HABER MERKEZİ- Zaman içinde dağlardaki hayatımın bu yazılmamış ilke üzerinde çevrelendiğini ve yaptığım çalışmaların bu ilke ile biçimlendiğini gönül rahatlığıyla kabullenmiş durumdayım. Şimdi yaptığım sinema çalışmalarımın içinde, yıllar önce beni dağlara getiren kuryemizin alelade bir şekilde söylediği bu sözün varlığını hissettikçe kendi kendime gülümserim. Ben şuan Kürt sinemasının da, Kürt ün bu yalın gerçeğiyle yakından ilişkili olduğuna inanıyorum. Kürt halkının kalbinin şifresi de burada yatıyor. Ve Kürt sinemacılarının bu şifreyi çözmeden, Kürt hayatlarının bu kodlamasını yakalamadan Kürt insanına ulaşamayacaklarının farkındayım. Burada, kendi halkına ulaşamayanların evrensel ilkelere ulaşmalarının da hayal olduğunu eklemek zorundayım. Hiçbir evrensel kendimizin ötesinde değildir ve diğer insanlara ulaşan yol önce kendimize uğramalıdır, diyerek asıl konuya devam etmek istiyorum. Kürt halkının diğer halklardan ayrıldığı en önemli noktalardan biri bu noktadır… Kürt halkı tarihsel gelişimi içinde hiçbir halk ile benzeşmemiştir. Tarihin içindeki bütün halklar birbirlerine benzer gelişim süreçleri yaşarken Kürt halka hiç birine benzememiş ya kendi kurduğu tarzda gelişmesini sürdürmüş, bunun olanağı olmadığı zaman ise gelişmesini durdurmuş, hatta yaşamını sonlandırmıştır… Burada şuna gelmek istiyorum; Kürt halkı tarih boyunca ancak kendi bildiği yolda yürümüş ya da hiçbir şekilde yürümemiştir. Dağların uçurumlarında açtığı yolları uygarlığın asfaltında koşmaya tercih etmiştir. Bu onun bilmezliğinden veya cehaletinden değil, onun ruhundaki özgürlük eğiliminden kaynaklanmıştır. Belki de Kürt halkını tarihin en eski halkı ve uygarlığın yaratıldığı ana damar haline getiren bu özgünlüğüdür… Kürt sineması bu gerçeği ne zaman yakalar bilemiyorum. Biz tarihten başka neyiz, tarihin dışında hiçlikten başka neyiz diyordu İmralı adasındaki o güzel insan ve Kürt sanatçısının çıkış noktasının yine kendi halkının tarihinde bulunduğunu işaret ediyordu. Kürt insanın bünyesi birilerinin tekrarı olmayı, eskisi, müsveddesi olmayı kesinlikle kabul etmez. Kendi sadeliği içinde yüzlerce yıl sabırla bekler ama bir başkasının biçimine bürünmez. Bu Kürt – ün rengidir. Kürt sanatçısı, sinemacısı bu rengi yakalamak zorundadır.
Unutmayalım, tarihin bütün yolları Kürdistan dan geçmiştir ama Kürt halkı dağlarda patikalar açmayı sürdürmüştür. Buna ister asilik diyelim, ister dik başlılık. Her ne isim verirsek verelim bu duruş Kürt duruşudur. Bunun başka adı yoktur. Kürt sanatçısı bu Kürt duruşunu, bu özgürlük eğilimini ne zaman yakalar onu da bilemiyorum… Şüphesiz Kürtler sinemaya çok geç girmiştir. Uygarlık belki bu alanda Kürtlerin yüzyıl önündedir. Sinema sanatının şimdiye kadar yarattığı değerleri hiç birimiz inkâr edemeyiz. Kürt sinemacısı insanlığın yarattığı bu değerleri araştırmak, öğrenmek, kendisine eklemek zorundadır. Ama bunlardan daha önemli olan bir şey vardır ki, o da, Kürt sinemacısı kendi yolunu çizmelidir… Başkalarının yolarında yürüyebiliriz, hatta çok başarılı çalışmalar yapabiliriz, hatta bu çalışmalar içinde Kürt ü işleyebiliriz ve hatta alkışlanabiliriz ama bu Kürt sinemacısı olduğumuzu ve Kürt sineması yaptığımızı ifade etmez. Günümüz dünyasında sinemanın bir pazar olduğunu, ürünleri kitlelere ulaştırmak için mutlaka bu pazar yerine inilmesi gerektiğini biliyorum. Kürt sinemasının da bu çarkın dişlileri içinde var olmaya çalıştığının da farkındayım. Kendi sektörü, kendi pazarı olmayan Kürt sinemacılarının zorlanmalarını