HABER MERKEZİ
İstanbul belediye seçim sonuçlarıyla iyice köşeye sıkışan AKP-MHP iktidarı yeni hamle ve komplo senaryolarıyla ömrünü uzatmanın arayışlarına girdi.
Özellikle İmamoğlu’nun galibiyetini gerçeğe çeviren HDP kitlesinin belirleyici konumu Erdoğan’ı siyasal yaşamındaki en büyük yenilgiyi almasını getirdi.
Zaten Erdoğan yıllardır Kürt halkına karşı gerçekleştirdiği suçların toplamı olarak ‘Kürdistan kasabı’ liyakatının kazanmıştı ve şimdi bunun bir sonucu gibi bu konudaki katliamcı yüzünü daha fazla göstereceğe benziyor.
Daha şimdiden bu ağır yenilginin müsebbibi olarak Kürdü ve dostlarını işaret eden ve ondan intikam alma mesailerine kalan Erdoğan, seçim sonrası dört tarafa yönelik tehdit ve katliam provalarıyla bu lanetli rolünü daha derinleştireceğini bizlere kanıtlamaktadır.
Yakın zamana kadar Ortadoğu’da rol kapma savaşının içinde kendine saygın bir yer edinme arayışındaydı ise de şu ana kadar elini uzattığı herşeyi kurutarak ve çoktan hakkettiği isimle bir kasap olarak anılacağı kesindir. Kendisine yaptırdığı 1150 odalı sarayın üzerinden tozlar esecekken hatırlanacağı taraf bu olacaktır ve tabii kendi parlamentosunu bile bombalatan başkan olarak addedilecektir.
Bu konuda Augusto Pinochet gibi ortak bir geleneği (Pinochet de seçimle gelen Sosyalist lider Allende’nin başkanlık sarayını uçaklarıyla bombalatmıştı) sürdürmüş oldu. Nihai son konusunda da, Erdoğan ve iktidarını Pinochet gibi bir sonun beklediğini söylemek kahinlik olmayacaktır. Açık arayla alınan yenilginin pekte itiraz edilir tarafı kalmayınca, Erdoğan iktidarı zorunlu olarak “halkın taktiri”ni hatırladı.
Kimi yönelme niyet ve girişimi olsa da astarı yüzünden pahalıya gelecek bir duruma girmenin artık sayılı ömrünün kaldığı yerde en fazla ömrünü kısaltacağını ve hatta ‘uyuyan devi’ uyandırmak anlamına geleceği kulağına fısıldanınca İstanbul üzerinden muhalefeti bastırma ve yok etme sürecini zamana bıraktığını görüyoruz.
Tabii İstanbul yenilgisinin kendisi için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu aklından hiç çıkarmadan kapsamlı bir geri alma hamlesine kendini hazırlayacaktır. Bu Erdoğan cephesinden böyle nerdeyse, sanki bir strateji oyunu gibi, düğmeye basılacak ve oyun kazanılacak! Bu kadar kolay mı bu acaba? Ülke içinde bunca sorunla boğuşulurken ve bunla yetinilmeyip ‘sınır ötesi’ ham hayal yeni Osmanlıcılık arayışlarına giriliyorken, Efrîn’i işgal etmişken, Libya bile tüm Türk görünümlü ajanları tutuklama kararı vermişken, vb. bu o kadar, bu sefer kolay olmayacak..!
Zirveden aşağıya doğru yol almaya başlayan Erdoğan iktidarı, bunun önünü almak için her kanlı diktatör gibi her türlü çılgınlığa soyunacaktır. Hazırlık ve motivasyonu bu yöndedir. Seçimin hemen ardından ‘sınır ötesi’ operasyon ve arkalı sıralı Güney Kürdistan’ın bombalanması bu konuda suç pratiğini artırmaktadır.
AKP özellikle Güneyli kimi Kürt görünümlü işbirlikçi çeteler eliyle zaten yıllardan beridir Güney topraklarını ajan provokatör yatağına çevirmiş durumda. Nerdeyse Güney, AKP ve Türk devletinin arka bahçesine dönüştürülmüş.
Yapılan son işgal harekatıyla, özgürlük gerillasının karşısında tutunamayan sömürgeci iktidar, yerel işbirlikçi güçlerin yardımı ve teknik üstünlüğünün imkanlarıyla Özgürlük Hareketine ağır darbe vurmanın arayışında. Bu arayışlar son kertede 5 Temmuz günü yerel ajan güçlerin istihbaratı desteğiyle, özgürlük mücadelesine ömrünü adayan büyük devrimci Diyar Xerîb’in katledilmesiyle sonuçlandı.
