmamızı sağlayacak, bizim enerji gücümüz olacak.”
Biz bu utançtan halk olarak kurtulmanın ilk adımını zaten Partimizin kuruluşuyla attık. Yine devam eden adımlarını mücadeleyi yükselterek attık ve epey ilerledik. Bugün yaşadığımız hiçbir şey, yaşayacağımız hiçbir durum bizi o utanca geri döndüremeyecektir. Ve Kürt halkına bu acıları çektirenlerin utanacağı bir zamanı yaratmanın sözü, tüm direnenlerin ortak kararlılığıdır.
Kürt kadını, PKK ile kendi ulusallığıyla buluştu
Parti tarihimizde düşmanın saldırıları kadar geri, ajan, işbirlikçi kesimlerin mücadelemize karşı saldırıları bilinmektedir. Yine PKK’yi, Kürdistan’a koymama yeminleri edenlerin nasıl direniş tarihinden silindikleri, kiminin marjinalleşerek, kiminin de nihayetinde PKK mücadelesinde zaferi görerek Özgürlük Hareketiyle bütünleştikleri ortadadır. PKK, baştan başa Kürdistan’ın Özgürlük Hareketi olmuştur. Botan halkının, PKK’yle buluşması öyle bir iki kişiyle değil, on binlerle olmuştur. Öyle ki, düşman bunu engellemek için halkı katletmiş, bitmez işkenceler uygulamış, köyleri yakmış, halkımızın bireylerini ayakkabısını dahi giymesine bile fırsat vermeden evinden kaçırtarak tek tek evleri yakmış, insanları sokak ortasında katletmiş, insan aklının almayacağı hakaretleri Botan’ın köylerinde uygulamış, insanlık onuruna sığmayacak saldırılarla halkımızı cezalandırmak istemiştir. Botan halkı hiçbir zaman karşılaştığı baskıları kabul etmemiş, meşru görmemiştir. PKK’yi ve Önder Apo’yu sahiplenmenin cezası olmaz ancak bedeli olabilir. Bu inançla Botan halkı büyük komutan Mahsum Korkmaz’ın yanında yer almış ve ilk kurşundan bugüne kadar asla geri adım atmayan bir yurtseverliğin, vatanseverliğin ve toprakla bütünleşmenin kararlılığını sergilemiştir.
90’lı yıllar Partimizin halklaştığı yıllardır. Bu tanımın tarihimize girmesi Botan sayesindedir. Botan halkı panzerlerin karşısında can siperane direnerek bu tanımı PKK tarihine yazdırmıştır. Kürt kadını, Botan’da, ülkesinin her karışında kendi canını ortaya koyarak tarihsel, toplumsal bir anlayışla, derin sezgisel bir bilinçle PKK özgürlük davasını sahiplenmiş ve bunun yaşamsallaşması için verilecek bedelleri göze almıştır. Bu farkındalık Kürt kadınında yaşanan ulusallaşmanın, ulusal bütünlüğü derinleştirmenin de önemli bir adımıdır. Partinin ilk kuruluş yıllarından Sara Arkadaş öncülüğünde, yine Kesire’nin katılımıyla Dersim Kürt Alevilerinin katıldığı bir zemin vardır. Yine Kuzeybatı hattında Mereş-Dîlok-Meletî yöresinden kadınlar mücadeleye katılarak Partinin kadın eksenli bir dokuya kavuşmasını sağlamışlardır. Botan’da halklaşmanın yaşandığı yıllarda Botan kadınının katılımı, bilinçlenme düzeyi, bununla birlikte gelişen farkındalık Kürdistan’ın farklı yörelerindeki kadınların aynı zeminde buluşmasının önemli bir zemini olmuştur. Bir yandan sınıf farklılıkları, bir yandan inançsal farklılıklar, yine yöresel kültürel farklılıklar olsa da, Kürt kadınının Parti saflarında bir araya gelmesi, büyük zorlukları, mücadeleleri barındırmış ve nihayetinde büyük bir kadın ulusallaşmasını sağlamıştır. PKK’nin ilerleyen yıllarında tüm Kürdistan parçalarına yayılmasıyla birlikte de Rojavalı, Başûrlu, Rojhilatlı Kürt kadınlarının katılımıyla da Kürdistanileşmede zirve yaşanmıştır. Tabii bu dönemler Kürt kadınının evrenselleşmesinin de başladığı yıllardır.
