HABER MERKEZİ- PKK Merkez Komite üyesi Cemal Şerik’in kaleminden: Olguculuğun Pozitivizmi
Aydınlanma döneminin öne çıkan düşünce akımlarından olan olguculuk var oluşu fizik ve maddi dünya gerçekliğine dayandırırken bu yönü ile çağdaşları içerisinde yer alan rasyonalizmden farkını da ortaya koymuş oluyordu. Olguculuğun aksine varlığı, akıl ve uslamlama ile açıklayan rasyonalizmin kendisi de olguculuk gibi köklerini Yunan felsefesinden almaktaydı. Bunların her ikisi de M.S. 5.yy’da Hristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmi ideolojisi haline gelmesi ile birlikte gelişimi dumura uğratılan düşünce yapılarından köklerini aldıkları gibi, üzerinde kurulu olan baskılamanın Aydınlanma dönemiyle kalkmasıyla gelişip-serpilme, imkanlarına kavuşmuşlardı. Bu yönleriyle Yunan felsefi içerisinde bir karşıtlık içerisinde olan felsefi idealizm ve felsefi materyalizmin Aydınlanma dönemindeki devam ettiricisi olma özelliğini taşımaktaydılar. Her ne kadar varlıklarını böyle bir karşıtlık üzerine oturtmuş ta olsalar; olguculuk ve rasyonalizm devralmış oldukları mirasların yaşadıkları ve karşılaştıkları yönüyle de bir ortaklaşma içerisinde bulunmaktaydılar.
Ancak aralarında ortaklaştıkları yön bununla da sınırlı değildi. Her iki düşünce yapısı da Hristiyanlığın, Roma’nın resmi dini haline gelmesi ile birlikte egemen hale gelen skolastik düşünce yapısı karşısında, kendilerini ondan (skolastik düşünceden) daha doğru ve ileride görmekteydiler. Ve bu doğrultuda da genel bir düşünce yapısı olarak kendilerini dışında olanlara benimsetmeye çalışmaktaydılar. Fakat paylaştıkları bu ortak yönlere rağmen kendi aralarında da bir mücadele söz konusuydu. İşte böylesi bir mücadelede taraf olan olguculuk kendini, rasyonalizmden daha ileride, ondan iyi ve olumlu olduğunu ileri sürerek, düşünce yapısı olarak kendini benimsetmek ve öyle anılmak için, ‘olumlu’ anlamına gelen pozitif kavramını kendi adı/ismi olarak bilinçli bir şekilde öne çıkarmış ve öyle kabul ettirmişti. O süreçten beri olguculuk pozitivizm olarak belleklere yerleştirildi ve böyle bir anlamla yüklü kılınmaya çalışıldı.
Kendi tarihsellikleri içerisinde ifade ettikleri anlam bütünlüğü itibari ile her ikisi de felsefe döneminin (M.Ö. 5- M.S. 5.yy’lar arası) temel felsefi yapıları olan idealizm ve materyalizmin ardılları olma gibi özelliklerini değişen koşullara göre farklılaştırmaktan da geri kalmadı. Bu çerçevede de akılcılık her ne kadar çıkışında skolastik düşünce yapısına karşıtlığını ya da ondan daha ileride olduğunu söylemiş olsa da giderek, dinsel idealizme düşmekten kendini kurtaramadı. Felsefi materyalizmden köklerini alan olguculukta farklı uçlara seyreden düşünce ve siyasal eğilimlerin çıkışında en temel etmenlerden biri olarak rol oynadı. Özellikle de olguculuğun maddeyi esas alan düşünce yapısının deneylere dayalı olması, bu yönüyle bulgu ve verilerle varlıkların oluşumunun anlaşılmasını sağlayan özelliğinin neden olduğu (enerjinin ve canlı hücrenin) keşifler ve teorik belirlemeler böyle bir sonucun yaşamasında etkili oldu. Bu yönüyle de hem materyalist düşünce yapısını doğrularken hem de sermaye gruplarına kendileri için yeni sömürü alanları yaratılmasında ve sömürüyü daha derinlikli hale getirmelerini sağlayacak olan koşullar yaratarak, kapitalizmin sanayi ve endüstrileşme dönemine geçişinde önemli bir rol oynadı. Bundan en fazla yararlanan da rasyonalizm yoluyla felsefi idealizme bağlanmış olan sermaye ve iktidar tekel güçleri oldu. Çünkü olguculuğun deneyciliğinden yararlanarak çok daha sömürü kaynaklarına ve sermaye edinmenin olanaklarına kavuşmuş olmaktaydılar.
