HABER MERKEZİ
Kaç bin yıldır izler düşüyor dağlarımıza ama hiçbir iz çiçek olup kayalarda açan gerilla kadar derin olmuyor. Ülkemizin herhangi bir dağında herhangi bir çiçeği koparın, o çiçekten ya Faraşîn’in ya Zîlan’ın, ya Fırat’ın ya da Bedran’ın kokusunu duyarsınız. Bedenlerindeki hücreler çiçeğe dönüşmüştür zira her karış toprakta. Her bir karış toprak o güzel kadın ve erkeklerin kanıyla sulanmış, gelincik tarlalarına dönüşmüştür. İşte Güneş Tekin’in 2016’da Aram Yayınlarından çıkan “Dağa Düşen İzler” anı kitabı, böylesi izleri anlatır.
İnsan ‘Dağa Düşen İzler’i okurken anlatıcı Güneş olur; Güneş’le birlikte dağ dağ doğar, dağ dağ batarız. Zap’ta halayın sıcaklığıyla buluşan yoldaş sıcaklığıyla terler, Metina’da hasret yeliyle serinler, Heftanîn’de Xabur olup Dicle’ye akarız. Katolar’da yeniden doğarız. Botan’ın yüksek yaylalarında devrimin dansına dururuz. Emma’nın, Tanya’nın, Sarya’nın yarım kalmış dansına. Xerzan, Amed ve Dersim’de soluklanırız; kimimiz Zarîfe, kimimiz Elişêr olarak yeniden bedene geliriz.
‘Dağa Düşen İzler’in üçlü yol macerası olsa da, daha çok Dersim’in Harçik Vadisi’nde üstlenmek zorunda kalan bir grup gerillanın “son anılarını” anlatır. Anlatıcı Güneş’le o kadar bütünleşiriz ki, bazen onunla sıkışır, bazen onunla gerillanın avuç arasına gizlenmiş kaçak tütünün yudumlarının tadına varır, bazen çayın esriten tadını damağımızda bulur, bazen Bedran’ın güzelliği karşısında yüreğimiz kanatlanır. Bazen Viyan karşısında melekleşme arzusu duyar, bazen Denag’ın saçlarını ören Mani’nin yüreğiyle gencecik Hêlin’in upuzun siyah saçlarını örme arzusu duyarız. Bazen ava giden Azad olur, Güneş’e dağ keçilerini gösterip mp’yi eline verip “Güneş çek çek” diye bağırır ve daha sonra skeçe dönüştürülen o ana katıla katıla güleriz. Bazen Faraşin’in iki yeşil deniz gözlerinde kaybolma arzusunu duyarız. Güzelliğin ve bilgeliğin Hyptia’dan sonra yeniden bedene geldiğini görmenin huşuluğunu yaşarız. Faraşin’in yeşil gözlerinde kaybolunca, Fırat’la adeta denizlere akarız. Köklerine dönen bir Enkido olur, Faraşîn’le, Güneş’le, Hêlîn’le, Viyan’la özgürleşen, güzelleşen, özgürlüğü ve güzelliği yiğitlikle buluşturan erkek oluruz. Erkeğin ne kadar güzel olabileceğini görür, bu güzellikle, koruma ve yaşatma duygusuna kapılırız.
Ve şafakla başlar demirden ejderha kobraların mağarayı ve onun içindekileri bombardımana tutmaları. Dört tane demirden ejderha Harçik vadisinin üstüne aralıksız ateş salar. Her kobranın viraj alışıyla bizler de viraj alırız. Güneş’le; soluksuz kalır.
“Sor beni gerillaya
Gerillanın avuç arasına gizlenmiş
Kaçak tütünün yudumuna
Ancak o anlatabilir sana
Hücrelerime dek özgür olduğumu
Özgürlüğün gülüşün olduğunu
Gülüşün için hergün nasıl öldüğümü…“
Eylül 2002, Karax Dağı/Dilzîz MIZGÎN