HABER MERKEKEZİ – Eğitim Sen Amed 1 No’lu Şube Eşbaşkanı Saliha Zorlu, ÇEDES projesi ile ne amaçlandığını değerlendirdi: Eğitim sistemi iki temel ayak üzerinden yürüyor. Biri milliyetçilik, diğeri ise dinciliktir. Protokolleri yapma gerekçesi olarak seslendiği kitle daha çok Kürtlerdi. Amaçları, Kürt çocuklarının asimilasyonudur. Burada yoksulluk da silah olarak kullanılıyor
AKP-MHP iktidarının okullara din görevlisi, imam, vaiz gibi görevlilerin atanmasının önünü açan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” projesi, birçok okulda hayata geçirildi. Pedagoji eğitimi almamış din görevlilerine okullarda görev verilmesi tepkilere neden oldu. Eğitimde dinci kadroların yerleştirilmesi ile başlayan süreç eğitimdeki başarı seviyesini de düşürdü. Başarısızlık, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) sonuçlarına da yansıdı.
Türkiye’de Nisan-Mayıs 2022 tarihlerinde 60 ilden 196 okulda ve 7 bin 250 öğrenci PISA araştırmasına katıldı. Araştırmaya hem devlet hem de özel okullar katıldı. 2018 yılında matematik kategorisinde 42. sırada, okuma kategorisinde 40. sırada ve fen kategorisinde 39. sırada yer alan Türkiye, 2022’de matematikte 39. sırada, okumada 36. sırada, fende ise 34. sırada yer aldı. Eğitim Sen Amed 1 No’lu Şube Eşbaşkanı Saliha Zorlu, eğitimde dinci kadroları yerleştirmenin önünü açan ÇEDES projesini değerlendirdi.
Asimilasyon süreci
Milli eğitim sisteminin iki temel ayak üzerinden yürüdüğünü söyleyen Zorlu, “Biri milliyetçilik, diğeri ise dinciliktir” dedi. Türkiye’de özellikle 12 Eylül’den sonra Türk-İslam sentezli bir eğitim sisteminin uygulanmaya başlandığına dikkat çeken Zorlu, “AKP-MHP iktidarında bu anlayış çok derinleşti. Bir ideolojik aygıt haline gelmeye başladı. 2016 yılı öncesinde eğitim sistemi, FETÖ’ye verilmişti. 2016 darbe girişiminden sonra protokollerinin bozulmasının ardından eğitim açıkta kaldı. AKP bloku, eğitime FETÖ kadar hakim değildi. Darbe sonrası, eğitime başka bir yönelim oldu. Buraya farklı tarikat ve cemaatler yerleştirilmeye başlandı. Bu cemaatler üzerinden asimilasyon sürecini tamamlamak istiyorlar. Bu asimilasyon süreci nasıl olabilir? Özellikle çocuk ve gençlerimizin eğitim alanında kimliklerinden uzaklaştırılması, daha çok din ve ümmet, tarikat-cemaat bağlantılı bir eğitim sistemi içerisinde bilimsel eğitimden uzak, anadilinden uzak bir sisteme mecbur bırakılarak bir asimilasyon sürecinden geçiriliyor” şeklinde konuştu.