Olguculuk bu şekilde, rasyonalizm ile buluşmuş olan sermaye, iktidar tekelinin hizmetine girerken diğer yandan da varlığı, maddeye dayalı olarak açıklayan; doğa, toplum, siyaset ve ekonomiyle ilgili olanları yorumlayan felsefi materyalizmi esas alan sosyalist düşünce yapısını savunanların kendilerini doğrulamalarına imkan sunmaktaydı. Bu yönleriyle de olguculuk hizmetine girdiği sermaye ve iktidar tekelinin karşısında kendini konumlandırmış olan sosyalistlerin dayanaklarını güçlendiren bir rolün sahibi haline gelmekten de geri kalmamış oluyordu. Fakat bu olumluluk da bir nevi kendi içerisinde oynadığı bu olumlu rolü olumsuzlayan bir muhtevaya sahipti. Çünkü gelişimine katkı sunduğu materyalizmin indirgemeci ve kaba özelliği; özne-nesne ayrımına neden olurken, insanın kendi dışında olan varlıklara olan yaklaşımını belirleme, insanı ‘doğanın efendisi’ gören ve her şeyi de çıkarları doğrultusunda kullanmasının önünü açan bir düşünce yapısının oluşumuna katkı sunmuştur. Buna göre de sunduğu bu “katkı” ile siyaset ve toplum yaşamının düzenlenişine dair geliştirilen düşüncelerin belirlenmesinde etkin bir rol oynamıştır. Aslında bu yönüyle toplum içerisinde kapitalizme karşıtlık içerisinde olduklarını iddia edenleri de sermaye ve iktidar tekelinin hizmetine girmelerinin önünü açmıştır.
Olguculuk sosyalist düşünce (daha çokta bilimsel sosyalist bakış açısı) içerisinde her şeyi madde ile açıklayan; kültür, sanat, siyaset, dil, düşünce, ideoloji ve kurumsallaşmaları birer üstyapı olarak değerlendiren yaklaşım ve anlayışların gelişmesinde de rol oynayarak böylesi bir pozisyona düşülmesinde etkin bir rol oynamıştır. Öyle ki pozitivist düşünce yapısı, oluşturduğu etkinlik ile hem resmi kapitalist modernite savunucularını yetiştirerek hem de kapitalist modernite sistemine karşıt olduklarını söyleyenleri, kapitalist modernitenin farklı yollardan savunucuları haline getiren, onları eğiten, üreten, çoğaltan haline gelmiştir. Wallerstein’ın, “Biz konuşur, özgürlük ve sosyalizmi tartışırken, korkarım ilahların gazabına uğrarız. Çünkü hepimiz aynı zehirli kaynaktan içtik.” belirlemesin de dile getirdiği gibi bu özellik günümüze kadar da halen etkisini korumaya devam etmektedir.
Bunu devrimci sosyalist ve anti-kapitalist mücadele içerisinde olanların, varlığı tanımlama da ve yaşam biçimlenişinin düzenlenmesinde tasarladıkları sistemleri ele alışlarından görmek mümkündür. Özne-nesne ayrımındaki ısrar, insanı doğa karşısında üstün gören ve son tahlilde içerisine girilecek olan tarihsel bir süreçte çelişkinin insan ve doğa arasında mücadeleye dönüşeceğini savunan düşünce yapısındaki ısrarları da bunu göstermektedir. Öyle ki, böyle bir yaklaşımdan hareketle de insanın doğa üzerindeki hakimiyetini kurmasını sağlayacak her türlü atılan adımın desteklenmesinden geri kalınmayarak, bunu; insanın, doğa karşısındaki başarısı olarak kabul eder bir hale gelinmiştir. Ve bu ‘başarıyı’da ekonomik ve maddi yapının gelişiminin temeli olarak görmeleri nedeniyle de kapitalizm ile içerisine girilen rekabette aşırı sanayileşme ve üretime dayalı, aşırı tüketim toplumların yaratılmasına, dönüşmesine hizmet eder ve böylelikle de bir nevi kendi temel dayanaklarını ortadan kaldıran bir hale gelinmesine yol açmıştır. Geçmişte SSCB’nin bugünde Çin’in içerisinde düştüğü hal bunun bir göstergesidir.
Olguculuğun sistem üzerindeki neden olduğu bu tahribat olguculuğa dayalı düşünceyi savunan özünde kaba materyalist olan kişilikler üzerinde de benzeri bir etkiye neden olmaktadır. Bu etkiyi sıradan yaşamsal ilişkiler içerisinde kendini gösteren bir boyutla da sınırlandırmamak gerekir. Öyle ki bu etki, bir zihniyet yapısına dönüşmüş, bir bakış açısı ve ele alış biçiminde kendisini somutlaştırmıştır. Ona göre düşünüşe, yaklaşıma ve ele alışa dönüşmüştür. Tüm bunlar da insanda yaşanmaktadır. O nedenledir ki, bu temel özelliklerin şekillenmesinde rol oynayan, kaba materyalist yaklaşımın etkisi altında olan kişilikleri; nasıl kendine sosyalist diyen ülkeleri kapitalizm ile buluşturmuşsa, onları da aynı nokta da buluşturmaktan geri kalmamaktadır. Günümüzde olguculuk ya da olgucuların kendilerine taktığı isim ile pozitivizm, değerlendirilirken pozitivizmin kişilikler üzerindeki etkisi ve neden olduğu sonuçlar ele alınırken, mutlaka bunlar üzerinde durulabilmeli ona göre bir sorgulama ve çözüm arayışları içerisine girilebilmelidir. Tabi bunu yaparken de olguculuğun varlığı, madde ile açıklayan o yanıltıcı yapısının etkisi altına girmeden bu başarabilmelidir.