HABER MERKEZİ – Yeni Kürt Toplumunda kadının örgütlenme alanında kendi özgün sistemini oturtması ve süreklileştirmesi, kalıcı kurumlaşmalar haline getirmesi gerekir. Kadının özgün örgütlenme sistemi, işleyişi ve kurumlaşması sadece devrim sürecinin geçici ihtiyaçları üzerinden geliştirilmemiştir. Kadın özgürlüğünü, dolayısıyla toplumsal özgürlüğü garantiye alan kalıcı yapılar olarak görmek gerekir. Kadınların örgütsel sisteminde her zaman değişiklikler yapılabilir. Bu anlamıyla dinamik bir sistem ve kurumlaşmadır. Ancak uzun vadede ortadan kaldırmamak gerekir. Toplumsal tarihin başındaki kadın örgütlülüğünün, kadın toplumsallığının ve kurumlaşmalarının ortadan kaldırılmasıyla beraber, insanlığın bu günkü duruma geldiğinden hareketle böyle bir gereklilik oluşmaktadır. Kadın toplumsallığı ve kurumlaşmasının dağılmasıyla erkek uygarlığı gelişme aşamasına girdi.
Bu dağılma yaşanmasa tarihin seyri daha farklı olabilirdi. Bu bakımdan yeni Kürt Toplumunda büyük çaba emek ve bedellerle geliştirilmiş olan kadın özgün örgütlülüğü ve kurumlaşmalarına büyük önem atfetmek ve kalıcı kurumlar olarak bakmak toplumun geleceği açısından önemli olacaktır. Hedeflenen; kadının tam özgürlüğü ve eşitliğidir. Siyasete katılma ve demokratik siyaset yapma hakkıdır. Cins olarak kendisiyle ilgili tüm ilişki ve çelişkiler konusunda söz ve irade sahibi olmasıdır. Bu yönlü gelişmeler sağlanmadıkça, kadınlar bu haklara sahip olmadıkça, kadının toplumun ve çevrenin gerçek anlamıyla kurtuluşu eşitliği ve özgürlüğü pek mümkün olmayacaktır. Aynı kapsamda demokratik siyasetin ve demokratik konfederal toplum sisteminin doğru gelişmesi ve doğru şekillenmesi de mümkün olmayacaktır. Yeri gelmişken, eşitliği de özgürlükle karıştırmamak gerekmektedir. Eşitlik, özgürlüğün sağlanması yolunda belli bir aşamayı ifade eder. Ancak hukuki eşitliğin sağlanması özgürlüğün sağlandığı anlamına gelmemektedir. Sadece kadını erk sahibi erkekle eşitleme, mevcut iktidarlara ortak olmak dışında pek bir anlam taşımayacaktır. Sağlanacak olan eşitlik, kadında açığa çıkmamış doğanın açığa çıkmasını ve toplumsal dönüşümde, yine erkeğin dönüşümüne etkide bulunmasını sağlama amacıyladır. Yoksa kadını var olan erkek iktidarına ortak etmek veya eklemlemek değildir.
Bu anlamıyla eş konumlarda bulunan kadınların, öncelikle getirildiği yeni konumuyla uyum sağlaması, ardından toplumun demokratikleşmesinde, erkeğin ve siyasetin demokratikleşmesinde etkide bulunması esastır. Getirildiği eş konumu, bireysel yetki alanı olarak, bencil iktidar alanı olarak görmemelidir. Kadına verilmiş eş konumlar, politik iktidar konumları değil, son derece ideolojik felsefik paradigmasal anlamlar taşımaktadır. Getirildiği konumun taşıdığı bu anlamların farkında olmayan bir kadınlık gerçeği, kendisinden beklenen değişim dönüşüm rolünü oynamaktan uzak olur.
Eylemsel alanda ise kadın, yeni toplumun öncü gücüdür. Değişim ve dönüşümün görünen yüzüdür. Önde yürüyenidir. Aslında yeni toplumun anası sayılır. Devrimci süreçlerde oynadığı rol gibi, inşa sürecinde de öncü bir rol oynamaya başlamıştır. Yeni toplumun çocuklarını eğitmekten, yeni toplumun özgür iradeli bireyini geliştirmekten sorumludur. Kadının toplumsal üretim ve örgütlenmesine katılımını sağlamak temel görevlerindendir. Demokratik siyaset alanını ve anlayışını geliştirmek, ulusu demokratik ve özgür kılmak, temel görevidir. Demokratik ulusun özgür birey ve komünal toplumunu, komünal ekonomisini, demokratik konfederal örgütlülüğünü, ahlak ve politikasını, hukuk ve diplomasisini, kültür ve sanatını, etik ve estetiğini geliştirmeden sorumludur.