Diğer bir başka büyük bir devrim çınarı olan Zeki Şengali’nin katledilmesi de benzer bir istihbaratı destekle sağlanmıştı. Bu iki şehadet sömürgeci devlet ve onun tasması ellerinde olan ajan ağının yardım desteği olmadan gerçekleşemeyecek kadar açık planlı saldırılardı.
Sömürgeci devlet hem özgürlük mücadelesinin genel yönetimini eksiltmeye çalışmakta hem de Kobanê ve Şengal saldırılarıyla beraber Güney Kürdistan’da kalıcı bir savunma gücüne dönüşen Özgürlük Hareketi’nin gün geçtikçe Güney yurtsever halkıyla hızlı gelişen buluşma çabasının önünü almayı istemekte. Tabi ki şunu da biliyoruz ki özgürlük mücadelesi verdiği kayıplara karşı mücadelenin büyütülmesine bu kayıpları hep bir gerekçe yapmıştır.
Zeki Şengali ve Diyar Xerîb gibi büyük emek insanlarının ve daha başka son süreçteki birçok kayıp, mücadelenin ivmesinde büyük bir güce dönüşeceklerdir. Bunun böyle olacağını anlamak için sadece Özgürlük Hareketi’nin tarihine bakmak yeterli olacaktır. Açlık grevi direnişi ve zaferinin baş mimarlarından Leyla Güven’in ifadesiyle “kapı aralanmıştır artık”. şimdi bu aralanan yerden sızmanın büyük bir hazırlık dalgasına girmenin üç dört yılın getirdiği kan kaybını iyileştirmenin tam da zamanıdır.
Halktaki beklenti tam da bu yönde. Özellikle yaşanan kaotik süreç ve meşru mücadelenin sistem eliyle tabela partisine çevrilme çabasına karşı, hızlı bir planlama yapmak ve onu tamamlamaya dönük büyük bir örgütleme için mahalleden köylerden başlayarak büyük oranda örgütlü yapıda oluşmuş gedikleri gidermek gerekiyor.
Geçmişin ‘erken iktidar meraklısı’, liberal, özgürlük mücadelesinin muazzam tarihinden öğrenmeyen ona parelel yol yöntemler geliştirmeyip herşeyi legal siyasetin sınırlarına hapseden yaklaşımın katiyen terk edilmesi gerekiyor.
Komünal ya da demokratik örgütlenme salt bekleyen, yasaların sınırlarına haps olan bir motivasyon ile sürecin güçlü bir toparlanmaya dönüştürmesini getiremeyeceğini geçmiş tecrübelerimiz yeterli bir kanıt sunmaktadır. Halkın eleştiri ve tepkisi de zaten bu yönlü olduğunu hatırlayıp ona göre niteliğin her halukârda başat bir önem noktasıyla ele alınması gerektiğini bize emrettiğini görmeliyiz.
Örgütlü toplum örgütlü birey eksenli mücadelemiz parlamenter mücadeleyi red eder bir sekterlikte ele almaz, ama onun gerçekliğini de görür ona göre bir anlam yükler. Burda aslolan kendi mekanizması içinde birey ve toplumun tepeden tırnağa örgütlendirilmesiyse, sistemin kurumlarından birşey beklemeden kendi sistemimizi yaratabilmeliyiz. Konfederal örgütlülüğün temel espirisini komünden halk kongresine doğru uzanan çok geniş ama yatay bir örgütlülük oluşturmaktadır.
O halde, yerelde oluşturulacak büyük komün örgütlülüğüyle Kürdistan coğrafyası ve metropoldeki halkımız devrimci mücadeleye hazırlıklı kılınabilir, boşluklar doldurabilinir. Geçmişin hantal, şekilsel, hiyerarşik, bürokratik, şikayet eden, toplumun hem devrim hem de yaşamsal ihtiyaçlarına cevap veremeyen aksine, çalışanın çalışan, kadronun kadro ölçülerine uygun hale getirileceği bir sorumluluk ve ciddiyetle yaklaşmak sürecin en devrimci ilkesi olabilir.
Bu devingenlik hayal olmaktan çıkmış ona kavuşmaya ramak kalmış ve tüm objektif şartların oluştuğu Kürdistan Devrimi’ni bir sabah gerçeğe çevrilebilir. Bu halk ve yılların özlemi olan özgürlük sevdası böyle bir finali çoktandır haketmekte. O halde bunu kurmak geliştirmek ve kazanmasını sağlamaktan başka bir seçeneğimiz bulunmamaktadır.
Yeni Özgür POLİTİKA/ Aziz ADAL