Botan’da ortaya çıkan bu farkındalık kendisiyle birlikte bir kültür yaratmıştır. Hep söylenir, “Kürt kadını kapının önüne çıkamazdı” falan denir. Öyle değildir. Evet, bazı yörelerimizde feodalitenin baskısı vardır, din baskısı vardır ancak Kürt kadını kapı önüne çıkamayacak düzeyde de değildir. Bu tanımlar kısmen doğru olsa da aslında bir anlamda Kürt kadınının PKK ile yaşadığı gelişmeyi de darlaştırmakta, dar bir tanıma mahkum etmektedir. Kürt kadını, PKK ile kapının önüne çıkmaya başlamadı. Kürt kadını PKK ile kendi ulusallığıyla buluştu. Soykırımcı faşist baskıların yarattığı parçalanmayı aşarak kadındaki ulusal bilinçlenmeyi ana vatan bilinciyle bütünleştirdi. Bir dünya görüşünde, bir yaşam anlayışında derinliğe ulaştı. Tüm bunlar PKK’nin Kürt kadınında yarattığı gelişmelerdir. Ve aslında Botan’da kültüre dönüşen bir farkındalıktır. Düşman, özyönetim sürecinde Sêvêlere saldırarak bu direniş kültürünü, bu farkındalık kültürünü ve özgürlük kültürünü hedeflemiştir. Taybet anayı vururken düşman bunu hedeflemiştir. Ve Taybet ananın günlerce yerde bırakılan cenazesinde Kürt’ün yenilgisini görmesi istenmiştir. Oysa Kürt kadınları Taybet ananın cansız bedeninde yenilgi değil, düşman bilincini büyütmüşlerdir.
Düşmanın, Sêvêleri hedef alması tesadüf değildir
İşte Sêvê Arkadaş, bu farkındalık kültürüyle büyüyen bir Kürt kadınıdır. O henüz çocukluk yıllarında bu kültürle büyümüş, o kültürle genç kızlık dönemini yaşamış ve yaşam anlayışı, mücadele anlayışı, düşman bilinci, direniş bilinci bu kültürle yoğrulmuştur. Özcesi, mayası sağlamdır.
Şirnex, düşmanın en fazla saldırılarına maruz kalmış bir yer olmakla birlikte, en fazla direnişlerin, Partiye katılımların da olduğu bir merkezdir. Şirnex ilçelerinden Silopiya ve Cizîr başta olmak üzere büyük direnişler gelişmiştir.
Özyönetim Direnişlerinin yurtseverlik kültürünün en fazla yaşandığı yerlerde gelişmesi de tesadüf değildir. Amed’te böyledir. Yine Wan böyledir. Botan en fazla bu direnişin geliştiği bir alan olması itibariyle tam böyledir. Gerçek yurtseverliğin kendini yöneten bir irade oluşturmakla, kurumlaşmakla mümkün olduğu bilinci Botan’da zirveleşmiştir. Düşmanın 90’lı yıllarla başlattığı saldırılara rağmen ayakta kalmayı başarmış, hem de başı dik bir duruşun sahibi olmuş olan Botan halkı, beşikten mezara herkesin bilinçlendiği, düşmanı tanıdığı ve kabullenmediği bir sosyaliteyi yaşamaktadır. Öyle ki, Özyönetim Direnişleri sürecinde korucuların yakınları dahi direniş saflarına katılmıştır.
Özyönetim direnişlerinde düşmanın Sêvêleri hedef alması tesadüf değildir. Kadınların, direniş süresince en aktif katılan kesim olmalarından dolayı en fazla hedef alındıkları bir gerçektir.
Ancak şunu belirtmek gerekir: Bu saldırıların tamamı egemen erkek karakterli olduğundan, direnen sosyal kategorileri, cinsiyetleri, yaşları, sosyal konumları ne olursa olsun, tüm saldırılan kesimlerin kadın olarak görüldüğünü söylemek lazım. Cenazelere cinsiyetçi, sapkın erkek diliyle küfürler edildiğini, şehitlerimize bu tarz küfürler edildiğini basın da yazmıştı. Faşist Türk soykırımcılığının saldırıları, erkek egemenlikli, cinsiyetçi, faşist milliyetçi ve dinci bir karakterdedir. Bir yandan kendine dini isimler verirken, DAİŞ ile aynı sloganları atarken, bir yandan özyönetim alanlarında evler talan edilirken evlerde kadınların giysileri, özellikle pedler ve iç çamaşırları teşhir edilmişti. Ancak bunlardan öte, toplumdaki tüm değerlere saldırılmıştır ve tüm değerler saldıranların gözünde kadınlaştırılmıştır. O saldırılara katılan askerlerin hepsinin gözünde Kürtlere dair tüm değerler, tüm toplumsal, maddi manevi değerler kadınlaştırılmış, tecavüz edilecek bir nesne olarak görülmüştür. Bu, öylesine gelişen bir durum değildir. Bu, Çöktürme Planı çerçevesinde alınan bir karardır ve erkek egemenliğinin sapıklığının faşist ordu elinde günlük bir kullanım aracına dönüşmesidir.
Hiç öyle Kürt halkının namus yaklaşımı tahrik edilmeye çalışılmış değildir. Özyönetim Direnişlerinde Çöktürme Planı çerçevesinde ordu ve polis gücünün, özel eğitilmiş güçlerin aldığı eğitim bu çerçevededir. Cenazeleri sokak ortasına bırakıp, “Tecavüz ettik, gelin alın” demek dünyanın hiçbir yerinde yoktur. ancak Türk faşist saldırganlığında, soykırımcılığında vardır. Saldırının karakteri erkek egemenlikli olduğundan, saldırılan kesim, yani direnen kesim zaten baştan kadınlaştırılmış oluyor. Yani saldırılan her şey bir kadınca değerdir. Düşman bunu karılaştırarak yapmaktadır. Ancak bizler Önder Apo’nun tarih anlayışından ve Parti tarihimizden de biliyoruz ki, tüm özgürlükçü direnişler kadın eksenlidir. Çünkü tüm soykırımcı saldırılar erkek karakterlidir.
Bunların yanı sıra Sêvêlerin katledilmesi de planlı geliştirilen bir saldırı sonucu gerçekleşmiştir. Onların çıkabileceği, bu temelde bilgiler verildiği yazıldı, anlatıldı. Ancak düşmanın burada Sêvê Arkadaş şahsında kadın öncülüğüne karşı bir öfkesi vardır ve toplumsallaşan PKK’nin kadında bedenleşmesine olan öfkesini bu arkadaşları katlederek göstermiştir.
Kadın, yaşam kurucudur, inşa edicidir, analık özelliğinden dolayı kurucu-birleştirici gücü en önde olan toplum kesimidir. Düşman saldırıları, kapitalist modernitenin akıl almaz politikaları olsa da, bunlar toplumu belli ölçüde tahrip etse de, kadında bu özellik korunmaktadır. Kadın olmanın kök hücresi gibidir bu özellik. Özyönetim Direnişleri sürecinde direniş salt toplumun bir kesimi tarafından değil, tüm toplum tarafından sürdürülmüştür. Özyönetim direnişlerinin sosyal bilim açısından önemi budur. Düşmanın saldırdığı da bir anlamda budur. Toplumun içinden çıkan bir grup direnmiyor, tüm toplum her şeyiyle direniyor. Bu faşist iktidarı, soykırımcı Türk devletini en fazla darbeleyen silah olmuştur. Yoksa mesele orada silah kullanılmış, molotof kullanılmış meselesi değildir. Toplumun tüm kesimleri direniş içinde yer aldığından ve toplumun tüm özellikleri bir direniş aracına dönüştürüldüğünden en aktif olan kesim de toplum kurucu özelliğinden dolayı kadınlar olmuştur. Direnen gençlerin kadın kılığına girdiğini soykırımcı basın organları birkaç defa gündem yapmaya çalıştılar. Bunda yanlış bir durum da yoktur, utanacak bir durum da yoktur. Çünkü devrimciler, kazanmak için yaşadıkları duruma göre taktik belirleyerek bunları pratikleştirirler ve bunu yapmışlardır. Düşman bunları işleyerek gençlik üzerinde psikolojik savaş uygulamaya çalışmıştır. Oysa bizler görüntülerden gördük ki analar, gençler, çocuklar herkes tüm giysileriyle direnişteydi. Ve düşmanın korktuğu başına gelmişti: Halk savaşı!
