HABER MERKEZİ –
“Cesaret ve korku meselesine değinmek gerekiyor: İkisinin bir iç içeliği vardır. Bu konuya değinmek istememin nedeni zindandan gelen bir değerlendirmede; “büyük cesaretin ve korkunun sahipleri” diye bir deyim geçiyor.
Nedir bu büyük korku deneyimi? Bazılarımız istisna ile karşılar; “hiç devrimci korkar mı, korku diye bir şey tanıyabilir mi?” diyebilir. Ama o yoldaşlar büyük bir direnmenin içinde oldukları halde, büyük bir korkudan bahsediyorlar. Sizler ne kadar düşündünüz bilemiyorum ama bunun çok yerinde bir söz olduğu ve bizim de böylesi büyük olguları yaşadığımız biliniyor. Büyük korku şudur; temsil ettiği yüce değerleri temsil edememe, bu yüce değerlerin savunmasını, zafere ulaşmasını sağlayamama endişesidir. Bu militanda büyük bir korku yaratır. Biz de korkunun kaynağı budur.
Bunun zıddı olan cesaretin de, aynı şekilde çok sıkı bir biçimde parti siyasetine, parti faaliyetlerine yakından bağlı olduğunu belirtebiliriz. Eğer bu korku sizde yoksa, aynı şekilde cesarette bu biçimde gelişmemişse, çok tehlikeli bir konumda olduğunuzu hemen söyleyebiliriz. Büyük eksiklikler vardır diyeceğiz. Militan avucuna ve yüreğine öyle değerleri nakşetmiş ki, onları mutlaka sağlam ellere, örgütlenmelere taşımak ve temsil etmek zorundadır. Diğer yandan da bunları temsil edememeden dolayı öylesine çekinir ki, bu da doğal olarak bir korkuya yol açar. İşte zindan direnişçilerindeki durum buradan ileri geliyor.
Muazzam bir ihanet görüyorlar, vahşeti görüyorlar, ama diğer yandan büyük özgürlüğü görüyorlar ve bunları karşılaştırıyorlar. “Eğer özgürlüğün gereklerini yapmazsak veya özgürlüğü halkımıza tam sunmazsak, özgürlük değerlerini, özgürlük kavgasını zafere yürüyecek bir biçimde vermezsek, bu dünya başımıza yıkılır” diye her an büyük bir üzüntüye, endişeye ve korkuya kapılırlar. Çok iyi bilinir ki, korku orada can endişesi değildir. Oradaki her saat, belki bin defa ölümden zor geçer. O buna sonuna kadar cesaret etmiştir. PKK direnişçiliğinde bu çok ileri boyutlardadır, kişisel yaşam korkusu duyulmuyor, hatta bu bir hiçtir. Ama partinin özgürlük değerlerinin savunulmasındaki zaaf, eksiklik en büyük korkunun kaynağı olabiliyor.
O halde, buradan çıkarılması gereken sonuç; değerlerin savunulması, parti değerlerinin zafer yolunda emniyetinin güvenceye kavuşturulması, görevli bir militanın en önemli özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Onun için yaşamış yaşamamış önemli değildir. Onun için önemli olan mevcut değerler sistemini, savunmasını, gelişimini ve gittikçe zafere ulaşmasını garanti altına almaktır. Bunu sağladığı oranda büyük korkusu azalır, yerini korkusuzluğa bırakır. O halde, her militan eğer parti değerlerini tam savunamama durumunda kalmışsa, zafere giden yolda ciddi bir endişesi çıkmışsa, bundan müthiş korku duymalı ve tabi ki bu korkunun altında yığılmak için değil, bu korkusunu hemen bir cesaretle dönüştürmesini bilmelidir. Bu nasıl yapılır? Olumlu yolda partileşerek, olumlu yolda militanlaşarak yapılır.
Cesaret, korkunun ikiz kardeşidir. Korkuyla cesaret bir tahteravallinin iki ucundaki asılı olan ağırlıklardır. Birisi yükselir diğeri azalır. Yani bir çelişkinin iki kutbudurlar. Biz burada cesareti yine siyasetimizle bağlantılı bir biçimde ele alacağız. Cesaret, kesinlikle bireysel bir gösteri, bir yiğitlik değildir. Tamamen parti siyasetimizle ilintilidir. Bunlar nelerdir? Örgütlenme, eylem, propaganda, kitle ve daha bir yığın konuda önümüze konulan görevlerin başarılması meselesidir. Bu görevlere yaklaşım ve gerçekleştirme cesaret ister. Cesareti, burada şu veya bu anın bir kahramanlık çıkışı olarak değil, önemli bir görevin önemli bir biçimde başarılması için gösterilen ruhsal belirti olarak belirtebiliriz.
Hemen hemen her militanın önüne çok çeşitli görevler konulmuştur. Bunlar ülke içinde, ülke dışında, özellikle de bugün direniş savaşımızın en önemli alanlarındaki görevlerdir. Bunlar hayati görevlerdir ve tarihseldir. Parti gerçeğimizde bunlar bir bütün anlamına kavuşmuştur. Böylesine bir görevin üstüne yürürken, herhangi bir biçimde yürünemez. Bir defa büyük korku var, başarmama korkusu diğer yandan bunu olumluya dönüştürmek. Yani başarmaya dönüştürmek gerekiyor. İşte bunun için fırsat kollayacaksın, bütün yeteneklerini kullanacaksın. Bu noktada bir an gelir ki, artık cesaret ögesine ihtiyaç vardır. İşte, orada cesaret göstereceksin. Burada gerçekten siyasetin gereklerine göre bir çıkış, bir cesaret söz konusudur. Başka biçimlerde ve koşullarda olsa aslında binde bir yaklaşamazsın. Ama devrimci görevler o bin de bir ihtimalle senin kullanmanı gerektiyorsa, o zaman kullanacaksın. İşte bilimsel cesaret, işte partinin görevlerine bağlılık temelinde cesaret budur. Bu kendisini çok daha değişik biçimlerde de önümüze koyar.
