HABER MERKEZİ
Her insanın bir hikayesi vardır ama Kürdistan dağlarında olan ise daha da farklıdır. Çünkü dağlarda her hikayenin bir tamamlayan hikayesi olur. Bazen bir yerde yaşanan bir olay, diğer hikayenin bir bağı olur. Aynı mayınlı bir sınır hikayesinin gelip de Baran ile tanışma hikayesine dönüşmesi gibi…
Nefes nefese ilerliyorduk, Doğu Kürdistan’ın Kelareş alanında çıktığımız yolcuğumuzda. Güzergahımız Güney Kürdistan’dı. İran devleti ile girilen çatışmalar yüzünden günlerce operasyondan kalmıştık. Ne zaman ve nerede pusuya düşeceğin belli olmayan bir yolculuk. Her yerde İran korucuları ve devrim muhafız güçlerinin dolaştığı coğrafyada nefeslerimizi tutarak, eller tetikte ve el bombalarımızın pimleri her an çekilmeye hazır bir şekilde yürüyorduk. Daha birkaç gün önceydi Welat arkadaşın şehit düştüğü, Bager Hakkari arkadaşın da yaralandığı çatışma hemen yarım saatlik uzağımızda yaşanmıştı. Yaralanan Bager arkadaşı almaya giden ekip havan toplarının yağmuru altında Bager arkadaşı getirmişti. Biz ise bulunduğumuz noktaya atılan havan ve obüs toplarının saldırılarından kıl payı kurtulmuştuk. Hatta patlamayan bir obüs topu ise birkaç metre yanıma düşmüştü. Belki de bir şanstı benim için o an ki durum. Yaşam ile ölüm arasındaki derin duyguların ne olduğunu daha da yakından hissettiğim anlardan biri olmuştu o an…
Her anı soluk soluğa geçen yolcuğumuz tam on altı gün sürmüştü. Yolculuğumuzun son günü ise İran-Irak-Türkiye üçgeni olan Xakurkê alanına geçtiğimiz Dalamper dağının aşılmasıydı. Bizim geldiğimiz güne kadar Gelişim denilen boğaz kullanılmıştı. Gelişim Boğazını geçeceğimizin bir gün öncesi İran devletinin döşediği mayınlar ile Serhat’a giden bir grup arkadaş mayınlı araziye girmiş ve içinde de birkaç arkadaş da yaralamıştı.
O arkadaşların yaşadıkları talihsiz olay sonrası bizi Xakurkê’ye götürecek olan kuryeler yol güzergâhımızı değiştirmiş ve akşam saat altıda başlayan o geceki yolcuğumuz sabah beşe kadar sürmüştü. Hiç durmadan süren yolculuk boyunca mayınlara basmamak için tırmandığımız yamaçta taşlara ve kayalara basarak ilerlemiştik. Taş olmayan yerde en öndeki arkadaşın ayak izine basarak ama yine de her an mayın paylayacak kaygısı ile toprağa temas etmiştik. Birçok sefer mayınlı arazide geçmiştim. Her zaman da o mayınlı arazileri gördükçe düşmana olan öfkem daha da artıştı. Dünyada başka örneği olmayan Kürdistan coğrafyasında yaşanılan bu durum karşısında düşmandan nefret etmemek olmazdı. O gece sınırı geçip Xakurkê’ye ulaşana kadar hem mayınlı araziye düşen arkadaşları düşünmüştüm hem de aynı duruma düşmemek için pür dikkat yürümüştüm.
Aradan geçen yıllar sonrası daha önce hiç görmediğim Baran arkadaşla bir gerilla mekânında karşılaştım. Karakaşlı, kara gözlü, esmer tenli tam bir Serhat’lı. Güler yüzlü ve cana yakın olan Baran ile yaptığım kısa ve mütevazı bir sohbet sonrası o mayınlı sınırda geçen geceyi ve yaşadıklarımı hatırladım. Daha dün gibi geliyordu o 2008’nin Ağustos’unda geçen ama hafızamın bir kenarında hep kayıtta kalacak olan o gece. Baran bizden önceki grupta mayınlı araziye giren ve yaralanan arkadaşlardan biriydi. O olayda bir ayağını kaybetmiş ama dağların heyecanında hiçbir şey kaybetmemiş.
Baran, bir tek kalan ayağına rağmen yine özgürlük mücadelesinde en aktif bir şekilde yerini alıyor. Sürecin kendisinden istediği görevleri eksiksiz bir şekilde yerine getiriyor. Kendisi usta bir suikastçı. Kaldığı yerlerde genç arkadaşlara suikast eğitimi veriyor. Zaten yaralanmadan önce güçlü bir eğitim aldığı için sağlam bir bünyeye de sahip. Tarih yazan genç gerillalara tecrübelerini aktararak deneyimlerinden onlarca Baran’ı yaratıyor. Her şeyi ile sonuna kadar bu dağlara ve mücadelesine bağlı, sevdalı genç ve hem de yüreklerindeki özgürlük aşkı bitmeyen gerillalar.
Bir ayağını kaybettikten sonra Baran esas acıyı birlikte gerilla saflarına geldiği ve bu dağlarda kardeşten daha öte olan yoldaşlık ettiği ablasının şahadetinde yaşamış-yaşıyor. Ablası 2012 yılındaki Devrimci Operasyonlar sürecinde Zagroslarda gerçekleşen Şitazın-Oramar eyleminde şehit düşmüş. Yaşadığı o coşkunun yanında hüzün ve kederle Baran kendine has bir hava yaratmış. Ne kadar dışarıya belli etmese de içinde fırtınaların koptuğu bir gerçek. Her kelimesinde ablasını yitirdiği Zagroslara gitmenin yolunu aradığını da söylüyor.
Şimdi Baran elinde ablasından kalan günlükleri kitaplaştırmak için yazıyor. Günlükler iki kardeşin arasında geçen diyaloglarla geçiyor. Baran ve Ezda her bir cümlede bir birlerini hissederek yazmışlar günlüklerin her bir kelimesini. Yazan daha çok Ezda olmuş ve her satırda da dağlarda yaşadıklarından küçük kardeşini düşünerek yazmış. Baran şimdi hem kendisi hem de Ezda olmuş. Her iki kardeşin yüreği ve idealleri Baran’da buluşmuş ve devrim mücadelesinde en coşkulu bir şekilde atıyor…
Otuz yıllık savaşın bir detayıdır Baran’ın hikayesi. Kürdistan dağlarında dinlenecek daha çok hikâye var bir biriyle buluşan. Her biri bir birinin peşinde koşan ve bir birine bağlı o kadar hikâye var ki hangisini dinlesen kendi hikâyeni unutuyorsun.
Hüseyin Boran