HABER MERKEZİ- Emek üzerinden soyguna ve sömürüye dayalı kurulan tekelin Kurdistan’daki savaşın temel beslenme kaynağı olduğuna dikkat çeken PKK MK Üyesi Cemal Şerik, işçi ve emekçilerin bu savaşa karşı mücadele etmesi gerektiğini söyledi.
PKK MK Üyesi Cemal Şerik, emek mücadelesinin, Kurdistan’da yürütülen soykırımcı savaşla bağı kurularak, 1 Mayıs meydanlarının bu temelde atılacak sloganlarla inletilmesi gerektiğini söyledi.
PKK Merkez Komite (MK) Üyesi Cemal Şerik, ANF’den Berfîn Bağdu’nun sorularını yanıtladı.
1 Mayıs’ın tarihteki yeri ve anlamı nedir?
Bugün 1 Mayıs’a gerçek anlamda yanıt olabilmek için tarihsel yeri ve anlamının yeterince farkında olunması gerekiyor. Egemen güçler ve çıkar çevreleri tarafından en fazla üzerinde tahribat yaratılan, anlam çarpıtmalarına uğratılan günler arasında yer alıyor. Öyle ki, 8 Mart, 21 Mart gibi günler üzerinde oluşturulan bilinç karartması ve çarpıtmaların bir benzeri de 1 Mayıs için yapılıyor. Hatta denilebilir ki; sömürücü ve egemenlerin saldırarak, bastırarak, kendisi için bir “tehlike” olmaktan çıkarmaya çalıştıkları: işçiler, emekçiler, ezilen ve sömürülenler, kadınlar ve gençler için özel anlam ifade eden, değer olarak kabul eden olay ve günlerin başına getirilmek istenenlerin, bir benzeri 1 Mayıs için de yapılıyor.
Bu çarpıtmaların başında da 1 Mayıs’ın işçilerin, emekçilerin Birlik, Mücadele, Dayanışma günü değil de “Bahar ve Çiçek Bayramı” olduğu çarpıtması geliyor. Bu anlam ve algı çarpıtmasıyla insanların, toplumun yönü meydanlara değil, piknik yerlerine çevrilmiş oluyor. Vazgeçilmez tüm değerler anlam ve içerikten arındırılmış kof bir kabuk haline getirilmek isteniyor. Reel sosyalizmin çözülmesi ile oluşturulan psikolojik ortam ise bu doğrultuda kullanılıyor.
O nedenledir ki, doğru sahiplenme, bugünlerde ifadesini bulan anlamları özümseme ve sahiplenme özel bir önem kazanıyor. Bunun gerekleri yerine getirilirse özüne bağlı kalarak çok daha güçlü temsil edileceği gibi, anlam zenginliğine kavuşturularak sürekli ileriye taşınan, her zamanki coşku ve heyecanını koruyarak yaşatılan, bilinçlere böyle kazınan bir gün olma özelliğini korumuş olacaktır. Bu da kendine sosyalistim, devrimciyim, özgürlükçüyüm, emekçiyim diyenlerin önünde duran, yerine getirilmesi gereken tarihi sorumluluklar arasında yerini alıyor.
Gün olarak neden 1 Mayıs?
1 Mayıs, işçi sınıfının ortak bir değeri ifade eden bir gün belirleme ve bunun etrafında tek tek ülkelerde yaşanan sınıf mücadelesini uluslararası kılarak örgütlenmeyi, mücadeleyi ve dayanışmayı geliştirerek bunu kalıcılaştırma arayışına cevap olmayı ifade etmektedir. Gün olarak 1 Mayıs’ın belirlenmiş olması da böyle bir arayışa yanıt olan işçi eyleminin o gün başlamış olmasıdır. Böylesi bir güne anlam kazandıran ise 1886 yılının 1 Mayıs’ında Chicago’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun çağrısıyla sayısı yarım milyona varan işçinin katıldığı 8 saatlik iş günü hakkı için başlatılan işçi sınıfının grev ve direnişidir. Bu direnişte grev kırıcılar ve polisin saldırısı sonucunda çok sayıda işçi ile kurulan uydurma mahkemelerin verdiği idam “cezalarına” dayanarak işçi liderleri Albert Parsons, August Spiens, Adolf Fischer ve George Engel katledilmiştir. 14-21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal, Chicago işçilerin bu direnişini dünya işçi sınıfının bayramı, birlikte karşılayacakları; Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olarak ilan etmiştir.
