BEHDÎNAN- KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, ANF’ye verdiği özel röportajın ikinci bölümünde Ortadoğu’da, İsrail, Türkiye, İran ve Kürt sorunu çerçevesinde 2025 yılında yaşanan gelişmeleri değerlendirerek çözüm perspektiflerini anlattı.
Ortadoğu’daki ulus-devlet krizinden çıkışın tek yolu olarak demokratik ulus formu ve demokratik ulus çözümünü gösteren Cemil Bayık, “Ne küresel sermaye güçlerinin geliştireceği modeller, ne de mevcut ulus-devlet yapılanması sorunların çözümünü sağlayabilir. Mevcut ulus-devlet statükosu zaten sorunların kaynağı durumundadır. Ondan bir çözüm geliştirmesi beklenemez” dedi.
Mevcut çabaları ulus-devleti zihniyet olarak aşmak değil, küresel kapitalizmin çıkarlarına uygun yeni bir siyasi sistem geliştirme olarak ifade eden Bayık, “Gerçekte ise ulus-devlet içerisindeki tekçi, bireyci, maddiyatçı, gaspçı, iktidarcı, egemenlikçi zihniyet kendisini sürdürüyor. Bunlar aşılmadıkça sorunların gerçek çözümü de mümkün olamayacaktır. Bu açıdan küresel sermaye güçleriyle ulus-devlet statükosu arasındaki mücadeleden halkların lehine bir sonuç çıkmaz. Belki bu mücadeleden faydalanabilir ama buradan bir çözüm gelişmez. Çözümü geliştirecek olan halkların, kadınların, devrimci demokratik güçlerin demokratik özgürlükçü mücadelesidir. Bu çözüm demokratik ulus ve demokratik konfederalizmle ruha ve bedene kavuşuyor” şeklinde konuştu.
Cemil Bayık: Daha güçlü özgürlük eylemlerine ihtiyaç var – Nûçe Ciwan
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’la röportajımızın ikinci bölümü şu şekilde:
Ortadoğu’da eski dengeler yıkılıyor, statüko dağılıyor. Kapitalist modernist güçler gelecekte nasıl bir Ortadoğu, nasıl bir yeni dizayn öngörüyor? Yeni Ortadoğu’nun başat güçleri kim olacak? Bu bağlamda İsrail’in Hamas, Hizbullah, İran ve etkisindeki güçlerle savaşının esas amacı nedir? 27 Kasım’da başlayan ve Esad’ın iktidardan düşmesiyle sonuçlanan gelişmeler, bu hesapların neresinde?
20. yüzyılın başında Ortadoğu şekillendirilirken iki temel hedef ve öngörü vardı. Birincisi Osmanlı imparatorluğunu parçalamak ve onun yerine bağımlı ulus-devletçikler kurmak, ikincisi Ortadoğu’da bir Yahudi ulus-devleti yaratmak ve gelecekte Ortadoğu’nun başat gücü haline getirmek. Daha sonra İsrail adıyla ilan edilecek olan Yahudi ulus-devleti esasta İngiltere’nin geliştirdiği bir projeydi. Bunlar temelinde Ortadoğu’nun dizaynına girişildi. Ancak öngörülemeyen bazı gelişmeler de oldu ve bu da planda kısmi değişikliklere yol açtı. Bu gelişmelerin en belli başlı olanı Rusya’da ortaya çıkan Ekim devrimidir. Ekim devrimi gerçekleştiğinde 1. Dünya Savaşı devam ediyordu ve Rusya İngiltere ve Fransa’nın yanında savaşıyordu. Ancak devrim gerçekleşince Lenin Rusya’yı savaştan çekti. İngiltere-Fransa-Rusya arasında yapılan ve gizli tutulan Sykes-Picot Antlaşması’nı da ifşa etti. Bu antlaşmasının Lenin tarafından ifşa edilmesiyle 1. Dünya Savaşı’nın nedenleri ve hedefleri tüm dünya tarafından bilinir oldu. Ortadoğu’nun nasıl dizayn edileceği ve güç alanlarının nasıl olacağı Sykes-Picot Antlaşması’nda belirlenmişti. Bu antlaşma 1. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu üzerinde hakimiyet kurma mücadelesinden kaynaklandığını ortaya koyan belge olması açısından da tarihi bir öneme sahiptir.
Rusya savaştan çekildikten sonra bir boşluk oluştu. Kemalist hareket bu boşluktan yararlandı. Bilindiği gibi savaş boyunca Rusya Bitlis’e kadar uzanan bölgeyi işgal etmişti. Rusya savaştan çekilince işgal ettiği yerleri de bıraktı. Burada Kürt güçleri toparlandı, belli bir örgütlülüğe ulaştı. Kemalist hareket bunu gördü ve yönünü Kürdistan’a verdi. Buradan güç aldı. İkincisi, Ekim devrimiyle ilişki geliştirdi ve onlardan destek aldı. Bu iki ögeye dayanarak Kemalist hareket siyasi ve askeri etkinliğini artırdı. Yunanistan ile giriştiği savaşı kazandı ve Anadolu’daki hakimiyeti eline aldı. Yunanistan savaşta kaybedince öngörülen Sevr Antlaşması uygulanamadı. Bunun üzerine İngiltere Ortadoğu planında kısmi değişikliğe gitti ve Kemalist hareketle Lozan Antlaşması’nı yaptı. Böylece Türkiye’nin de dahliyle Ortadoğu’nun dizaynı tamamlandı.
TÜRKİYE KAPİTALİST MODERNİTENİN ÇIKARLARINA EN FAZLA HİZMET EDEN GÜÇ
Ortadoğu dizayn edilirken Türk devletine iki temel görev verildi. Birincisi, ön-İsrail işlevini görmesidir. Asıl İsrail kurulup Ortadoğu’nun başat gücü haline gelene kadar bu görev Türk devletine verildi. Böylece Türk devleti Ortadoğu’da ulus-devlet modeli olarak kurgulandı. Hem İsrail’in güvenliği hem de kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi rolünü oynadı. Önder Apo bunun için Türk devletinin kuruluşunu proto-İsrail’in kuruluşu olarak tanımlamıştır. İkincisi, Sovyetleri güneyden kuşatacak tampon görevi verildi. Bilindiği gibi bu kapsamda daha sonra Türkiye NATO’ya da alınmıştır. Kapitalist modernite güçlerinin geliştirdiği bu proje aynı zamanda Kürt soykırımın da temelini oluşturmaktadır. Kürtler ırkçı, faşist karakterde kurulan Türk ulus-devletinin mutlak düşmanı olarak belirlendi. Türk devleti bu düşmanlık peşinde koşturula koşturula kapitalist modernitenin planlarına en fazla yatan ve hizmet eden güç haline getirilmiştir. Bu döngü hiç bozulmadan ve artan bir derinlikle tarihten günümüze dek gelmiştir.
Şimdi Ortadoğu’da yeni bir dizayn geliştiriliyor. Ortadoğu yeniden dizayn edilirken ulus-devlet formu aşılıyor. Şüphesiz Ortadoğu’nun yeniden dizaynı bugünden başlayan bir süreç değildir. Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte gündeme gelen bir olgudur. Öte yandan bu süreç son derece çatışmalı ve sancılı oluyor. Bunun temel sebebi elbette çıkar çatışmalarıdır. Hem kapitalist modernist güçler arasında çıkar çatışmaları oluyor, hem de esas olarak küresel sermaye güçleriyle statükocu güçler karşıya geliyor. Bu da sürecin hem uzamasına, hem de çatışmalı geçmesine neden oluyor. Bilindiği gibi Ortadoğu’nun yeniden dizaynı kapsamında ilk müdahale Irak’a yapıldı ve Irak’taki Baas rejimi yıkıldı. Önder Apo, Saddam’ın düşmesiyle Ortadoğu’da ulus-devlet sisteminin çöktüğünü söyledi. Gelişmeler Önder Apo’yu doğrulamış, peşi sıra Ortadoğu’daki ulus-devlet rejimleri ya düşmüş ya da çatışma merkezine dönüşmüşlerdir. Şimdi bu süreç ilerleyerek devam ediyor. Bilindiği gibi son olarak Suriye’de ulus-devleti temsil eden Suriye Baas rejimi de yıkılmıştır.
BU SÜREÇTEN EN ÇOK TÜRKİYE KAYGILI
Ortadoğu’nun yeniden dizaynı kapsamında ulus-devlet formu aşılırken bunun yerine küresel sermayenin çıkarlarına uygun ve bununla uyumlu modeller geliştiriliyor. 20. yüzyılın başında Alman, Avusturya ve Osmanlı imparatorluklarının dağıtılması için ulus-devlet formu kapitalist modernitenin çıkarlarına uygun düşüyordu. Ama şimdi küreselleşme sürecini yaşayan kapitalist modernitenin çıkarlarını sağlayan bir konumdan çıkmış, zarar veren bir boyuta ulaşmıştır. Bundan dolayı ulus-devlet yerine daha küçük, esnek, fedaratif devlet yapıları geliştirilmek isteniyor. Bununla sermayenin küresel dolaşımı, yatırımı ve kazancı güvenceye alınmak isteniyor. Şüphesiz tıpkı ulus-devletlerin yaratılmasında olduğu gibi, aşılmasında da başvurulan yöntem böl-yönet politikasıdır. Böl-yönet politikası emperyalizmin en güzide yöntemlerindendir.
Bu süreçten en fazla kaygı duyanların başında Türk devleti geliyor. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, Ortadoğu’da ulus-devlet aleyhine dengeler yeniden kurulurken Kürt soykırımını eskisi yürütemeyeceğini görüyor. Zaten Kürtler bölgede önemli bir güç konumuna ulaşmışlardır. İkincisi, Ortadoğu’nun yeniden dizaynında artık baş aktör görevi İsrail’e veriliyor. Oysa öncesinde İsrail bu kadar öne çıkarılmıyordu. Şimdi önde olan İsrail’dir. Yine İsrail’in yanında Suudi Arabistan’a öncelik veriliyor. Türkiye ise eskiden önde tutulurken şimdi geri itiliyor. Aslında bir nevi Türkiye’ye verilen rol sona ermiştir. Şüphesiz Türkiye tümden dışlanıyor, sistem tarafından hedefleniyor, değildir. Türkiye bir şekilde plana dahil ediliyor veya edilmek isteniyor. Ama eskisi gibi Türkiye’ye başat rol verilmiyor. Hem Sovyetlerin yokluğu, hem de asıl İsrail’in varlığı, Türkiye’ye olan eski ihtiyacı ortadan kaldırmıştır. Şimdi Türk devleti daha çok kullanılan bir güç konumundadır. Özellikle Tayyip Erdoğan bir nevi koçbaşı gibi kullanılıyor. Suriye’deki durumda kendisine böyle bir rol biçildiği ve Tayyip Erdoğan’ın da bu rolü oynadığı ortaya çıkmıştır. Şüphesiz Türk devleti kendini kullanıma sunarak konumunu güçlendirmeyi ve buna dayanarak yeni süreçte de Kürt soykırım planını sürdürmeyi amaçlıyor. Çünkü Kürt soykırımı Türk devletinin temel hedefidir. Bunu gerçekleştirmek için diğer her şeyden vazgeçebilir durumdadır. Zaten zorlandığında bu uğurda vermediği taviz, içerisine girmediği plan yoktur.
İsrail yeni süreçte baş aktör rolünü alınca, İsrail’in yeni rolünü engelleyecek ve güvenliğini tehdit edecek yapıların ortadan kaldırılması gerekti. Önce Hamas, ardından Hizbullah ve son olarak Suriye bu temelde hedeflendi ve İsrail için tehdit olmaktan çıkarıldı. Bilindiği gibi bu güçlerin arkasında esas olarak İran vardır. Dolayısıyla bu planın hedefinde İran vardır. Zaten görüldüğü gibi dalga dalga İran’a doğru yayılacak bir savaş geliştiriliyor. Şimdi bu dalganın Irak’a sıçrayacağı tartışılıyor. Eğer Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da İran aleyhinde gelişmeler yaşanırsa İran daha da zorlanacaktır.
İRAN İYİCE ZAYIFLATILMAK İSTENİYOR
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu dizayn edilirken Türkiye’yle birlikte İran’a da başat rol verilmişti. Bir nevi Ortadoğu’da Türkiye ve İran temelli bir dizayn geliştirilmişti. Bundan dolayı 60 yıl boyunca İran’daki Şahlık rejimi destelenip korundu. Fakat sonuçta Şahlık rejimi ayakta kalamaz duruma geldi ve çöktü. Bundan sonra yeni rejimle cepheden çatışmaya girmeden, çelişkileri biraz törpüleyerek uzlaşma içerisine girildi. İran da bundan yararlanarak bölgedeki konumunu güçlendirmeye çalıştı. Özellikle 2003 yılında Irak’ta Saddam rejimi düşünce konumunu daha da güçlendirdi. 2011 yılında Suriye’deki durumdan da faydalandı. Böylece İran dışarıda kendisine bağlı ve çıkarları temelinde hareket eden güçler oluşturdu. Ancak şimdi Ortadoğu yeniden dizayn edilirken İran’ın bu konumunun ortadan kaldırılması en öncelikli iş haline gelmiş bulunuyor. Çünkü İran bu konumunu korudukça Ortadoğu’da yeni bir yapılanmaya gitmek mümkün değildir. Bundan dolayı ilk hedeflenen güç İran oluyor. Anlaşılacağı üzere öncelikle İran dışarıdan vurulup iyice zayıflatılmak isteniyor. Planın bu kısmı gerçekleştikten sonra nasıl gelişmeler nasıl olacak, İran’a bir müdahale mi olacak yoksa İran büyük tavizler verip sistemle uyumlu bir duruma mı geçecek, bu henüz net değildir. Ancak net olan şudur ki, İran mevcut güçlü konumundan çıkarılıyor. Zaten özellikle Hizbullah’ın darbelenip zayıflatılmasından İran eski güçlü konumundan çıkmıştır. Yine Suriye’yi kaybetmesi de kendisi açısından stratejik bir kayıptır.
ENERJİ KAYNAKLARI HAKİMİYETİNİN ROLÜ
Bölgemiz Ortadoğu’yu da kasıp kavuran bu savaşlarla, öngörülen yeni enerji hattı ve kaynaklarına hakim olma mücadelesi arasında nasıl bir ilişki var?
Tabi savaşların maddiyatla ilişkisi çok yakındır. Devletçi uygarlıkta maddiyattan bağımsız, maddiyatı hedeflemeyen hiçbir ilişki yoktur. Devletçi uygarlıkta her şey maddiyat için yapılır. Bundan dolayıdır ki Önder Apo devletçi uygarlığa “maddi uyarlık” dedi. Tarihten günümüze değin bütün savaşlar da devletçi uygarlık tarafından ve maddi amaçlarla çıkarılmıştır. Kapitalist modernite ise kârı ve tüketimi en fazla geliştiren uygarlık sistemidir. Bundandır ki insanlık tarihinin en büyük savaşları kapitalist modernite döneminde yaşanmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları da dahil olmak üzere kapitalist modernite güçlerinin kendi aralarındaki bütün savaşları enerji yollarına ve enerji kaynaklarına sahip olmak amacıyla çıkmıştır. Ortadoğu’nun son 150-200 yıl boyunca savaşların merkezi olması hem sahip olduğu enerji kaynaklarından hem de enerji hatları üzerinde bulunmasından dolayıdır.
Kapitalist modernite sisteminde enerji kaynakları ve enerji hatlarının tesisi ve güveni en temel sorun durumunda olmuştur. Dominant olmak isteyen her güç enerji kaynaklarına ve enerji hatlarına sahip olmaya çalışmıştır. Bu da savaşların temel sebebi olmuştur. Bu sorun hala çözülmüş değil ve şimdiki savaşların sebebi yine bu sorundur.
Orta Çağ’dan beri Avrupa açısından temel sorun Doğu’nun (Hindistan-İran-Ortadoğu) ve bir yönüyle de Afrika’nın zenginliklerine sahip olmaktı. Bu sorun kapitalist modernite sürecinde de devam etmiştir. Bu amaçla İngiltere, denizden Hindistan’a uzanan yollar geliştirmiştir. Bu yolları ve yolların güvenliğini tehlikeye atan güçlerle mücadele içerisine girmiştir. Örneğin Hindistan yolunun güvenliği açısından uzun bir süre Osmanlı imparatorluğunu himaye etmiştir. Ancak Osmanlılar İngiltere aleyhine ve İngiltere’nin yol hatlarını tehlikeye atmak suretiyle Almanya’yla ittifak yapınca bu politikasını değiştirmiş ve savaştan hemen sonra Osmanlı imparatorluğunu yıkmıştır. Dolayısıyla buradan da anlaşılacağı gibi Osmanlı imparatorluğunun yıkımı üzerinden Ortadoğu ulus-devletçikler olarak dizayn edilirken kapitalist modernitenin hammadde ve enerji kaynaklarına ulaşımı ve bu yolların güvenliği esas alınmıştır.
Eğer özetle dile getirirsem, Sovyetlerin yıkılmasıyla iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesinden sonra dünyanın zenginliklerinin yeniden paylaşımı veya kontrolü en temel sorun olarak yeniden gündeme gelmiştir. Zaten bu sorun hiçbir zaman gündemden düşmemiştir, çünkü hiçbir zaman bir çözüme kavuşturulamamıştır. Kapitalist modernite güçleri bu konuda tam bir konsensüse ulaşamamışlardır. Nitekim iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesinden sonra yeni enerji yolları üzerindeki arayış ve rekabet artmıştır. Birçok güç makro ve mikro projeler geliştirmiş, bunların bir kısmı hayata da geçirilmiştir. Ancak makro düzeyde en ciddi projeler geliştiren güç Çin olmuştur. Çin birçok güçle ilişkiler geliştirerek ve ortak projeler geliştirdiği bu sorunu çözmek istemiştir. Bu projelerden en ciddi ve gerçekçi olanı kuzeyden uzanan, Çin ve Avrupa’yı birbirine bağlayan, bu hat boyunca Hindistan, İran ve Orta Asya ülkelerini içine alan kuzey enerji hattıydı. Yine Çin’in orta hat ve güney hattı projeleri vardı. Ancak ABD, Çin’in bu projelerini önemli oranda akamete uğrattı. Rusya’yı Ukrayna savaşına çekerek kuzeyden geçecek yolu devre dışı bıraktı. Son olarak 2023 Eylül’ünde Hindistan’da yapılan G-20 toplantısında adına IMEC denilen güney yolu projesi ilan edildi. Bu enerji ve ticaret hattı Hindistan, Körfez ve Ortadoğu’yu Kıbrıs üzerinden Avrupa’ya bağlayan bir hattır. Şimdi Ortadoğu’da vuku bulan gelişmeler bu hattın güvenliğini sağlama, önündeki engelleri ortadan kaldırma temelinde olmaktadır. Bu savaş Suriye’ye değin varmış ve Suriye’deki Baas rejiminin düşürülmesine yol açmıştır. Ancak bununla kalmayacağı, sistem açısından sorunlu alanların hedeflenip sorunlu durumdan çıkarılmak isteneceği belirtilebilir.
TÜRKİYE VE İRAN EN ÇOK ZORLANAN GÜÇLER
Tekelci küresel sermaye güçleri ile bölgesel statükocu güçler arasında devam eden bu savaşta İran ve Türkiye’nin pozisyonu nedir? Yeni dizayn savaşı, bu iki ülkeyi nasıl etkiliyor ve etkileyecek?
Birinci Dünya Savaşından sonra Ortadoğu dizayn edilirken başat güçler olarak Türkiye ve İran belirlendi. Zaten Türkiye ve İran tarihsel olarak Ortadoğu’nun iki başat gücü olmuşlardır. Her ikisi de Kürtlere ve Kürdistan’a dayanarak var olmaya ve güçlenmeye çalışmışlardır. Bu sefer bağımlı ulus-devletler olarak kendilerine verilen bu rolü oynadılar. İkisi de yine Kürdistan’a dayandı ancak bu sefer katı bir inkar ve egemenlik olarak hareket ettiler. Kürt soykırımında ortaklaştılar ve Irak’ı da buna dahil ederek Kürdistan üzerinde ortak bir yönetim oluşturdular. Böylece mütemadiyen Kürt sorununu bastırdılar.
Bu süreçte İsrail henüz kuruluş ve inşa aşamasındaydı. Geleceği de belirsizdi. Arap-Yahudi çelişki ve çatışması çok derindi. Arap milliyetçiliği ve Baasçılık Sovyetlere ve kısmen de Çin’e dayanarak İsrail aleyhinde gelişiyordu. Arap milliyetçiliğini kırmak ve İsrail’in varlık sorununu ortadan kaldırmak uzunca bir süre istemiştir. Bilindiği gibi Arap milliyetçiliğine vurulan ilk darbe 1967’de Altı Gün Savaşı’yla olmuştur. Peşi sıra bu darbeler devam etmiştir. İşte en son Baas rejiminin düşürülmesine kadar varmıştır. Yeri gelmişken belirtmek gerekiyor, İhvancı-dinci akımlar da Arap milliyetçiliğinin gücünün kırılması amacıyla bizzat ABD ve İngiltere tarafından geliştirilmiştir.
Şimdi Ortadoğu yeniden dizayn edilirken bölgenin iki dominant gücü olan Türk ve İran ulus-devletleri en çok zorlanan güçler oluyor. Statükocu yapılarından dolayı küresel sermaye güçleriyle çelişki içerisindedirler. Küresel sermaye sisteminin çıkarları karşısında ulus-devlet statükosunun dayanması beklenemeyeceğine göre ya çeşitli müdahalelerle yıkılır ya da kendilerini dönüştürerek sistemle uyumlu hale gelirler. Suriye örneğinde görüldüğü gibi ulus-devlet statükosunun dönüşüm geçirme yeteneği veya feraseti çok azdır. Ne Suriye bunu yapabilmiştir ne de ondan öncekiler. Çünkü bu belli bir demokratikleşmeyi gerektiriyor. Bu ise ulus-devlet zihniyetinde en az bulunan şeydir. Dolayısıyla müdahale ve yıkımların önde olduğu bir süreç söz konusudur.
