HABER MERKEZİ
Geride bıraktığımız hafta içerisinde Cenevre’de Birleşmiş Milletler (BM)’de Suriye Anayasa taslağının hazırlanması için bir toplantı gerçekleştirildi. BM’nin öncülüğünde gerçekleşen bu toplantıya önceden belirlemiş olan sayıda kişi katılırken, Suriye devlet sınırları içerisinde olan toprakların % 34’ü üzerinde oluşmuş olan Kürtleri ve Kuzeydoğu Demokratik Suriye Özerk Yönetimini temsilen hiçbir kişi ve örgüt ya da kurum çağrılmadı. Bahsi geçen bu toplantıdan önce de; BM sözcüsünün çağrısı üzerine Rusya ve TC devlet temsilcileri ile ortak bir toplantı gerçekleştirildi.
Suriye konulu tartışmaların, toplantıların, çalışmaların BM tarafından yeni başlatılmadığı bilinmektedir. Daha önce de BM bünyesinde aynı bileşimi temsil edenlerin katılımları ile toplantılar yapılmıştı. Ancak bu toplantılar, BM’nin bir önceki Genel Sekreteri tarafından da itiraf edildiği gibi hedefine ulaşmamıştı. O nedenle de “Suriye Anayasası” konulu olarak yapılan bu toplantı, başından itibaren bir tartışma konusu haline geldi.
BM’nin önceli olan Milletler Cemiyeti (MC)’de benzeri toplantılar yapmıştı. Uluslararası hegemon güçlerde, benzeri özellikler taşıyan toplantılar için masalar kurmuşlardı. Tüm bu toplantılarda taraflar, kendi cephelerinden negatif ya da pozitif olarak gördükleri sonuçlara ulaşmışlardı. 1923’de gerçekleşen Lozan Konferansı da bunlar içerisinde yerini almıştı.
Lozan konferansının baş aktörleri; İngiltere ve Fransa idi. Bunlar kendi çıkarları doğrultusunda, Osmanlı’nın mirasını devralan TC ile müzakerelerde bulunarak, Ortadoğu’nun sınırlarına son şeklini vermek istiyorlardı. Aralarındaki pazarlık konusu olan ise; stratejik öneme sahip olan, zengin petrol yatakları ve yer altı- yer üstü zengin kaynaklarının bulunduğu Kürdistan’dı.
Kürdistan üzerine kurulan pazarlık masasında, Kürdistan’ı temsilen hiçbir kimse yoktu. TC devleti adına Lozan konferansına katılan İsmet İnönü’nün yanında Kürt Şerif Paşa’yı götürmüş olması da bu gerçekliği değiştirmemekteydi. Her ne kadar İsmet İnönü, Şerif Paşa’yı kastederek “burada Türk ve Kürtleri temsil ediyorum” demiş olsa da aslında orada Şerif Paşa’nın varlığı bir görüntüden ibaretti. Çünkü hiç bir şekilde Kürtleri temsil etmediği gibi ne Kürtlerden bahsetmiş nede Kürtlerin haklarına dair herhangi bir savunmada bulunmuştu. Sonuçta Lozan Konferansında yapılan pazarlıklarla, o zamana kadar iki parçaya bölünmüş olan Kürdistan’ın dörde bölünmesi konusunda anlaşmaya varılmış, TC ve İran’ın yanında Kürdistan topraklarına, Irak üzerinden; İngiltere, Suriye üzerinden; Fransa “ortak” olmuştu. Sadece bununla da sınırlı kalınmayarak, İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu üzerindeki hakimiyetleri tasdik olunmuştu. Bu gerçeklik nedeniyledir ki, Lozan anlaşması Kürdistan halkı için ölüm fermanı olmaktan öte bir anlam ifade etmemiştir. Ki, ardından yaşananlarda bu gerçekliği doğrulamıştır.