bu dağlardan hissedebiliyorum. Aynı zamanda bu pazarda var olma özleminin, tutkusunun Kürt sinemacısının ayıbı olarak da görüyorum. Sinema yapmanın ekonomik kaynaklar, destekler gerektirdiğini biliyorum ama Kürt sinemasının sorununun pazar sorunu olduğunu düşünmenin de bir yanılgı olduğunu biliyorum. Bana göre Kürt sineması bu pazarın içinde değil, ancak dışında var olabilir. Çalışmalarımın pazarın içinde zaman zaman gündemleştirilen, ön plana çıkarılan oryantal bir malzeme haline gelmesindense, Kürt gençlerinin ellerinde sokaktan sokağa, evden eve gizlice taşınmasını, yasaklı ama yürekli seyredilmesini tercih ediyorum. Kürt gerillası nasıl ki, Kürt halkının özgürlüğe giden yolunu Kürdistan ormanlarının kuytuluklarında açtıysa, Kürt sinemacısı da bu ormana girmeyi göze almalıdır. Nasıl ki Kürt halkının gencecik çocukları kendi yollarını kendileri çizdiyse, tarih Kürt sanatçısından da böyle bir adım beklemektedir…
Sanat cüret etmekse, öyleyse cüret edelim. O Pazaryerine inmeyelim. Sinemamızı ucuzlatılmış ticaret ilişkileri içinde değil, yoldaşlık ilişkileri içinde kuralım… Bana gelince… Ben gerillayım… Kürt halkı üzerinde inkâr ve imha kılıcı savrulduğu sürece elimde silahımla dağ başlarında yaşayacağım. Bu gün kameramanım, yarın fotoğrafçı, öteki gün fırında ekmekçiyim. Tepeci olmam gerekirse tepedeyim, nöbette olmam gerekirse nöbetteyim. Geceler boyu yürümem gerekirse yürüyüşteyim. Kürt halkının bana vereceği bütün görevlere hazırım. Bir daha film yapar mıyım bilemiyorum. Ama bunu yapması gerekenler yapmazsa bir kez daha yönetmenim…
Gözyaşı Yeni bir ayrılmalar zamanını yaşıyoruz. Dağlarda yaşamımız ayrılmalar ve kavuşmalarla var oluyor. Karlar eridi ve dağlar üzerinde yol almanın zamanı geldi. Bir yerden uzaklaşıyor bir yere yakınlaşıyoruz. Birilerinden ayrılıyor birilerine kavuşuyoruz. Mutluluğu ve hüznü bir arada yaşıyoruz. Bahar bizlere hem neşe hem de burukluk taşıyor. O tek ağacın altındayım şimdi. Birçok gerilla o ağacı bilir. Oradan gelip geçerken görmüştür onu. Mutlaka gölgesinde oturmuştur. Onun yüksek rakımından hemen önünde uzanan coğrafyaya bakmıştır. Şimdi tam oradayım. Gün batımının o muhteşem kırmızısı kaplamış her yanı. O yalnız ağacın yalnızlığını paylaşıyorum. Bir yolculuğun başlangıcındayım ve bu gün batımında gözyaşlarımı tutamıyorum. Toprağa düşen gözyaşlarımın tek tanığı gövdesine yaslandığım ağaçtır. Kim bilir kaç gözyaşına tanık oldu burada.
Mayısın bu gün batımında gözyaşlarım akıyor. Sanırım özgürlük ayrılmakla başlıyor ve bağlı kalmak gerçek bir ilişki yaratıyor. Her ayrılık bir türlü kabul edemediğim gerçekleri barındırıyor içinde. Bir şeyleri geride bırakmak her zaman acı veriyor bana. Yaşadığım zamanın, biraz önce söylediğim bir sözün ya da dokunduğum bir insanın geride kalıyor olmasını bir türlü kabul edemiyorum. Her ne kadar hemen önümde yenilikler, yeni başlangıçlar uzanıyor olsa da, ben geçmişi bırakamıyorum. Onların hepsini alıp birlikte yürümek istiyorum. Hepsini kendimle birlikte taşıyıp, onlara ulaştığım menzilleri eklemek istiyorum. Yeni bir şeylerin başlangıcı hiç bir zaman diğerlerinin sonu olmamalı. Bize nereden verilmiş bu acımasızlık bilemiyorum. Hızlı yaşıyor ve hızla geçiyoruz. Yüzler, ilişkiler, kalpler birbirinin ardı sıra yaşamımızdan akıyor. Hayatlar gelip geçiyor hayatımızdan. Bizde başkalarının hayatından gelip geçiyoruz. O her şeyi yutan ağız bir türlü kabul edemediğim çıplak gerçeği dile getiriyor. Her şey gelip geçici… Sen, ben, sevgi…
Ş. Halil Dağ