Yoksulluk bir silah
Sistemin yoksulluk üzerinde kendini inşa ettiğini söyleyen Zorlu, “Yoksullaştırdığı halkı tarikatların istismarına terk ediyor. Yoksulluk burada bir silah. Yoksullaştırma artık hükümetin beceriksizliği değil. Hükümet bunu politik bir araç olarak değerlendiriyor. Yoksulluk nedeniyle okulu terk etmeler çok yoğun. Orada eğitim dışında kalmak zorunda kalan öğrencileri, tarikatların istismarına açtılar. Bunu uygulamak için tarikatları da Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) içine almaları gerekiyordu. Ve bundan sonra da protokoller dönemi başladı. Anayasal bir düzenleme ile sivil toplum örgütlerinden destek alabilecekleri yönünde bir protokol imzaladılar. Sivil toplum örgütü dedikleri şey de tarikat ve cemaatler. Protokoller ile tarikatlar yavaş yavaş eğitim sistemine dahil edilmeye başlandı. Son olarak ÇEDES diye bir protokol imzaladılar” sözlerine yer verdi.7
Rıza olmadan
ÇEDES’in imzacılarından birinin de Diyanet İşleri Başkanlığı olduğunu söyleyen Zorlu, “Diyanet üzerinden formasyon almamış imam, müezzin, hoca, benzeri şahsiyetler atanıyor. Bu atamalarla, öğrenci ile ilişki kurmasını bilmeyen kadroları eğitim içerisine yerleştirdiler. Manevi danışmanlık adı altında öğrencilerle ilişkilendirilmesi sağlanıyor. Manevi danışmanlık dediğimiz şey, ailenin de çocuğunun da rızası dışında bir danışmanlık hizmetidir. Bakanlık, burada kendi psikolojik rehberlik öğretmenlik yapan öğretmenlerini boşa çıkarıyor. Kendi formasyon eğitimlerinden geçmiş, bilimsel eğitim almış rehberlik ve psikolojik danışmanlık öğretmenlerimiz devre dışı bırakılıyor. Bu görevi; İslami değer, ahlaki değer gibi isimlerle imamlara devrediyorlar. MEB kendi sorumluluklarını, çocukların iyi olma haliyle ilgili sorumluluklarını imamlara devretmiş oluyor” diye ifade etti.
Duygu istismarı çok yoğun
Zorlu, eğitim sistemini tarikatlara teslim etme anlayışın daha önce Kuran kurslarında denendiklerini ancak bunun geri dönüşlerinin olumsuz olduğunu söyledi. Kuran kurslarında gençlerin intihar ettiğine dikkat çeken Zorlu, “Duygu istismarının çok yoğun yaşandığını gördük. Formasyon eğitimi almayan insanların manevi danışmanlık yapması sonucu gençlerin hangi duygularının tahrip ettiklerini bilmeyebilirler” dedi.
Her eve girme projesidir
“ÇEDES nedir?” sorusuna izahat getiren Zorlu, “ÇEDES, Diyanet’in gençlik merkezlerine çocukların, gençlerin taşınmasıdır. Gençlerin oradaki etkinliklere katılmasının sağlanmasıdır. Değerler kulübü oluşturarak bu kulüpte kendilerinden yaşça büyük abla ve abilerle ilişkilendirilmesidir. Projede din adamlarının ailelerle ayda bir araya gelme hakkı vardır. Bu sadece çocuklarla bir araya gelme değil, ailelerle de bir araya gelme protokolüdür. Amaçları sadece okullara girmek değil, her eve girmektir. Bu protokol kendi içerisinde ciddi bir tehlike barındırıyor. Hem çocukların bilimsel eğitimden uzaklaştırılması hem de çocukların ruhsal iyi olma hallerinin istismar edilmesi ile ilgili ciddi tehlikeler barındırıyor” ifadelerini kullandı.
Temel amaç asimilasyon
Milli Eğitim Bakanı’nın dini kurumlarla ön protokol yaptığını söylediğini hatırlatan Zorlu, “Protokolleri yapma gerekçesi olarak seslendiği kitle daha çok Kürtlerdi. Amaçları, Kürt çocuklarının asimilasyonudur. Bakanlığın yaptığı protokoller dışında yerelde yapılan protokoller var. Örneğin yakın zamanda Diyarbakır Valiliği ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi arasında bir protokol yapıldı. Bu iki kurumu da aynı kişi yönetiyor. ‘Tarih yazan çocuklar’ adlı protokol ile 100 tarihi karakter üzerinden öğrencilerin bunları empati yolu ile canlandırılması isteniyor. Çocuğun duygu dünyasına iyi gelmeyeceğini düşündüğümüz bir protokoldür. Soyut düşünme dönemine girmemiş bir çocuğun ölmüş bir insanla empati kurmasını istemek çocuğun duygu dünyasının istismarıdır. Çocukların rızası alınmadan bunların yapılması ciddi sıkıntılara neden olacaktır” dedi.