Birçok özelliğiniz var; pasif, edilgen, utangaç, ikircikli, yani böyle görevler karşısında onursuzluğu ifade eden bir yığın özelliktir bunlar. Bunların doğru devrimci dönüşümü nedir? Cesaretli dönüşümdür. Bu eski özellikleri terk etmek cesaret gerektirir. Bir yığın konuda cesaret gösterildiğinde, bizim aslında inanılmaz gibi görünen birçok şeyi başardığımız görülecektir. Cesaret, burada sadece öyle bir medeni cesaret değildir. Cesaret, bazı sosyal girişkenlikleri sağlamak için değildir. Bazı büyük adamlarla oturmak, düşmana karşı bazen kahramanca çıkışlar yapmak değildir. Cesaret, tamamen devrimci doğrultuda dönüşmesi gereken anda karar vermesini bilmektedir. Bunun için de cesaretimizi devrimcileştirelim diyeceğiz. Cesaret, gücümüzü her an partinin gelişimini sağlayacak görevlerine sarılmayı, bu görevlerin doğrultusunda karararımızı vermeyi ve bu konuda hiçbir engel tanımama durumunu ifade eder. Birçok arkadaşa, bu konuda cesaretsizsiniz desek alınırlar. “Ben korkak mıyım?” diye söylenirler. Mesele o korkaklık değil, mesele cesaretini devrimci kararların hayata geçiriliş anları olarak göstermesini bilmektir.
Hepinizin büyük cesaret potansiyeli var. Hayran olmamak elde değil, fakat çok kötü kullanıyorsunuz. Buna da üzülmemek elde değil. Şimdi bu kadar tehlikeli ortamlarda, bu kadar cesaretle yürüyeceksiniz ama bu kadar önemli devrimci görevlerin adeta kenarından bile geçmeyeceksiniz. İşte bu büyük bir eksiklik, büyük bir çelişkidir. Tabi ki bu da koşullarımızla bağlantılıdır. Halkımızın içine düşürüldüğü büyük cesaretsizliğin, sadece isyancı tarzda bir cesaret biçiminde kendini gösterdiği bilinmektedir. İşte kuvvetliyim, cesurum diye kendini ortaya sermesinin bizdeki yansımasıdır, cesaretin devrimcileştirilmesi, bilince kavuşturulmasıdır. Buna istediğimiz kadar bireysel özelliklerim deyin. Aileler çokcuklarını bazen böyle büyütürler. Her birinizin yetişme tarzına göre, böyle bir alışkanlık kazandırılmıştır. Bu cesaretle, düşman karşısında fazla bir başarı elde edilemez. Bu cesaretin bünyesinde çok tehlikeli yanlar vardır. Her şeyden önce düşmanın somut durumunu hesaba katmaz, doğru olan nedir, bunu hesaba katmaz.
Her yerde, her şeyin üzerine cesaretle yürüme bilimsel olmadığı gibi, somut koşulları da dikkate almaz. Netice de bu durum adamın başına en büyük belaları açar. Bu nedenle yersiz korku, düşkünlük, sinmişlik, pasifizm kadar, çok aşırı diyebileceğimiz cesaret türünü de mahkum etmek gerekiyor. Onun yerine daha dengeli, kesinlikle önemli çıkışlarda mutaka gösterilmesi gereken kararlılık biçimindeki cesaret esas alınmalı ve bütün faaliyetlerimize bunu egemen kılmalıyız. Bazı arkadaşlar “konuşmaktan utanıyorum”, “cesaretim yoktur”, “kendime güvenemiyorum” vb. diyorlar. Bazıları karar vermeyecek kadar korkaklar, “karar verirsem başıma neler gelir” endişesi içinde oluyorlar. İşte bunlar korkaktır, aynı zamanda çok tehlikelidirlerde. Karar gerekiyorsa karar, konuşmak gerekiyorsa konuşmak, eylem gerekiyorsa eylem, işte cesaretin böyle son derece yerinde ve zamanında kullanılması ve bir sanat gibi becerilmesine ulaşan bir militan, önderliğin çok önemli bir vasfını ele geçirmiş olur ki, bu militanın başarı hanesi çok yüksek olur. O halde, büyük değerler tam korunamadığından dolayı devrimcinin korktuğunu söyleyebiliriz.
Cesaret ve korkunun tam yerinde, doğru çıkışlarla savunulup geliştirilebileceğini belirtiyoruz. Bunu sağladığımızda, cesaret ettiğimizde, bu ikisinin çok faydalı bir işbirliğine girdiğini, olumlu yönden bir çözüme gittiğini, kişide büyük korku ve büyük cesaretin bu biçimde ifadeye kavuşturulması ve birleştirilmesinin o kişinin gücünü çok büyük boyutlara çıkaracağını belirtiyoruz. Her tutarlı ve cesur militanın böylesine bir ruhla yaşaması gerektiği açıktır. Bu aynı zamanda zindan direnişçiliğinin de bilincine ulaşan ve gerçekten önemli parti görevleri içinden olan bizlerin, derinden kavradığımız ve her militanmızın da kavrayıp uygulaması gereken vazgeçilmez bir özellik olarak benimsenmeli ve yaşanmalıdır. Parti gerçekliğimizden çıkaracağımız önemli bir sonuç budur. Bu konuda eksikliklerimiz çok…”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan