HABER MERKEZİ- Önder APO’nun Özgürlük Sosyolojisi Kitabından DEMOKRATİK MODERNİTEYİ YENİDEN İNŞA GÖREVLERİ- 1
A- Entelektüel Görevler
Entelektüel görevleri basmakalıp bilinç oluşturma ve birimlere aktarma olarak belirlemeyeceğimi peşinen belirtmeliyim. Yapılması gereken ilk iş entelektüelliğin
kendisini değerlendirmektir. Moderniteyi Aydınlanma çağı‘nın (18. yüzyıl Avrupa‘sı) belirlediği çokça söylenir. Yahudi soykırımı başta olmak üzere, ulus-devletçe
sistematik olarak uygulanan sayısız fiziki ve kültürel soykırımlar modernitenin aydınlanma ideasına ölümcül darbe indirir. Entelektüel Adorno‘nun, artık bütün tanrısallıkların susması gerektiğini söylediği andır bu. Aynı zamanda uygarlıkların vardığı son aşamadır. Bu an önemli bir andır; çözümlenmesi yapılmadan bir adım bile ileriye atılamaz. Tarihsel bir iflas, yalan ve soykırım anından bahsediyoruz. Bir aydınlanma, bilinçlenme, bilimlenme eylemi olarak entelektüellik kendini bu andan soyutlayamaz.
Baş suçlulardan biri olarak yargılanmak durumundadır. Suçu birkaç Hitler‘e yüklemek, liberalizmin en iğrenç propagandasıdır. Hitler‘i beşikten mezara kadar besleyen sistemi açıklamadan hakikat açıklanmış olamaz; olsa olsa hakikate ihanet edilmiş olur. Entelektüelliğin temel görevi olan hakikatin peşinde olmak‘ ihanete uğramışken, hem de bu ihanet yaygınca entelektüel sermayedar ve hamallığı tarafından gerçekleĢtirilirken, kökten gözden geçirilmesi gereken hususlar var demektir. Entelektüel alanda kökten gözden geçirilmesi gereken konular çözümlenmedikçe, içine girilecek konum yeni entelektüel sermayedarlar ve hamallar olmaktan öteye sonuç doğurmaz.
Eğer sistemik küresel kriz ancak olağanüstü kriz yönetimiyle sürdürülüyorsa, bu durumda entelektüel krizden bahsetmemek ya körlükten ileri gelir ya da sistemin iflah olmaz bir entelektüel sermayedarı ve hamalı olmakla mümkündür. Onur sahibi olan sıradan entelektüel, krizin asıl olarak zihniyet alanındaki tıkanmayla ilgili olduğunu kavramakta zorluk çekmez. Kaldı ki, sistem yapılanmalarıyla zihniyetleri arasında beden-ruh ilişkisine benzer bir bağ vardır. Yapısallık olarak bedenin krizi, ruh olarak zihniyet krizini sadece gerekli kılmaz, öncüsü kılar. Öncelik bedende değil, ruhsal krizdedir. Nasıl ki beyin ölümü beden ölümünün kesin kanıtıysa, zihniyet krizi de ancak yapısal krizin kanıtı olabilir. Açıkçası derin bir entelektüel krizin yaşandığı kesindir. Verilecek yanıt bazı alanlardaki yeniliklerle giderilemeyecek kadar derinlik ister; sistemin dönüşümüyle ilgili olmayı gerektirir. Sistemin entelektüel krizi ancak onun aşılmasıyla, yani ‗entelektüel devrim‘le mümkündür. Günümüz entelektüel devrimini tartışmadan önce, bazı tarihsel örneklere değinmek bu konuda son derece aydınlatıcı olacaktır.
Yorumlanabileceği kadarıyla tarihte ilk büyük entelektüel devrim M.Ö. 6000- 4000 döneminde Mezopotamya‘da yaĢandı. Toplumun ve doğal kuvvetlerin gücünün ilk defa kapsamlı gözlemlendiği ve devasa boyutlu pratik sonuçların çıkarıldığı dönemdir. Bu, Gordon Childe‘ın ancak 16. yüzyıl sonrasının Avrupa‘sıyla kıyaslamasının yapılabileceğini söylediği dönemdir. Halen hem zihinsel hem araçsal olarak yaşanan toplumsal kazanımların büyük kısmı o dönemden kalmadır. İkinci büyük devrim, Sümer ve Mısır uygarlıklarının kuruluş dönemleridir. İlk dönem devriminin kazanımlarını uygarlık sistemine hem zihinsel hem araçsal olarak dönüştürme becerisini gösterecektir. Yazı, matematik, edebiyat, tıp, astronomi, teoloji, biyoloji başta olmak üzere birçok buluş bu dönemde sağlanan devrimsel entelektüel gelişmelerdir. Tarih daha sonra Grek-Ġonya devrimine kadar bu gelişmeleri öğrenmek ve tekrarlamakla geçecektir.