Protokollerle özel okullara da alan açıldığına işaret eden Zorlu, “Bu eğitim sistemini almak istemeyen aileleri, özel okullara yönlendirme durumu var. Çocuklarını bu eğitim sistemi ile yetiştirmek istemeyen geniş bir kesim var. Kaçış yolu olarak özel okulları tercih ediyorlar. Bir taraftan sermayeye öğrenci aktarırken bir taraftan ise kamu hizmetini ideolojik olarak değerlendiriyorlar. Böyle ikili bir kazan-kazan durumu var” dedi.
Eğitimde dinci kadrolar
MEB’de İslamcı kesimlerin kadrolaştığını söyleyen Zorlu, “Tabii bunlar sadece duyumlarımız. Bu konuda net veriler sunamıyoruz. Bakanlığın belli tarikatlar arasında bölüşüldüğü artık bilinen bir gerçeklik. Birkaç güçlü tarikatın MEB içerisinde tabana kadar ciddi bir örgütlenme içerisinde olduğunu biliyoruz. Bölgemizde ise HÜDA-PAR’a yakın kesimlerin bu görevlere yerleştirildiğini duyuyoruz. Bizim gözlemlerimiz de bu yöndedir” dedi.
Protokollerin eğitim sisteminde olumsuz sonuçlara neden olacağını söyleyen Zorlu, PISA verilerine dikkat çekerek şunları söyledi: “PISA sonuçları yayınlandı. PISA verileri gerçekten çok kötüydü. Bakan, her ne kadar başarılı olduğunu söylese de PISA sonuçları tam tersini söylüyor. Örneğin matematik başarı seviyesi yüzde 17, fen bilimlerinde yüzde 39, okuma becerilerinde yüzde 35 seviyelerindeydi. Bu veriler bize şunu gösteriyor: Çocuklar, gençler bilimsel değerlendirme ve ölçme, ifade gücünden yoksunlar. Okullardan bilim ve felsefenin çıkarıldığını, yerine dinsel bilginin çok yoğunluklu bir şekilde ikame edildiğini görüyoruz. Seçmeli dersler çocukların iradesi dışında seçiliyor. Örneğin bu yıl adab-ı muaşeret dersi dahil edildi. Gelecek yıl için ‘Türk aile yapısı’ diye bir ders hazırlandı. Öğrencilerin geleceği ile ilgili bir şey vaat etmeyen derslerdir bunlar. Bu dersler, toplum içinde toplumsallaştıkça alabildiğimiz bilgilerdir. Kişisel arayışlar ile bulunan bilgilerdir. MEB’in tek mezhep üzerinden herkese dayattığı bir sistemden bahsediyoruz. Var olan müfredat, her okulu imam hatibe çevirmiş durumdadır. Öğrenciler astronomi, uzay bilimi istiyor ama karşısında adab-ı muaşereti görüyor. Bu dersi herkese bu şekilde yaşayacaksın diye dayatmak eğitim içerisinde faşizmi de barındırdığını görüyoruz. Bir asimilasyon sürecinin bütün argümanlarını tamamlayan bir sistemdir.”
Çokluğu yok eden sistem
Eğitim sistemi ile toplumsal çokluğun yüzde doksanının yok edildiğini söyleyen Zorlu, “Cumhuriyet tarihi çokluklara yaptığı baskılarla bilinen bir tarih. Gelinen noktada yaşamında ısrar eden, Aleviliğe, Hristiyanlığa ve benzeri değişik inançlara katliam gibi yöntemlerle değil de onları yok sayan, görmeyen bir sistemle yaklaşıyor. Alevi bir öğrenciyi Sünnilik üzerinden kendisini sorgulamaya zorluyor. Kendisi, mezhebi ve ailesi ile barışık olmayan toplumlar yaratmak istiyorlar. Görülmeyen ama alttan gelen çok tehlikeli, yok eden bir süreç işletiliyor. Bu yok oluşlar bu ülkeye hiçbir şey kazandırmadı. Barış ve sevgiyi kaybettirdiler. Barış ve sevgiyi yeniden kazandırmak bu imam ve kadrolarla olacak iş değil” diye belirtti.
Kaynak: Yeni Yaşam Gazetesi