Rohat Aktaş’ın anısına…
Mürekkebin kalemin kapısına dayanacağını bildiğim zamanlardı. Hissediyordum. Ha bugün ha yarın diyordum. Elbet bir gün kendini dayatacak şu yazma tutkusu. İbadet edercesine sarılacak kalem mürekkebe secdeye dururken kelimeler karşısında. Elbet bir gün hafıza karşı çıkacak beyine, elbet bir gün yürek yeter diyecek, anlatmalısın tanıklık ettiğin yiğitleri diye haykıracak. İşte bu an’ların tam ortasına denk geldi senin ölümsüzler diyarına gidiş günün. Yüce ve güzel Kürdistan’a can bağışlayan yiğit.
Bu ülkede her şey yarım, her şey biraz eksik, her şey biraz ertelenmiş. Bu ülkede her gün bir yiğit can veriyor dağ başarında, her gün bir çocuk kayboluyor fail-i meçhul diyarlara, bu ülkede her gün bir genç panzer altında eziliyor ‘yanlışlıkla’, bir anne muhakkak gözyaşı döküyor bir yastıkta arkasını dönünce demir döven kocasına, bir baba bir tokat yiyor kendine hak gören güvenliğimizin bekçisi polislerden, bir kadın konuştu diye infaz edilebilir ya da kaybolabiliyor. Bu ülkede bir erkek intihar edebiliyor vakitsiz şafak vakitlerinde, cezaevlerinde yetmiş beşten otuz kiloya düşebiliyor açlık grevlerinde ve bu ülkede başkaları özgür yaşasın diye kendini orucun ölümüne yatırabiliyor esir düşen gerillalar, bu ülkede barış ertelenmiş, umut ise satılıyor ucuz tezgâhlarda tarla başlarında, tanrısı ayrı olanların öldürme yarışları başlıyor devlet odalarında, onursuzluğu pazara çıkaran devletlerin gittikçe baş belası haline geldiği, gereksiz olduğu bir ülke. Öyle bir ülke ki yaşamak ve yaşatmak için ateşe yürüyor fedailer. Ve yenilmez savaşçı Mazlum Tekman’ın değişiyle; “Ateşe yürümektir bizde yaşamak!”
İlk aydınlanan toprakların yeri, ilk insanlığın, var oluşun yeri hatta yaşamın ilk yeri bu ülke. Ve belki de bunun içindir bütün tufanlardan, fırtınalardan kaçıp gelen Nuh’un gemisini buraya kadar sürüklemesi. Ve belki de bunun içindir Cudî gibi bir berekete sığınması geminin. Okuyanlar bilirler Kur’an’ın Hud Suresini; “Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” diye yazıyor. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cudî’ ye oturdu ve; “Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi. Belki eksik olsa da böyle aklıma geliyor anlamı. Ve bunun da payı vardır ilk başkaldırılara ve isyanlara yürek açması Cizre’nin. İlk büyük aşklara, ölümsüz tutkulara toprak açması Cizre’nin, belki de bu yüzdendir bu kadar cesaretli yiğidi bağrına basması Cizre’nin. Bu direnişi çağdaş yapan, bu isyanı asil yapan bir harekettir PKK. Hatta kirpiğimde taşıdığım, gözümle gördüğüm bir kahramanın deyişiyle; “Nuh’un çağdaş gemisidir; PKK.” İşte tam olarak bu kadar net!
Bu geminin başındadır Rûken Xoserî, Axîn Mahir ve bu geminin kaptanlarıdır Mehmet Tunç ve Asya Yüksel ve bu geminin onlarca savaşçısı vardır belki daha yirmi yaşında Azadî gibi, belki de daha yeni doğmuş Miray bebek gibi… İşte o esmer yüzlü, pak yürekli, kızıl kanlı savaşçılardan biridir Rohat Aktaş.