Elbette işçi sınıfını, emekçileri böyle ortak bir gün aramaya götüren nedenler vardı. O nedenle de böyle bir gün tespit etme arayışına 1886’dan önce başlamışlardı. İşçi sınıfı mücadelesinin uluslararası özelliği ve önüne koyduğu sınıfsız, sınırsız bir dünya yaratma hedefleriyle birlikte sermayenin sınır tanımayan özellikleri ve onlara karşı uluslararası alanda mücadele de ortaklaşmanın gereği buna neden olmuştu. Onun içindir ki, dayanışma günü olarak Avusturyalı taş ve inşaat işçilerinin 1856’da 8 saatlik iş günü hedefiyle yaptıkları yürüyüşün gerçekleştiği günde bir tartışma konusu olarak gündemlerine girmişti.
İkinci Enternasyonal tarafından 1 Mayıs işçi sınıfının enternasyonal günü olarak ilan edilmesinden itibaren her yıl dönümünde tüm dünyada işçi sınıfı, emekçiler ve emeğin özgürlüğü mücadelesinde yer alan herkes tarafından kutlanarak günümüze kadar gelmiştir. Bu çerçevede Avrupa’dan Amerika’ya ve oradan Asya’ya, Afrika’ya, Avusturalya’ya varıncaya kadar tüm dünya işçi ve emekçileri tarafından Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanmıştır.
Kutlamaları engelleme ve saldırılar olmuş mudur?
Elbette 1 Mayıs, uluslararası sermaye güçlerinin saldırıları, engelleme ve yasaklamalarıyla da karşılaşmıştır. Bu yönüyle de 1 Mayıs işçilerin, emekçilerinin bayramı ve mücadele günü olmakla birlikte aynı zamanda sermaye güçleri ve onların militarist, faşist güçleri tarafından yapılan saldırılar sonucunda kanın akıtıldığı bir gün olarak da tarihe geçmiştir. Sömürgeci, soykırımcı, faşist TC devletinin 1 Mayıslarda işçilere, emekçilere ve devrimci, sosyalist, demokratik güçlere yönelik saldırıları, yasak ve engellemeleri de bunlar arasında yerini almıştır.
Bunları biraz hatırlatır mısınız?
Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan işçiler ve emekçiler de 1 Mayıs’ı bir bayram ve mücadele günü olarak karşılamış ve kutlamıştır. Bunu yaparken de yasaklama ve engellemelerle de karşılaşmışlardır. 1906’dan itibaren aralıklarla 1925 Takrir’i Sükun Kanunu çıkarılana kadar bu böyle devam etmiştir. Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkarılmasından itibaren de geçen 51 yıllık süre zarfında yasaklı olan 1 Mayıs, ancak 1976’da yeniden yasal zeminde bir bayram olarak kutlanmaya başlamıştır. Bu da bir yıl sürmüş, 1 Mayıs 1977 katliamıyla birlikte yeniden yasaklama ve engellemelerle karşılaşmaya devam etmiştir. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle birlikte de 1 Mayıs, özü ve anlamından koparılarak “Bahar Bayramı” olarak ilan edilerek resmi tatil günleri arasında sayılmaya başlanmıştır.
Türkiye’de tüm bu saldırı, yasaklama, engelleme ve baskılara rağmen işçiler, emekçiler, devrimci sosyalist güçler, 1 Mayıs’ı kutlama ve meydanlarda karşılama arayış ve mücadelelerinden vazgeçmemiştir. 1 Mayıs’ın her yıl dönümünde ölümü, yaralanmayı, işkenceyi, zindanlara alınmayı göze alarak meydanlara, sokaklara çıkmışlardır. 1 Mayıs, 2009’dan itibaren Türkiye’de resmi tatil günü olarak kabul edilse de 1 Mayısların karşılanması, kutlanması önünde engeller ortadan kaldırılmamıştır. Hala da bu engellemeler devam etmektedir.
Engelleme, yasak ve saldırılara rağmen özüne, anlamına ve temsil ettiği ruha bağlı kalınarak nasıl karşılanabilir, kutlanabilir?
Aslında bu sorunun cevabını, hem uluslararası alanda hem de Türkiye ve Kurdistan’da işçiler ve emekçiler defalarca verdi. Bayram derken 1 Mayıs’ın herhangi bir bayram olmadığını, mücadelede zafer ipinin göğüslendiği anın coşkusunun meydanlarda yaşanması, yaşatılması ve temsilinin sağlanması olduğunu gösterdiler. Egemen, iktidar güçlerinin, onların paramiliter, resmi tüm faşist güçlerinin saldırılarına rağmen işçi ve emekçiler bunu başarmıştır. Bu kararlı duruş, örgütlenme, mücadelede ısrar ve bunun sonucunda da hakim, egemen, sömürücü güçlerin geri adım atar hale getirilmesi olarak kendini somutlaştırmıştır.
Günümüz koşullarında da 1 Mayıs’ın devrimci özü ve ruhunun korunmasında esas alınması gereken bundan başkası değildir. Emeğin özgürleştirilmesi mücadelesinin aktif savunucuları ve yürütücüleri haline gelinmesidir. Tabii burada emeğin özgürleştirilmesi derken kastedilenin de doğru anlaşılması gerekmektedir. Burada kastedilen, emek üzerine kurulan sömürü ve tekele son verilmesidir. Emek mücadelesinin merkezine asıl alınması gerekenin doğru belirlenmesidir. Bu çerçevede emek üzerine kurulu olan sömürü ve tekel kırılmadan/parçalanmadan emeğin hiçbir şekilde özgürleşemeyeceğinin bilinciyle hareket edilmesidir. Bunun karşısında ise biraz maaşlara zam yapılması ve hakların genişletilmesi gibi istemlerle sınırlı kalan arayış ve yaklaşımların da dar, sömürü, soygun düzeni sınırları içerisinde kalan bir yaklaşımın da sömürü-soygun ve yağma düzeninin meşrulaştırılmasından öte bir anlam ifade etmeyeceğinin bilincinde olunmalıdır.
Bugün işçi ve emekçilerin önünde en büyük engel de bu çerçevede işçilerin, emekçilerin mücadelesini boğan dar sınırlar içerisine çekerek, sömürü-soygun düzenine endeksleyen yaklaşım, eğilim ve politikalarda kendisini tamamen bu temelde dışa vurmaktadır. Bunu da her türlü yola ve yönteme başvurarak, ideolojik ve siyasal yönleri perdeleyerek; işçilerin, emekçilerin mücadelelerini basitleştiren, salt karın doyurmak olarak gösteren; dar, ekonomik ve hakların genişletilmesi gibi istemler dışına çıkılmasını engelleyerek ısrarla işçileri, emekçileri sömürü-soygun düzeninin bir eki/parçası haline getirmek istemektedirler. Bunu sağlamak için de devletten aldıkları her türlü desteği, sunulan imkanlarını kullanmaktan geri kalmıyorlar. Hatta denilebilir ki; bugün Türkiye’de işçi ve emekçi yoğunluğu içerisinde hakim ve etkili kılınmak istenilen de bu düşünce yapısı ve yaklaşım biçimidir. Bugün bunu varlık gerekçesi haline getiren, yoksul halkı açlıkla terbiyeyi kendilerine esas alan düzenin taşeronları olan sarı sendikalar, nicel gücü ellerinde tutar bir hale gelmişlerdir. O nedenledir ki, emeğin özgürleşmesi mücadelesi aynı zamanda işçiler ve emekçilerin bilinciyle oynayan, onları sistemin ve sömürü soygun düzeninin/çarkının bir parçası haline getiren sarı sendikacılığa karşı da bir mücadele içerisinde olunmasını gerekli kılmaktadır. Unutulmaması gerekir ki; bugün işçiler, emekçiler arasında sömürü, soygun düzenine uşaklığın geliştirilerek köklü kılınmasında, ırkçı, faşist, dinci ideolojilerin, örgütlerinin geliştirilmesinde kendine taban bulmasında bu sarı sendikalar kullanılan en etkili araçlar arasında yerini almaktadır.