YENİ SÜREÇTE ÖNCELİK ROLÜ İRAN VE SUUDİ ARABİSTAN’DA
Yeni Ortadoğu dizaynıyla daha önce Türkiye ve İran’a verilen öncülük rolü İsrail ve Suudi Arabistan’a verilmiştir. Yeni enerji ve ticaret hatları da buna göre oluşturulmuştur. Öte yandan Arap-Yahudi çatışmasını sonlandırmayı öngören İbrahimi Antlaşma da bu kapsamda yapılmıştır. Ortadoğu’da Arap-İsrail çelişki ve çatışmasının sonlanması önemli bir durumdur. Önceki dönemde Türkiye ve İran’a başat rol verilmesinin bir nedeni de var olan Arap-Yahudi çelişki ve çatışmasıydı. Nitekim bu çelişki ve çatışmadan en fazla yararlanan güçler Türkiye ve İran’dı. Şimdi bu zemin ortadan kalkmıştır. Bu durum da eklendiğinde Türkiye ve İran bu süreçten en fazla etkilenen ve rahatsızlık duyan iki güç olmuşlardır. Zaten her ikisi de sürecin karşısında pozisyon almışlardır. Fakat bu pozisyon sistemi karşıya alma, farklı bir alternatif geliştirme şeklinde değildir. Bir yönüyle korku, kaygı ve refleksler vardır, diğer yönüyle ve esas olarak yeni süreçte konumlarını koruma, mümkünse güçlendirme, değilse var olan halleriyle kendilerini kabul ettirme arayışı vardır. İran açısından düşünüldüğünde esas olarak rejimin varlığını koruması sorunu vardır. Diğerleri ise, örneğin Lübnan, Suriye, Irak vb. olanlar elinde tuttuğu kartlardır. Ancak kartlarını kaybettikçe rejimin geleceği daha fazla tehlikeye giriyor. Zaten elindeki kartların bir kısmını yitirmiştir. Bu kartlar karşısında kapitalist modernite sistemi onunla uzlaşmayı kabul eder mi, yoksa elindeki tüm kartları tek tek düşürmeye çalışarak doğrudan üzerine mi yürüyecek, bu belli değildir. İran’ın uzlaşma tutumu içerisinde olduğu görülüyor. Ancak ABD-İngiltere-İsrail’in tutumu ne olacak, bilinmeyen budur.
Türk devleti açısından ele alındığında, en az İran kadar zorluk ve tehlikelerle karşı kaşıya olduğu söylenebilir. Türk devletinin İran’ınki kadar rejim ve rejimi koruma sorunu yoktur. Türk devleti hem seküler laik milliyetçiliği hem de dinci milliyetçiliği birlikte kullanabiliyor. 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye’de laik milliyetçilik yerine dinci milliyetçilik ikame edildi. Buna rejim değişikliği diyenler olsa da gerçekte olan rejimin değişikliği değil, var olan tekçi ulus-devlet yapısında ve zihniyetinde derinleşme olmuştur. Öte yandan Türkiye’nin ekseninde de herhangi bir değişim olmamıştır. Türk devletini sistemle sorunlu hale getiren içteki faktörler değil, dıştaki gelişmelerdir. Bu da Kürt sorunun varlığından dolayı böyle oluyor. Türk devletinin en temel kaygı ve korkusu Kürtlerdir. Kürt düşmanı bir zihniyete sahip olduğundan dıştaki her türlü gelişme ve değişimin Kürt soykırımına hizmet etmesi beklentisi içerisine girmektedir. Buna denk düşmeyen her türlü gelişmeye karşı çıkmakta ve mutlaka buna hizmet etmesini dayatmaktadır. Bu yönüyle değişime en kapalı güç konumunda bulunuyor. Fakat Kürt soykırımı politikalarına zarar vermeme şartıyla her türlü ilişkiye girebilen bir yapısı da vardır. Bu da Türk devletini son derece kullanışlı yapıyor. Böylesi katı ve bir o kadar da ilkesiz bir karaktere sahiptir. Mevcut durumda Türk devletinin Ortadoğu’daki gelişmelere yaklaşımı tam da böyledir. Ortadoğu’daki gelişmeleri son derece kaygıyla karşılıyor, değişime karşı duruyor. Çünkü Kürtlerin ortaya çıkacak yeni durumdan yararlanabileceğini, güç ve irade olabileceğini, yeni statüler kazanabileceğini düşünüyor ve bundan ödü kopuyor. Bundan dolayı değişime karşı sert bir direnç gösteriyor. Fakat değişimin kendisine rağmen gerçekleştiğini görünce bu sefer karşısında durduğu plana dahil olarak gelişmelerin kendi lehinde olması için siyasi, askeri, diplomatik gücünü kullanıyor. Son olarak Suriye konusunda tam olarak böyle davrandığı ortaya çıkmıştır. Suriye konusunda birlikte hareket ettiği Rusya ve İran’ı bir çırpıda yüz üstü bırakarak güya karşı durduğu ABD planına dahil olmuştur. Suriye konusundaki yaklaşım aynı zamanda Türk devletinin Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilişinde nasıl hareket edeceğini de ortaya koyması bakımından önemlidir.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Demokratik ulus çözümünü esas alan Demokratik Konfederal bir alternatif yaratma mücadelesi veren Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin bu çıkar çatışmasına karşı pozisyonu ve rolü nedir? Kürtlere yönelik ne tür tehlikeler var? Yeni Ortadoğu’da, taşların yeniden yerine oturması sürecinde Kürtlerin ve Kürdistan’ın statüsü ne olacak?
Ortadoğu’daki ulus-devlet krizinden çıkışın tek yolu demokratik ulus formu ve demokratik ulus çözümüdür. Ne küresel sermaye güçlerinin geliştireceği modeller, ne de mevcut ulus-devlet yapılanması sorunların çözümünü sağlayabilir. Mevcut ulus-devlet statükosu zaten sorunların kaynağı durumundadır. Ondan bir çözüm geliştirmesi beklenemez. Küresel sermaye güçlerinin geliştireceği modeller de Ortadoğu’nun sorunlarına çare olamaz. Belki ulus-devletin aşılmasında itici bir rol oynayabilir, ancak bir çözüm yolu olamaz. Kaldı ki ulus-devlet modeli zaten sermaye sisteminin geliştirdiği bir modeldir. Şimdi küresel kapitalizm koşullarında ulus-devlet yapısıyla çelişik durum ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ulus-devlet yapılanmasının küresel sermayenin çıkarlarıyla uyumlu olmamasıdır. Bundan dolayı için gözden çıkarılıyor. Dolayısıyla burada yapılmak istenen ulus-devleti zihniyet olarak aşmak değil, küresel kapitalizmin çıkarlarına uygun yeni bir siyasi sistem geliştirmektir. Gerçekte ise ulus-devlet içerisindeki tekçi, bireyci, maddiyatçı, gaspçı, iktidarcı, egemenlikçi zihniyet kendisini sürdürüyor. Bunlar aşılmadıkça sorunların gerçek çözümü de mümkün olamayacaktır. Bu açıdan küresel sermaye güçleriyle ulus-devlet statükosu arasındaki mücadeleden halkların lehine bir sonuç çıkmaz. Belki bu mücadeleden faydalanabilir ama buradan bir çözüm gelişmez. Çözümü geliştirecek olan halkların, kadınların, devrimci demokratik güçlerin demokratik özgürlükçü mücadelesidir. Bu çözüm demokratik ulus ve demokratik konfederalizmle ruha ve bedene kavuşuyor.
Toplumsal çeşitliliği barındırma ve yaşatmada demokratik konfederalizm en doğru çözüm yöntemidir. Ortadoğu’daki din, dil, mezhep, etnisite, kültür çeşitliliği dikkate alındığında demokratik konfederalizmin ve demokratik ulus anlayışının gücü daha iyi anlaşılıyor.
