HABER MERKEZİ –
ABD Başkanı Donald Trump, Rojava’dan askerlerini çekeceklerine dair yapmış olduğu açıklamanın ardından, TC devleti ve onun başında olan R.T. Erdoğan’a dair “övgülerde” bulunmaya başladı. TC devletinin; “DAİŞ’i yenilgiye uğratacağına” olan inancına ve karşılıklı olarak birbirlerine duydukları güvene vb. dair belirttikleri görüşleri de bunlar arasında yerini aldı. Bu tür açıklamaları dinleyince, “acaba D. Trump bu sözleri inanarak mı söylüyor, yoksa söyledikten sonra bir kenara çekilerek kasıkları şişene kadar gülüyor mu?” demekten insan kendini alamıyor.
Tabi, D. Trump’ın yaptığı açıklamadan sonra ne yaptığı, kimseyi o kadar ilgilendirmez. Ama, burada bilinmesinde yarar olan bir gerçeklik vardır. O da eğer, D. Trump dediklerine gerçekten inanıyor olsa da ondan başka, başta da R.T. Erdoğan olmak üzere hiç kimsenin onun söylediği sözlere inanmadığıdır. Eğer ABD Başkanı olmasından yola çıkarak kendine inanacak olanların çıkacağını sanıyorsa, bu da tamamen kendi kendini aldatmak olacaktır. Bunun içinde TC devletinin DAİŞ ve Kuvayı milliye adıyla Suriye’de örgütlediği kontra ve çetelerle olan ilişkisine bakmak yeterlidir. Eğer bunlarda yeterli gelmiyorsa, Rusya ile TC devleti arasındaki ilişkilere de bakılabilir. Özellikle de bu konu da R.T. Erdoğan ve Vladimir Putin arasındaki İdlib üzerine yapılan görüşme ve ulaşılan sonuçlar dikkate alınabilir.
Ne kadar doğrudur, orasını bilemeyiz. Ama basın-yayın organlarına yansıdığı kadarıyla R.T. Erdoğan ve V. Putin İdlib’den çetelerin çıkarılması konusunda anlaşmışlardı. Onun içinde TC devletinin İdlib’de askeri gözlem noktaları oluşturmasına izin verilmişti. Fakat TC devleti yapılan bu açıklama uyarınca hareket etme yerine Efrin’i kuşatma altına alan karakollar oluşturmuş ve içerisine girdiği bu mevzilenmeye dayanarak da Efrin işgalini gerçekleştirmişti. Rusya’da TC devletinin işgaline Suriye rejimi ve İran’a rağmen onay vermişti.
Efrin işgali öncesi ve sonrasında V. Putin ve R.T. Erdoğan arasında yapılan anlaşmanın özünü oluşturan böyle bir sonucun ortaya çıkması mıydı? Bu konuda ihtiyatlı bir yaklaşım içerisinde olunması gerektiği de açıktır. Ancak, Önder Apo’ya karşı gerçekleştirilen Uluslararası Komplo ‘ya dahil olan devletlerden birinin de Rusya olması bu ihtiyatlı yaklaşımın hangi yöne doğru olması gerektiği yönünde uyarıcı bir özellikte taşımaktadır. Özellikle de Vladimir Putin’in de o süreçte, 1998 ve 1999 yıllarında, Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) Başkanı görevini yürütmüş olması bunu daha fazla gerekli kılmaktadır. Onun içindir ki, Önder Apo’nun Rusya’dan çıkarılmış olmasından V. Putin’in habersiz olmadığını düşünmek gerçekçi değildir.
Şimdi de ABD’nin Rojava’dan askerlerini çekeceğine dair yapmış olduğu açıklamaların ardından, yine D. Trump’ın TC devletinin DAİŞ’e karşı mücadeleyi sonuçlandırabileceğine inandıklarını(!?) söylemesi de benzeri düşünceleri akıllara getirmektedir.
R.T. Erdoğan’ın, Trump’a “DAİŞ’e karşı en iyi biz savaşırız, onu kesinlikle yenilgiye uğratırız” diye verdiği sözler ile V. Putin’le yaptığı, vardığı ifade edilen İdlib mutabakatı birbirine çok benzemektedir. Çünkü D.Trump’ın R.T. Erdoğan’a duyduğu güveni(!?) dile getirdiği sözlerin ardından askeri güçlerini, Rojava sınır hattına ve işgali altında bulundurduğu Suriye sınırları içerisine kaydırmış, kendi sınırları üzerinde bulundurduğu kontra- çetelerini Minbiç’e doğru harekete geçirerek burayı da işgal pozisyonu altına almıştır. Oysa D. Trump, “R.T. Erdoğan ile DAİŞ’e karşı mücadele konusunda anlaştıklarını” söylemişti. Fakat TC devleti DAİŞ’e karşı harekete geçmek yerine Tel Ebyad, Kobané sınırlarına ilaveten Serekané sınırına yapmış olduğu askeri yığınaklarla birlikte, Minbiç’e, Suriye Demokratik Güçlerine karşı bir saldırı pozisyonu içerisine girmiştir. Nasıl, Rusya ile “İdlib konusunda anlaştık” denilerek, Kürtlere saldırılmış ve ardından Efrin işgal edilmişse benzeri bir tablo ortaya çıkmıştır.
