HABER MERKEZİ
Çocuklar annelerine yaslanarak büyür. Anneler çocuklarını giydirir, içirir, doyurur ve elinin altında büyütür. Her türlü kötülükten korur. Adeta kanatlarının arasına alıp sıkı sıkıya sarmalar. Gözbebekleri gibi büyütürler, kıyamazlar incitmeye, kırmaya ve dövmeye. Evet, böyleydi annelerimiz. Hepimiz annelerimizin gözbebekleriydik, en sevdikleriydik. Saydıklarım bir annenin çocukları için yaptıklarının çok az bir kısmı. Anneler daha neler yapmaz ki!
Ama ülkemde, büyüdüğüm coğrafyada anne kucağından zorla alınır çocuklar. Dövülür, kolu kırılır, öldürülür, zindanlara atılır, aç bırakılır. Çocuk olduğu unutulur. Ona yapılanlar yaşına bile sığmayacak düzeyde büyük ve kahredici. Çocukların o küçücük yüreğini öfke kaplar onlara yapılanlar karşısında. Onlar akranlarının oynadığı oyuncaklarla oynamaz. Oyun yerine, yaşayabilmek, ölmemek için ona yönelen saldırı karşısında taşı nasıl kavrayacağını, kendisini nasıl koruyacağını öğreniyor. Yaşıtlarıyla sokak aralarında kovalamaca oynamanın yarattığı heyecan ve sevinci birçoğu hiç tadamadı. Çünkü büyüdükleri sokak başları hep tutulu eli silahlı, öfke kusan ADAM’larca. Bu yüzden çocukça mutluluk ve sevinçlerle evlerinin eşiğine hiç atlayamadılar. Ürkerek, korkarak, kapıları yumruklaya yumruklaya, annelerinden kendilerini eli silahlı ADAM’lardan korumanın yakarışıyla atladılar hep. Anneler sıkı sıkıya kucaklasa da çocuklarını, çocukları hep zorla, dövüle dövüle kucaklarından alınıp götürüldü. Anneler el kaldırmaya kıyamazken, polis dayağıyla, işkenceyle tanıştılar. Anne kucağından cezaevlerine götürüldüler ve hala orada birçoğu… Demir parmaklıklar arasında büyüyorlar, çocukça ve rengârenk hayallerini gri duvarlar kesiyor. Uğur’un, Ceylan’ın ve daha birçoğunun başına neler geldiğini gördü birçoğu. Çocuk yaşta birçoğunun belleğine yerleşen ve anımsadıkça tüylerini diken diken eden, kan, ölüm, dayak ve daha birçok uygulama…
Anne kucağının güvenilirliği yok ülkemde. Çünkü çocuklar anne kucağındayken bile vuruluyor, anne kucağından alınıp zindanlara konuluyorlar. Çocuk yaşına rağmen bu gerçekliğin yakıcılığıyla karşılaşan çocuklar büyümek için daha güvenilir yerler bulmanın arayışına giriyorlar. Büyümek ve yaşamak için dağlara sığınıyorlar. Dağın heybetine ve dağın koruyuculuğuna güveniyorlar. Onurlu ve özgür yaşamak, kendini ifade edebilmek ve inkarına düşmemek için dağlara koşuyorlar. Mazlum, Karer, Bahoz, Nucan, Sarya ve adını sayamadığım daha niceleri gibi…
Öyle çetin bir kavganın içinde o kadar erken büyüyorlar ki onlar bile nasıl büyüdüklerini fark etmiyorlar. Hayalini kurdukları özgür ülkeyi ve tüm insanlığı içine alabilecekleri kadar büyüyor yürekleri. Öyle yiğit, cesur ve gözü pek olurlar ki düşmanlarını utandıracak kadar, yoldaşlarını kendilerine hayran bırakacak kadar…
Dağlar Mazlumlarla, Karerlerle, Bahozlarla, Nucan ve Saryalarla dolu. Annelerine, kardeşlerine ve daha sonra doğacak olan Kürdistanlı kardeşlerine özgür bir ülke yaratmak için, onlara özgür bir ülke armağan etmek için dağlardalar, kavganın tam ortasındalar.
Mazlumun dağ kokusunu alanlar, Mazlum’un anısına ve kavgasına sahip çıkacaklardır. Bu çark böyle döndükçe, çocukların öldürüldüğü, dövüldüğü, cezaevine konulduğu, kendisini inkar etmesini istediği bir sistemsel gerçeklik oldukça TAŞ ATAN ÇOCUKLAR hep dağlara koşacaktır…
Rojbin GOLAV