Elbette emeğin özgürleştirilmesi mücadelesi bunlarla da sınırlı değildir. Türkiye’de ve Kurdistan’da sömürü-soygun ve emek üzerine kurulan tekel, Kurdistan’da yürütülen soykırımcı özel kirli savaşın temel beslenme kaynağı olmaktadır. Bu tekel bir nevi işçilerin, emekçilerin ayaklarına bağlanmış bir pranga gibi durmaktadır. Bu prangadan kurtulmak için de mutlaka o tekelin kırılması gerekmektedir. Bu da Kurdistan’da yürütülen soykırımcı, sömürgeci, faşist özel-kirli savaşa karşı bir mücadele içerisinde olmayı gerekli kılmaktadır. Eğer bu kaynak kurutulursa emeğin özgürleşmesi önündeki en büyük engel de ortadan kalkmış olacaktır.
O nedenle de 1 Mayıslarda olması ve yapılması gerekenler de buna göre belirlenebilmelidir. Emeğin özgürlüğü mücadelesinin, Kurdistan yürütülen soykırımcı, sömürgeci özel kirli savaşla doğrudan, kopmaz bağı kurularak 1 Mayıs geleneği yaşatılmalı ve mücadele geleneği temsil edilebilmelidir ve 1 Mayıs meydanları bu temelde atılacak sloganlarla inletilebilmelidir.
Kurdistan Devrimi’nin ve Özgürlük Mücadelesi’nin 1 Mayıs’ın evrenselliği içerisinde ifade ettikleri nedir?
Kurdistan Devrimi’nin en enternasyonal devrim olduğunu belirtmek bir abartı olmayacaktır. Kurdistan’ın hem uluslararası hem de devletler arası bir sömürge olma gerçekliği de buna işaret etmektedir. Kurdistan’ın temel özelliklerinden olan bu yön bile neden olan sonuçlar itibarıyla böyle bir karakter taşıdığını göstermektedir. Bununla birlikte Kurdistan Devrimi’nin tüm dünya insanlığı, ezilen halkları, sömürülenleri, kadınları ve gençleri üzerinde de doğrudan etkisi söz konusudur. Onlar için bir umut ışığı, yol gösteren bir ateş olma özelliğine sahiptir. Eğer böyle olmasaydı, yönlerini Kurdistan’a çevirmezlerdi. Önder Apo’yu bu kadar sahiplenerek, öğretisini kendilerini temel öğreti olarak kabul etmezlerdi. Yine kapitalist moderniteye karşı mücadelede umut dolu olarak ayağa kalkmazlardı.
Bunları belirtmemin nedeni 1 Mayıs’ın evrensel anlamda ifade ettiği anlam ile Kurdistan Devrimi’nin ve halkının içerisinde olduğu mücadelenin ve bu mücadelenin önderi olan Önder Apo’nun öğretisinin tüm dünya insanlığı için ifade ettiği anlam ile bağının doğru kurulmasıdır. Biraz da olsa toplumsal mücadelelerin, devrimci sosyalist mücadelelerin, işçi ve emekçilerin mücadelelerinin gelişim trendi içerisinde olaylar ve olgular arasındaki bağın kurularak belirli bir sonuca ulaşılabileceğinin görülmesidir. Bunu yaparken de evrenselliğe nasıl ulaşılabileceği yönünde gerekli olan sonuçların çıkarılmasıdır.
Dikkat edilirse 1 Mayıs, var olan bir ihtiyacı karşılama rolünü üstlenirken, aynı zamanda Amerika’daki işçi sınıfı mücadelesinin bir gelişim trendini ifade etmektedir. Bu iki boyutu birlikte ele aldığımızda orada doğru bir sonuca ulaşılmış olacaktır. Şöyle ki; 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa’da sınıf mücadelesi büyük bir yükseliş içerisine girmişti. Bir yanda işçi sınıfı örgütleri ve partileri büyük bir gelişme kaydederken, mevcut iktidarları sarstılar. Bu gelişim seyri beraberinde 1848 Avrupa devrimlerini getirdi. Sonuçta bu devrimler ezildiler. Bunun bir sonucu olarak da işçi sınıfı örgütleri, partileri büyük bir gerileme içerisine girdiler. Buna rağmen mücadeleden geri çekilmediler ve yaşananlardan belirli sonuçlar çıkararak bir arayış içerisine girdiler. Buna bağlı olarak da yeniden örgütlenme, toparlanma ve mücadeleyi geliştirmeyi önlerine hedef olarak koydular. İşçi sınıfının evrensel ortak bir güne kavuşturulması yünündeki arayışları da bunun bir sonucu olarak yaşandı.