Dördüncü senesine giriyor yiğitlerin düşmana meydan okuduğu Cizre direnişi. Ve yine dördüncü senesine giriyor kan emici Türk ordusunun tüm ahlaksızlığıyla, ölçüsüzce saldırdığı Cizre direnişi. Unutmak ihanet sözünün ne kadar anlam dolu olduğunu insan bu dönemler fark ediyor. Dank ediyor bir şeyler kafamıza. Kutsallığın mekanında gözlerini açıp direnişin mekânına gelmiştin. Seninle ilk defa Wan’ın kimsesiz sokaklarında, polisi alnından vurup ölümsüzlüğe giden Zerdeşt (Haşim) arkadaşın yanında görmüştüm. Selvi boylu, akşam gözlü, bıyıkları bile yeni çıkmış genç ama çok gençtin… Arkadaşlar beni senin yanına gönderdiler, basın için demiştin. “valla seni sunucu yapsak ne güzel olur, sempatiksin sen” dedim. Sende sabırsızca hemen atlamıştın; “eylem çekimlerini de yapacak mıyım” diye sordun.
Rohat Aktaş’ın ateşin üstünde yürüyen bir hali vardı her sohbetimizde. Öylesine dakik, öylesine hızlı ve tempoluydu. Yetişemediğim birçok yere yetişip, alamadığım röportajların hepsini sıcak yaklaşımıyla ikna edip alıyordu. Birlikte yedi günlük Ferqîn (Amed) ablukasında birlikte iken, o kadar halkçıydı ki herke sevini bize açıyordu. Yaralanan birçok genci kendisi taşıyıp, güvenliği bir alana getiriyordu. Silvan’da, PKK’nin yetiştirdiği yiğitlerden biri olan Senar Garzan; “Rohat arkadaşı bize versene, her işe koşturuyor, sırtımız yere gelmez valla” demesine çok sevinmişti. Yüreğini besleyen halkına karşı yapılan bu zulmü kabul etmiyor, yerinde duramıyordu. “Tamam, seni sunucu yapalım, böylelikle direnişi her yere yayarsın” dediğimde, “tabi bulmuşsunuz benim gibi birini” demesi üzerine herkes güldü. Senar Garzan’ın ölümsüzleşmesinden çok etkilenmişti. Ferqîn gibi birçok alanda kaldı Rohat Aktaş. Ve birçok kez mermilerle yarıştı, yaşanan devrimi ve yaşana bu zulmü insanlara duyurmak için koştu, koştu, koştu ta ki Cizre’ ye varana kadar.
Bir halkın özgürlüğünü kendi elleriyle, mücadelesiyle, yüreğiyle elde etme zamanlarını yaşadı. Büyük savaşçıları ve kahramanları doğuran Cizre sokaklarında eli yüreğinde katıldı devrim an’ larına. “Eğer, bugün Cizre’ye gitmezsem, ömrüm boyunca pişmanlık duyacağım” dedi ve gitti. Kendi sıcaklığını, temposunu, atikliğini, gençliğini Cizre’yle buluşturmaya gitti. Ve Cizre’yi gençleştirdi.
Kuşkusuz, onun yiğit yapan ya da kahramanlaştıran uğruna öldüğü davadır. Ve sahip çıkacak olan da yine uğruna öldüğü davanın savaşçıları olacaktır. Nitekim ne diyordu Özgürlükler Önderliği; “Halkların direniş tarafında yer almak, özgürlük yasalarına bağlı kalabilmektir. İnsanlıkla burada başlayan özgür yaşama ve özgürlük tarihinin bu beşiğine bir kez daha şahitlik etmek bağlı kalabilmektir. Bize çok çekici geldi ve bugün bizi buraya getirdi. Mutluyuz, gerçek kutlamanın içindeyiz, başlarken biz söz söylemiştik. Çiğnetmedik. Fakat zalimlerin dayattıkları acıları, işkenceleri vardı. Kasıp kavurmaları vardı. Yaktılar nice insanları. Her türlü teknikle, silahla, işkenceyle yaktılar. İşte yüreğimiz diyor ki bu yakılanların anısına nasıl sahip çıkılacak? PKK bunun intikam gücü.”
“Yenilmek değil, pes etmek bitirir insanı” demişti dizinde onlarca Derweş’i uğurlayan Adûleşen Zeryan. O zaman silahımızı ahlaktan yoksun devlete yönlendireceğiz ve bulaştıracağız direnişi yazan kalemimizin mürekkebini. Kara bir leke gibi kalsın alnında insanlık tarihinde.
Azadiya Welat gazetesi Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş, 13 Şubat 2016’da, Cizre’de devlet terörü sırasında sığındığı bodrumda 60 genç ile birlikte şehit düştü.
Yeni Özgür Politika– Laleş RÊNAS