Özyönetim Direnişlerine karşı düşmanın saldırısı büyük oldu
Özyönetim Direnişleri sadece ateşli silahlarla yürütülen bir savaş olmamıştır. Devrimcilerin ilk silahı özgürlük bilinçleridir. Halkın tüm kesimlerinin tüm imkanlarıyla direnişe geçmesiydi. Siyasetin, güvenliğin, ekonominin tüm toplumsal alanların örgütlü bir şekilde kendi sistemini kurmasıydı. Bunu en güzel Mehmet Tunç Arkadaşın anlatımları özetlemektedir. Kendi sistemlerini inşa etmektedir Botan halkı. Kooperatif kurmakta, işsiz olanlara iş bulmaktadır. Yine gençliğin bu dönem aktivitesi çok yüksektir. Toplumun en dinamik kesimidir. Toplum dışı olan her şeyle mücadele etmektedir gençlik. Örneğin uyuşturucu satıcıları artık gençlikten korkmaktadır. Yine fuhuşa bulaşanlar gençlikten korkmaktadır. Yoksa öyle Özyönetim Direnişlerini sadece hendek diye adlandırmak, gençlik ve kadın öncülüğünün özgür yaşam mücadelesine ve emeğine haksızlık olur. Düşman saldırılarından sonraki dönemde Botan’da uyuşturucu kullanımının ve satımının yaygınlaştırılması, düşmanın kendi eliyle geliştirdiği saldırılardır. Düşmanın saldırdığı Kürt’ün toplumsallığıdır. Kadın ve gençlik öncülüğünde kendini örgütleyen bir toplum olmak, soykırımcı sisteme terstir ve saldırılan tam da budur.
Kürt halkının kendini yönetmesi düşüncesi, düşmanın en fazla korktuğu şeydir. Ve bundan dolayı yapılan öyle sıradan bir saldırı değildir. Hendek söylemi, sonra ortaya atılan, direnişin kapsamını, toplumsal tarihsel anlamını daraltmak için kullanılan bir kavram olmuştur. Çünkü, düşman Kürt halkının kurumlaşmasını engellemek için toplanmış, kararlar almış ve büyük hazırlık yapmıştır. Sonrasında açığa çıktığı gibi Çöktürme Belgesi adıyla bunu devlet nezdinde resmileştirmiştir. 24 Temmuz 2015’te Medya Savunma alanlarına yapılan saldırılar bu sürecin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir. Çünkü Çöktürme Belgesinin Eylül 2014 tarihinde hazırlandığı ve pratik hazırlıklara başlandığı bilgisi basına sızmıştır.
Bu belgede ölçüsüz silah kullanımı kararlaştırılmış, bu konuda tereddüt yaşanmaması gerektiği belirtilmiş ve birlik komutanlarına sınırsız yetki verilmiştir. Bu konu belgede şöyle yer bulmuştur; “Savcının karşısına çıkma korkusu ile silahını kullanmaktan çekinen personelin yapmış olduğu davranışın sonuçlarının çok ağır olabileceği, bu sebeple şehit verebileceğimiz, silahını kullanmayarak devletin, milletin bekasını tehlikeye düşüreceği, vatan hainlerinin, teröristlerin ve devlet düşmanlarının kendilerinden daha fazla güç bulacaklarını tüm personeller akıllarından bir an bile çıkarmayacaktır. Hain bir saldırı sonucu tabuta girmek yerine savcının karşısına çıkmanın tercih edileceği tüm personel tarafından benimsenecektir. Silah kullanımı konusunda yasal prosedürler düşünülmemeli, bir seferberlik ve olağanüstü durum yaşandığı unutulmamalı ve askeri mahkemelerde gereken her türlü düzenlemenin yapılacağı bilinmelidir.”