D. Trump “bunları bilmiyordu.” “R.T. Erdoğan’ın oyununa geldi” de diyemeyiz. Nasıl V. Putin İdlib konusunda oyuna gelmemişse, Trump’da, R.T. Erdoğan’ın aynı şekilde oyununa gelmemiştir. Çünkü R.T. Erdoğan’ın DAİŞ’le mücadele diye bir sorunu yoktur. Bunu en iyi bilen de D. Trump’un kendisi ve başında bulunduğu ABD’nin Merkezi Haber Alma Teşkilatı CİA’dır. CİA’nın elinde TC-DAİŞ ilişkilerine dair çok somut bilgiler vardır. Bu bilgilerden daha fazlası bir zamanlar V. Putin’in başında bulunduğu Rusya Federal Güvenlik Servisi’nin elinde bulunmaktadır ve bunları da TC-Rusya arasında uçak krizi yaşandığı dönemde hem kendi TV’lerinde yayınlamışlar hem de uluslararası basın-yayın organlarına servis etmişlerdir.
Önder Apo’ya karşı düzenlenen Uluslararası Komplo da ABD’nin rolü bilinmiyor değil. Hatta ABD bu komplonun mimarı olduğunu inkar etmemektedir. Gelinen aşama da ise, komplo da yer alan her iki devlet; ABD ile Rusya Önder Apo’nun dünya görüşünü esas alan ve onu önder olarak kabul etmiş olan Kürtlere karşı yine yan yana gelmiş olmaktadırlar. Yine Kürtlere karşı kullandıkları güç TC devletidir. Kürtlerin varlığını gelecekleri için temel tehlike olarak gören TC devleti de son derece istekli bir şekilde kullanıma açık bir haldedir ve şuanda da bu rolünü oynamak için her şeyiyle kendini sunmuş bulunmaktadır. Aslında bu gerçeklik, Üçüncü Dünya Savaşı ve Uluslararası Komplo arasındaki bağın/ilişkinin de en somut ve doğrudan bir kanıtıdır.
Üçüncü Dünya Savaşı kendi içerisinde bir dönüm noktasına girmiş ve buna bağlı olarak sıcak çatışma alanlarını daha fazla genişletme ihtiyacını duyar bir hale gelmiştir. Yakın hedefte ise, İran’ın olduğu anlaşılmaktadır. Burada 1998’de Irak saldırısından önce olduğu gibi uluslararası komplocu güçler TC ve İşbirlikçi Kürtlere de önemli oranda ihtiyaç duymaktadır. Uluslararası Komplo’nun güncellenmesi olan PKK’nin öncü kadrolarına karşı ABD’nin almış olduğu 6 Kasım Kararı ve ardından da Güney Kürdistan-i bazı güçlerle yaptıkları görüşmeler de duydukları bu ihtiyacın doğrudan bir dışavurumudur. ABD’nin Rojava’dan askeri güçlerini çekerek, TC’nin Minbiç’ten başlatacakları saldırıyı takiben, “Fırat’ın doğusu” olarak adlandırılan Kürdistan topraklarına işgal saldırısının önünü açması ve bu konuda Rusya’nın çok açık bir şekilde desteğini almış olması da böyle bir gerçekliğin somut bir ifadesidir. En azından eldeki veriler ve yaşananlar böyle bir değerlendirme de bulunmayı olanaklı kılmaktadır.
Minbiç’te DAİŞ yoktur. “Fırat’ın Doğusu” olarak adlandırdıkları coğrafyada da DAİŞ yoktur. Burada Kürtler- Araplar- Asuriler- Ermeniler-Türkmenler vb. vardır. Bunlarda Suriye Demokratik Güçlerini oluşturmaktadır. Derazor’da en son Hecin’in alınması ile birlikte DAİŞ’in büyük oranda etkisi kırılmıştır. DAİŞ, Derazor’un daha aşağısında bulunan bazı alanlarda varlığını sürdürebilmektedir ve bu bölgenin de TC devlet sınırları ile hiçbir alakası yoktur (hatta böyle bir şey olsa dahi TC devletini haklı kılacak her hangi bir gerekçe de olamaz). ABD’nin önünü açtığı ve Rusya’nın TC’nin işgaline olanak tanıdığı coğrafyada DAİŞ yoktur. Bu da asıl sorunun DAİŞ olmadığı, asıl hedefin Suriye Demokratik Güçleri ve bununla birlikte de Uluslararası Komplo ile amaçlanana ulaşmak olduğunu göstermektedir.
ABD Başkanı D. Trump’ın, R.T. Erdoğan’la birlikte “DAİŞ’e karşı” içerisine girdikleri ortaklığa dair söylediği “övgü” dolu sözlerin arkasında yatan da bu gerçekliktir. Bir başka ifadeyle de “DAİŞ’e karşıdır” denilerek, önlerinde asıl olarak engel gördükleri Suriye Demokratik Güçlerini, özelde de Rojava’da Kürtlerin elde ettikleri kazanımları yok etmek için TC devletinin koçbaşı olarak kullanıldığı bir saldırı başlatılmak istenilmektedir. Asıl anlaşılması, farkına varılması ve hazırlıklı olunması gereken de bu gerçekliktir.
Kaynak: Lêkolin/Cemal ŞERİK