Soykırımcı TC devleti, Lozan anlaşmasından kısa bir süre sonra Bakuré Kürdistan’da kesintisiz sürecek olan askeri işgal saldırılarına başlamıştır. 1925- 1940 arasındaki yıllar içerisinde Kürdistan; bölge- bölge, boydan-boya kan gölüne çevrilmiş, darağaçları kurulmuş, yüzbinlerce insan işkencelere, zindanlara alınmış, mecburi iskanlara tabi tutulmuştur. İngiltere ve Fransa devletleri de gerçekleşen bu işgal ve soykırım saldırılarının ortağı olmuştur.
Aradan neredeyse yüz yıla yakın bir süre geçmiştir. MC’nin yerini; BM, Fransa ve İngiltere’nin yerini ABD ve Rusya almıştır. Şimdi bu güçler Cenevre’de, Suriye Anayasa hazırlığı adı altında düzenlenen toplantıda bir araya gelmişlerdir. Bu bir araya gelişlerini meşrulaştırmak için; Suriye rejimini, muhalifler ve üçüncü kişiler olarak adlandırdıkları figüranları oturtmuşlardır. Kaderini tartıştıkları, Başta Rojava Kürdistan halkı olmak üzere, Suriye topraklarında yaşayan halkların temsilcilerini bu masaya oturtmak bir yana, yanına bile yaklaştırmamışlardır. Şerif Paşa’nın soyundan gelenleri kendileri için en makul kişiler olarak görmüşlerdir.
Suriye’de yaşanan savaş 1990’ların başında Irak’ta fitili ateşlenmiş olan Üçüncü Dünya savaşın kendisidir. Gelinen aşamada Suriye yeniden “düzenlenmek” istenilmektedir. Çünkü Üçüncü Dünya Savaşının asıl aktörleri doğrudan karşı karşıya gelmedikleri gibi, bir bütün olarak Ortadoğu ve onun doğrudan etkisi altına girecek olan bölgelerin tamamını saracak olan bir sıcak savaşı göze alamamaktadırlar. Onun için, Küresel sermaye güçleri kendi aralarında “kazan-kazan” diyerek önceki dünya savaşlarından farklı olarak; Ortadoğu’da yapacakları parça-parça “düzenleme” ve vardıkları anlaşmalarla paylaşımı gerçekleştirerek, kontrollü bir şekilde bu savaşı yürütmeyi, kendi çıkarlarına görmektedirler.
Suriye üzerine vardıkları mutabakatta bunun böyle olduğunu göstermektedir. TC’de bu mutabakat içerisinde, “bal diyerek ağız tatlanmıyor, bize bal lazım” diyen R.T. Erdoğan’ın çok açık bir şekilde itiraf ettiği gibi; kendine pay istemektedir. Bunu sağlamak için, Lozan antlaşmasından sonra Bakuré Kürdistan’da gerçekleştirdiği işgal ve katliamların bir benzerini Rojava Kürdistan’ında yapmaya çalışmaktadır. Bugüne kadar Rojava’ya yönelik işgal saldırılarını bu amacına ulaşmak için ABD ve Rusya’dan onay ve destek alarak gerçekleştirmektedir.
Cenevre’de, “Suriye Anayasa hazırlık çalışmaları” adı altında yapılan toplantının ifade ettiği anlamda bundan başka bir şey değildir. ABD ve Rusya Birinci Dünya Savaşından sonra Ortadoğu’da kurulan dengelerin bozulduğu koşullarda, kendi çıkarları doğrultusunda yeni dengeler oluşturmak istemektedir. Soykırımcı TC devleti bu gerçeği görmekte ve bunu kendine bir fırsat kapısı haline getirmeye çalışmaktadır. Asıl olarak Cenevre’de pazarlık masasına yatırılmış olan da Kürdistan’dan başkası değildir.
Önemli olan Cenevre’de kurulan masa üzerindeki bu gerçekliğin görülmesidir. Olası yaşanacakların dikkatle izlenilmesi ve bunlar karşısında neler yapılması gerekiyorsa, onun hazırlıkları içerisine girilmesidir. Lozan anlaşmasının ardından yaşananlardan gerekli derslerin çıkarılmasıdır.
Cemal ŞERİK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi