HABER MERKEZİ –
“Öldürmenin pek çok yolu vardır. Birinin midesine bıçak saplanabilir, biri ekmekten mahrum bırakılabilir, biri bir hastalığı tedavi edemeyebilir, biri kötü bir konuta yerleştirilebilir, biri ölesiye çalıştırılabilir, biri intihara sürüklenebilir, biri savaşa sokulabilir, vb. Bunlardan sadece birkaçı ülkemizde yasaklanmıştır.”
-Bertolt Brecht
Berthold Brecht’in şiirinde anlattığı gibi, insanları öldürmenin pek çok yolu vardır. Bir topluma karşı soykırımı teşvik etmenin birçok yolu vardır; bariz, açıkça görülebilir olanlar ve daha az bariz, görünmez olanlar.
Bugün yaşadığımız şey, özellikle Bakurê Kurdistan’da Kürt toplumunun yaşadığı şey tam da budur. Tamam, bunun bir deprem, bir doğal afet olduğunu söyleyebiliriz. Doğal felaketleri kontrol edemez ya da onları önleyemeyiz. Doğru, ancak gerçekleştiğinde hasar ve kayıpların çok yüksek olmaması için gerekli önlemleri alınabilir. Ancak faşist Türk devletinin yıllardır yaptığı şey bunun tam tersidir. Sadece Türkiye’de değil, Güney Kürdistan’da da “modernleşme “nin bir parçası olarak, çoğu zaman gerçekten tartışmalı yatırımlarla her yerde ortaya çıkan çok katlı evler, yer biraz sallandığında genellikle yıkılan evlerdir.
Bu dairelerde yaşayan insanlar, genellikle maddi imkanları kısıtlı olan aileler, ucuz oldukları ve başka bir şeye güçleri yetmediği için bu daireleri kiralamaktan başka çareleri yok. Depremlerden etkilendiği bilinen bir bölgede doğal afetler bu kadar etkili oluyorsa, iktidardaki rejimin nasıl olup da önlem almadığı sorgulanmak zorundadır. Halktan doğal afetler adına alınan vergiler bugün enkaz altında kalan halkı kurtarmaya yetmiyor. Bu depremlere dayanacak kadar sağlam olmayan böyle bir bölgede bu tür yapıların nasıl inşa edilebildiği de sorulabilir mi? Binlerce insanın göçük altında kalması, karda ve kışta herhangi bir yardımın ulaşılamaması bu devlette çökenin binalar değil, ahlak olduğunu gösteriyor.
Faşist zihniyetiyle toplumun çıkarlarını ve ihtiyaçlarını gözetmeyen, sadece kendi çıkarlarını gözeten ve buna göre önlemler alan bir sisteme, devlete güvenmenin insanlar için yeterli olmadığını bir kez daha göstermiştir.
Sadece Türkiye’de değil Suriye’de de gerçekleşen bu katliam, tüm insanlara devlet tarafından kandırılmaktan vazgeçmeleri için bir hatırlatma, bir hatırlatma olmalıdır. Onların aldatmacalarına kanmayı bırakmak ve bunun yerine kendileri müdahale etmek, kendileri harekete geçmek ve toplumsal öz-örgütlenme, öz-yardım ve öz-yönetimi inşa etmek. İster Suriye’de ister Türkiye’de olsun, devlet zayıftır; toplumun kendi gücünün farkına varmasının, gücünü ele geçirmesinin ve kendisini devletin çeşitli katliam girişimlerinden korumasının zamanı gelmiştir.
Türkiye’deki mali kriz, Suriye, Türkiye ve Kürdistan’da pek çok ailenin içinde bulunduğu zor ekonomik durum, Ortadoğu’nun tüm bölgelerinde devam eden savaş, Taliban, DAİŞ ya da El Nusra gibi İslamcı çetelerin katliam girişimleri, kapitalist hırsızlık ve sömürü, Ortadoğu’daki toplumların omuzlarına yüklenen pek çok ağır saldırı var. Devam eden bir savaş var, varlık ve yokluk savaşı. Bu gerçekliğin nihayet farkına varmak ve bu savaşı, Kürt toplumunun varlığı, Kürt kültürünün ve değerlerinin varlığı, dili, direnişin varlığı, özgürlük umudunun varlığı, insani değerlerin ve toplumsallığın varlığı için verilen bu mücadeleyi başarıya götürmek için yurtiçinde ya da yurtdışında, yaşlı ya da genç, kadın ya da erkek, Kürdistan’dan, Ortadoğu’dan ya da başka bir yerden, her şeyi seferber etmek çok daha önemlidir.
Çünkü Berthold Brecht’in de dediği gibi:
“Adaletsizlik hak haline geldiğinde, direniş bir görev haline gelir!”
Sara Ronahî