Şark Islahat Fermanı’nın güncelleştirilmesi anlamına gelen bu belgenin ilk cümlesi şöyledir. “Bölücü terör örgütünün ülkemizin bütünlüğünü, milletimizin birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik her türlü faaliyetine karşın…” Kürtlerin toplum olmaya dair her adımı ‘ülkenin birliğini ve huzurunu bozma’ olarak algılanmaktadır.
Belgenin Islahat Fermanı’na benzetilmesi tüm yerleşimlerin yıkıldıktan sonra yatılı okulların kurulması, çocukların saldırıların hemen ardından özel okullara alınması şeklindeki kararlardan kaynağını almaktadır. Öyle ki, Fırat’ın Batısı’nı asimile ettiğini düşünen Türk faşizmi, Fırat’ın Doğusu’na da böyle yönelmiştir. Bu konudaki bölüm şöyledir; “Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde terör örgütünün bertaraf edilmesi, yerleşkelerin geri dönülemez şekilde tahrip edilmesi, yerleşim birimlerinin boşaltılması, kamu görevlilerinin bölgeyi boşaltmalarının hızlandırılması, özellikle okul çağındaki çocukların harekatın bitimine mukabelen yatılı okullara, Anadolu Liselerine ve Özel okullara yerleştirilmesi…”
“Öldürülen direnişçilerin sayısının artırılması ve sivil ölümlerinin basına da verilmemesi” konusunda psikolojik savaş talimatları da belgeye eklenmiştir.
Bu belgeye dayanarak Özyönetim Direnişlerine karşı düşmanın saldırısı büyük oldu. Ancak daha önemlisi bu dönemde gerçekleşen bu devrim mücadelesinde, devrimci cephede ortaya çıkan eksiklikler ve bu eksikliklerin yeterince doğru bilince çıkarılıp, giderilmemiş olmasıdır. Öncelikle direniş çizgisinde tereddüt, direnişi büyütmekten ürkme, direnişi sahiplenmeme, legal mücadelenin tek başına sonuç alacağını sanma, direnişi salt bazı alanlarla sınırlı görme, halkı örgütleyerek direnişin öznesi haline getirmek kadar öncülüğü yeterli ve doğru bir şekilde yapmama konuları temel eleştiri-özeleştiri konu başlıklarıdır.
Ulaşılan bilinç tarihseldir
Bugün Botan’da, sistem OHAL’in anı anına uygulanması temelinde kendi varlığını sürdürmektedir. Çünkü Botan halkının öfkesini bilmektedir. Botan halkının, Botan kadının yurtseverliğini ve Botan halkının Türk sömürgeci sisteminden ciddi bir zihniyet kopuşu yaşadığını bilmektedir. Bir an boşluk bıraksa yıkılacağını bilmektedir. Bugün bu kadar ağır baskı koşullarının olması ve her an toplumumuzun saldırılarla yüzyüze olması, Türk devletinin Botan halkından korkmasından kaynağını almaktadır.