Büyük bir toplumsal emek ve çabayla inşası geliştirilen demokratik ulusun savunma işlerinde de rol sahibidir. Bu anlamıyla hem kadını hem kadının içinde yaşadığı genel toplumun öz savunma örgütlemesinde yer alır. Özellikle de özgün olarak kadın savunma sistemini geliştirir. Çünkü bir atom altı parçacık bile kendisi olmaktan çıkmaya, başkalaşmaya karşı müthiş bir direnç gösterebiliyor. Maddenin en küçük parçacığı bile direncini yitirdiğinde başkalaşıma uğruyor. Bir tür iradi kırılmaya uğruyor, bozuluyor, kendisi olmaktan çıkıyor, başka bir şeye dönüşüyor. Bu etki tepki olayı, hem maddenin içyapısında hem de tüm canlılar dünyasında aynı işlemektedir. Canlılar dünyası içerisinde biyolojik savunması en zayıf olan varlık ise insandır. İnsan yavrusu özellikle doğarken ama büyüdükten sonra da, fiziki açıdan oldukça savunmasızdır. Saldırgandan kurtulmak için tehlike anında uçacak kanatları, öldürecek zehri, parçalayacak bir pençesi veya bir gagası, saplayacağı dikenleri yoktur. İradi bir varlık olarak insanın kendisini savunması, akıl gücünü kullanmasına bağlıdır. İnsan denen varlık tarihi boyunca, aklını kullanarak kendini korumayı başarmış ve tehlikeler karşısında kendini savunabilmiştir. Kendini savunma refleksi sürekli devrede tutulmazsa insan denen varlık, tür olarak kendini uzun sürelerle ayakta tutamazdı. Kısa süre içinde yok olup giderdi. Ancak akıl gücü çerçevesinde kendini durmadan savunarak günümüze kadar var olmayı başardı.
Örgütlenme anlamında Toplumsallaşmanın da, insanda bir savunma refleksi olarak geliştiğini bilmek gerekir. İnsanın kendini korumaya tek başına gücü yetmediği için toplumsallaşmaya ihtiyaç duymuştur. Toplumun korunma ve savunma kuralları, tüm toplumların en vazgeçilmez kuralları olarak kabul görmüştür. Ekonomiden sağlığa, ilkel ahlak ve politikadan totemik inançlara kadar, toplumsal hayatın tüm alanlarında yaşamın devamlılığı için birçok kural ve prensip belirlenmiştir. İradi bir varlık olarak kendi biyolojik ve fiziki zayıflığının farkına varan insan, yaşamını sürekli kılmak ve tehlikeler karşısında hem korumak hem savunmak için çözümü, hayatın tüm alanlarını örgütlü kılmada ve ihtiyaca göre düzenlemede görmüştür. Bütün bunlar günümüz insanı ve toplumu için de gerekli şeylerdir. Arada sadece şöyle bir fark vardır; ilk insanın doğadaki tehlikelerden kaynaklı yaşadığı sorunlarla baş etmek için kendini örgütleme ve savunma ihtiyacı vardı, günümüz insanının ise toplumsal sorunlar kapsamındaki devlet-erkek şiddeti ve faşizmi karşısında kendini örgütleme ve savunmaya ihtiyacı var. Örgütlenmeye ve öz savunma sistemini geliştirmeye bu anlamıyla en çok da kadınların ihtiyacı var.
Sömürgeleştirilen halkların tarihi, direniş örgütlenmeleriyle doludur. Her sömürgenin bir başkaldırı öyküsü ve tarihi vardır. Ama ilk sömürgeleştirilen kadın, halklar gibi direnişini örgütleme olanağı bulamamıştır. Çünkü tüm halkların kadınları aynı kölelik kaderine mahkûm bırakılmıştır. Halk kitleleri toplum hayatı içinde direnişlerini örgütleme olanağı bulurken, maalesef kadınlar toplum hayatının dışında bırakıldıkları için yeterli düzeyde bir başkaldırı örgütleyememişlerdir. Başkaldırıları, ya bireysel ya da grupsal düzeyde kalmış ve başarılı olamamıştır. Çünkü sömürge halkların kadınları ayrıca ev ve aile ortamında ikinci bir sömürge durumuna maruz bırakılmıştır. Adeta sömürgenin sömürgesi konumunda olmuştur. Son iki yüz yıllık süre içinde biraz örgütlü bir başkaldırı imkânı bulmuştur ya da bu imkânı yaratmıştır. Ancak hala bu konumundan kurtulabilmiş değildir.