Şu an dünyada 3. Dünya Savaşı yaşanıyor. Günümüzde meydana gelen bütün gelişmeler 3. Dünya Savaşı kapsamında oluyor. 3. Dünya Savaşı kapitalist modernitenin krizinden kaynaklanmıştır ve bu savaşın tarafları kapitalist modernist güçlerdir. Yani sistem içi bir savaştır. Gerek hegemonik güçlerin kendi aralarındaki savaşları gerekse de küresel güçler ile statükocu güçler arasında yaşanan çelişki ve çatışmalar sistem içidir. Aralarında ideolojik bir farklılık yoktur. Tümü kapitalist modernite ideolojisini esas alıyorlar. Günümüzde iki ideoloji vardır. Bunlar kapitalist modernite ile demokratik modernitedir. 3. Dünya Savaşı kapsamında çatışan taraflar kapitalist modernite ideolojisini esas alan güçlerdir. Aralarındaki mücadele çıkar mücadelesidir. Özünde tümü topluma ve doğaya karşı savaşıyorlar. Topluma ve doğa hükmetme savaşı yürütüyorlar. Dolayısıyla devrimci demokratik güçlerin durduğu yer farklıdır. Bizim çizgimiz demokratik modernite çizgidir. Bu ideolojik bir farklılıktır. Dolayısıyla ideolojik olarak bizim çizgimiz ikinci çizgidir. Kendi aralarında çıkar çatışması yürüten, topluma ve doğaya hükmetmeyi amaçlayan hiçbir tarafın yanında değiliz. Özetle belirtirsek devrimci demokratik güçler bu savaşın tarafı değildir. Aynı zamanda devrimci demokratik güçler bu savaşın tarafları olan kapitalist modernite güçleriyle ideolojik, siyasi ve askeri mücadele içerisindedir.
Bunları kavramsallaştırırken ideolojik mücadele çizgisi ile siyasi çözüm çizgisini anlaşılır biçimde kullanmak önemlidir. Biz ideolojik olarak ikinci çizgiyi temsil ediyoruz. Yukarıda da belirttiğim gibi iki ideolojik çizgi dışında üçüncü bir ideolojik yol veya çizgi yoktur. Bununla birlikte kapitalist moderniteye karşı ideolojik mücadele yürütürken aynı zamanda alternatif bir siyaset de geliştiriyoruz. Bununla 3. Dünya Savaşı kapsamında savaşan ve çözümsüz kalan tarafların siyasetine karşı toplumun demokratik komünal yaşamını esas alan alternatif bir çözümü hedefliyoruz. Bu, üçüncü siyasi çizgi olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla üçüncü siyasi çizgi alternatif bir siyasettir. Gücünü toplumdan ve mücadeleden almaktadır. Özellikle küresel sermaye güçleriyle statükocu güçler arasındaki çatışmadan yararlanarak üçüncü siyasi çizgi temelinde gelişme yaratmak mümkündür. Önder Apo, devlet+demokrasi formülünü ortaya koydu. Bunun esprisi şudur, devlet toplumu (örgütlü toplumu) kabul edecek, bu durumda devletle bir konsensüse varılabilir. Devlet+demokrasi formülü en işlevsel çözüm yöntemi olarak duruyor.
Kürt halkının durumuna gelirsek, Kürt halkı varlık ve yokluk arasında gidip geldiği bir dönemde hareketimiz öncülüğünde büyük bir mücadele verdi. Mücadeleyle kendini yeniden yarattı, büyük bir dönüşüm geçirdi. Ulusal bilinç, irade, kimlik kazandı. Diriliş devrimini yaşadı. Demokratik ulus zihniyetini edindi. Öz savunma bilinci kazandı. Önder Apo’nun geliştirdiği yeni paradigmayla büyük bir aydınlanmayı yaşadı. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü çizgi temelinde kendini eğitti. Şu an Ortadoğu’nun en politik, örgütlü ve dinamik gücüdür dersek abartmış olmayız. Kesinlikle geleceğe umutla ve aydınlıkla bakan bir halkız. Hareket olarak da her zamankinden daha güçlüyüz. Elbette önümüzde ciddi tehlikeler vardır. Soykırımcı sömürgeci Türk devleti soykırımcı amaçlarından vazgeçmiş değildir. Bir taraftan Ortadoğu’daki gelişmelerden kaygı duyup ürkerken, öbür taraftan fırsattan yararlanarak Kürtleri tasfiye edebilir miyim, soykırıma uğratabilir miyim, diye hareket ediyor, planlar yapıyor. Suriye’de ortaya çıkan yeni durumu nasıl kullanmaya çalıştığını, bu sürecin Rojava’nın tasfiyesine evirilmesi için askeri, siyasi, diplomatik gücünü nasıl seferber ettiğini görüyoruz. Temel tehlike budur. Bunu boşa çıkarmanın tek yolu ise Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde topyekûn bir direniştir. Başarıyla giden yol buradan geçiyor. 2025 yılı bu temelde halkımızın zafere ulaştığı bir yıl olacaktır. Kürt halkı herhangi bir egemenlik peşinde değildir. Bulunduğu ülkelerde halklarla birlikte özgür, eşit ve ortak yaşamı geliştirme mücadelesi veriyor. Halkımızın bu meşru, demokratik mücadelesi mutlaka başarıya ulaşacaktır.
DEVAM EDECEK