Özyönetim Direnişleri, zindanlardaki özyönetim tutsakları tarafından anlatılmıştır. Onların yaptığı savunmalar, Özyönetim Direnişi’nin Manifestosu olarak ele alınmalıdır. Direnenler konuşmuş ve neyi neden yaptıklarını en güzel şekilde anlatmışlardır. Türk faşizminin tüm baskılarına rağmen bu gençlerin yaptığı açıklamalar, bu direnişin haklılığını ortaya koymaktadır. Ulaşılan bilinç tarihseldir. Kürt halkının karşı karşıya olduğu topyekûn imha saldırıları karşısında neden direnmek gerektiğini ve nasıl durulması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Bakurê Kurdîstan’da yürütülen faşist baskı, en üst aşamasını yaşamaktadır. Sadece görünen baskılar değil, özel savaş eksenli baskılar da yürürlüktedir. Halkımızın evleri yıkılmış ve düşman bunu halka karşı kullanmaya çalışmıştır. Yine toplumsal değerlere karşı büyük bir saldırı vardır ve bunun karşısında legal demokratik mücadeleler dahi baskıyla, zindanla karşılık bulmaktadır. Bugün Bakurê Kurdîstan’da kazanılan belediyeler birer birer gaspedilmiş ve OHAL uygulamaları yürürlüğe konmuştur.
Tüm bu saldırılar, Kürt halkının varlık savaşı karşısında, Kürt halkının parçalanmışlığı aşarak tüm parçaları birleştiren ulusal ruhu karşısında, bir topyekûn saldırıdır. Bakur halkının Rojava direnişine katılımı ve o direnişi büyütmesi, zaferde büyük bir emeğinin olması, Türk faşizminde büyük bir öfke yaratmıştır. Bakur halkı, AKP-MHP faşist hükümetine her fırsatta büyük bir darbe vurmayı başarmıştır. En son seçim süreçleri de bunu doğrulamıştır. Tüm bunlar karşısında halkımız faşizm karşısında onurlu yurtsever duruşunu sürdürmektedir. Bunu “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim!” Hamlesi sürecinde gelişen eylemlerden biliyoruz. Yine belediyelere kayyumlar atandığında gösterilen büyük direnişten biliyoruz.
Direniş koşulları zordur ama mümkündür. Zaten direniş, zor zamanlarda yapılması gereken bir eylemdir. Faşizmin ağır baskı koşulları ve OHAL uygulamaları karşısında halkımızın direnişi derin yurtseverlik bilinci, toplumsal kültürünü sürdürme kararlılığı vardır. Yine düşmanın özel savaş uygulamaları çok fazladır ve buna karşı duyarlılık artmaktadır. Özellikle MİT üzerinden halkımıza, gerilla ailelerine, şehit ailelerine yönelik bir yoğun psikolojik baskı vardır ve MİT bu aileleri kimi yöntemlerle kendine yakın tutmaya ve başarabilirse kullanmaya çalışmaktadır. Ancak gördüğümüz kadarıyla halkımız onurlu direnişini sürdürmektedir. Büyük acıları yaşayan ve büyük bedeller veren bir halkın, bu özel savaş politikalarına direnmesi en doğal olandır ve halkımız direnmektedir. Bu anlamda düşmanın her an boşa çıktığını görmekteyiz. Önemli olan bu direnişi toplumsal ahlakın, toplumsal bütünlüğün korunarak derinleştirilmesi, varolan kurumlaşmaların sahiplenilmesi kadar kültürel direniş değerlerinin korunmasıdır. Kendi içinde düşman özel savaş saldırılarına karşı duyarlı ve örgütlü olması en büyük direniş biçimidir. Bu kararlılık AKP-MHP faşist soykırımcı sisteminin yıkılmasıyla zirveye ulaşacak ve halkımız kendini yönetmenin olanaklarını yaratacaktır.
Ancak böyle yaparak Sêvêlere layık olunabilir, ancak böyle direnerek Taybet anaların cenazesi yerden kaldırılabilir. Ancak böyle yaparak Nucanların, Jiyanların direnişi zafere taşınabilir, ancak böyle yaparak Zeryanların, “Biz ölsek de kazandık” çığlığı anlamını ölümsüzleştirebilir. Bu anlamda Özyönetim Direnişçileri kazanmıştır. Şirnex’te şehit düşen Zeryan arkadaşın günlüğüne yazdığı cümle hakikattir: “Biz ölsek de kazandık!” Özyönetim Direniş şehitleri ölse de kazanmıştır.