20. yüzyılın son çeyreğinde reel sosyalizmin çözülmesi de dünya sosyalist hareketleri, işçi ve emekçi mücadeleleri nezdinde hem moral değerler hem de örgütlenme ve mücadeleler kapsamında negatif etkilerde bulundu. Savrulmalara ve kapitalist modernite sistemine kayışlara neden oldu. Dünya genelinde bunun etkileri çok somut bir şekilde kendini gösterirken, Ortadoğu’nun tam ortasında Kurdistan’da tam da bunun zıddı olan bir gelişme yaşandı. Önder Apo önderliğindeki PKK ve Kurdistan halkı devrimci mücadele de önemli bir gelişme kaydetti. Bu yönüyle dünya sosyalist hareketleri, işçi ve emekçiler için bir ilgi odağı haline geldi. Uluslararası Komplo sonrasında da Önder Apo geliştirdiği paradigma ve yol gösterdiği, önünü açtığı Kurdistan halkı ve Özgürlük Mücadelesinin elde ettiği kazanımlarla bu gelişim seyrini bugünlere kadar taşıdı. Rojava Devrimi ise bu gelişim seyri içerisinde önemli bir yer tuttu. Umut ışıklarının yeniden parlamasına ve bakışların bu istikamette doğru çevrilmesine neden oldu. Öyle ki tüm dünya insanlığına “1 Kasım Dünya Kobanî Günü” adıyla evrensel bir gün kazandırdı. Önder Apo’nun geliştirdiği paradigmanın evrensel düzeyde anlamı böylece herkes tarafından daha da anlaşılır, kabul edilir bir hal aldı. Gelinen aşamada da Önder Apo evrensel bir önderlik olarak kabul edildi.
Her halde günümüzde 1 Mayıs’a verilen en büyük ve anlamlı yanıt bu olsa gerek. Evrensel düzeyde kapitalist modernite sistemine karşı mücadelede tarihsel bir görev ve sorumluluk üstlenmiş olan bir devrimin, mücadelenin kazandırdığı coşkuyla yeni bir Mayıs’ın karşılanıyor olmasının vermiş olduğu heyecan da bundan farklı bir düşünce içerisinde olmayı olanaksız kılar.
İçinden geçtiğimiz süreç dikkate alındığında bu yıl nasıl karşılanmalı ve kutlanmalı?
Çok kritik ve tarihsel bir süreçten geçiyoruz. 34. yılını doldurmak üzere olan 3. Dünya Savaşı’nın içerisinde bulunduğu durum da yaşanan bu kritik sürecin nasıl bir sonuç ortaya çıkaracağına dair cevaplanması gereken soruların sayısını daha da arttırmaktadır. Tabii bu sorular içerisinde en yakıcı olanların cevabını vermesi gerekenler de işçiler, emekçiler, halklar, kadınlar ve gençler oluyor. Çünkü bunlar 3. Dünya Savaşı’nın tarafı dışında olanları temsil ediyor. Sadece bununla da kalmayarak 3. Dünya Savaşı’nın tarafları karşısında kendi alternatiflerini geliştirme ve gerçek kılma görevlerini önlerine koyuyor. Bu da evrensel düzeyde bir görev ve sorumluluk sahibi olma anlamına geliyor. Karşılamak üzere olduğumuz 1 Mayıs’ta var olan bu görevi daha belirgin kılarak yerine getirilmesini daha yakıcı bir hale getirmiş bulunuyor. Evrensel Önderlik olan Önder Apo, geliştirdiği paradigma ile bu doğrultuda yol gösterirken, “Önder Apo’ya Özgürlük ve Kürt Sorununa Çözüm” şiarıyla 10 Ekim 2023’te başlatılan küresel hamle de buna güç veriyor.
Yaşanmakta olan böylesi bir süreçte yeni bir 1 Mayıs’ı karşılamanın anlamı, çok daha farklı oluyor. Kurdistan ve Türkiye işçi ve emekçileri, halkları, kadınlar ve gençleri, 15 Şubat’ta, 8 ve 21 Mart’ta, 31 Mart Yerel Seçimlerinde ve 4 Nisan’da olduğu gibi sergilediği duruş ve devrimci tutumla 2024 yılının 1 Mayıs’ını her zamankin daha görkemli karşılayacağını, meydanları, sokakları hınca hınç dolduracağını göstermiş bulunuyor.