Grek-Ġonya entelektüel devrimi üçüncü büyük adımı teşkil eder. M.Ö. 600 dönemi hem felsefi zihniyet, hem bilimsellik açısından çok zengin geçen diğer bir dönemdir. Mitoloji karışımlı dinlerden felsefi devrime geçiş, şüphesiz büyük bir entelektüel devrimdir. Ayrıca yazı, edebiyat, fizik, biyoloji, mantık, matematik, tarih, sanat ve politika alanında da devrimsel gelişmeler yaşandı. 16. yüzyıla kadar ancak bu devrimlerin ürünleri aktarılarak, tekrarlanarak tarih yaşandı. ġüphesiz başka mekân ve zamanlarda birçok entelektüel gelişme olmuştur. Ama bunlar büyük devrim sayılamazlar. Tek tanrılı dinsel çıkışları önemli zihniyet devrimleri olarak yorumlamak mümkündür. Ayrıca Zerdüşti ahlaki devrim büyük bir entelektüel devrimdir. Çin‘de Konfüçyus, Hint‘te Buda önemli entelektüel değerlerdir. İslam‘ın 8.-12. yüzyıllarında da entelektüel pırıltılar önemlidir. Devrime dönüşmemeleri büyük kayıptır. Avrupa entelektüel devrimi şüphesiz köklü ve kapsamlıdır. Ancak kaynaklarını bahsettiğimiz devrim ve pırıltılardan aldığı tartışılmaz. Hemen belirtmeliyim ki, bu entelektüel devrimlerin tümünün sömürü ve iktidar tekelleriyle alakası yoktur. Tersine, bu tekeller yüzünden layıkıyla geliĢmemeleri ve saptırılmaları, köreltilmeleri, daha çok da kendilerine bağlayıp sermaye haline getirmeleri söz konusudur. Avrupa büyük entelektüel devriminde bu gerçeklik daha açık ve çarpıcıdır. Kapitalist tekeller ve devlet tekelleri olarak mutlakıyet ve ulus-devlet sistemleri, entelektüel devrimi engellemek, saptırmak ve kendi iktidarlarına bağlamak için büyük uğraş vermişler, bunu başat işlerinden saymışlardır. Bu konuda büyük mücadeleler verilmiştir. Entelektüel bağımsızlıklarını, onurlarını kaybetmemek için, engizisyondan Fransız devrim mahkemelerine kadar iktidarların amansız zulmüne karşı direnmişler, yakılmayı göze alabilmişlerdir: Bruno, Erasmus, Galileo, Thomas Moore vb. gibi.
19. ve 20. yüzyıllarda, toplumun her alanında ve birimlerinde olduğu gibi, entelektüel alan ve birimlerde de tekelci sermaye ve ulus-devletin hegemonyası güçlü
yansıma buldu. Bilim, felsefe, sanat ve hatta din iktidarlara, özellikle ulus-devlet yapılanmalarına büyük oranda entegre edildi. Her iki alandaki tekelcilik, entelektüel bağımsızlığa büyük darbe vurdu. Bağımlılık altındaki entelektüel ya bir entelektüel sermayedara ya da çoğunlukla üniversite ve diğer okul sistemlerinde bilgi hamallarına dönüştü. Her ulus-devletin yeni tapınağı, üniversiteler başta olmak üzere okul yapıları oldu. Yeni neslin beyni ve ruhu buralarda yıkanır; ulus-devlet tanrısına hiçbir dönemle kıyaslanmayacak denli tapınan kul-vatandaşlar haline getirilir. Haliyle her düzeydeki hocalar yeni rahip sınıfı konumundadır. Şüphesiz tek tek aydınlar, entelektüel haysiyetini koruyanlar vardır. Ama genel kuralı bozmayacak kadar istisnaidirler. Daha da önemlisi, Avrupa entelektüel devriminin içeriğindeki gelişmelerle ilgilidir. Önceki çağların din, bilim, felsefe ve sanatını öncelikle iyi özümsediklerini belirtmek gerekir. Kendi katkılarını bu özümsemeye dayandırdıkları açıktır. Kabul etmek gerekir ki, Avrupalı entelektüeller hakikate yaklaşmada büyük bir aşama kat ettiler. Metot ve uygulama olarak başarıları kesindir. Özellikle Birinci Doğaya (fizik, kimya, biyoloji, astronomi alanlarına) iliĢkin başarıları bu yönlüdür. Fakat İkinci Doğa olarak topluma ilişkin bilimsel, felsefi, sanatsal ve ahlaksal yaklaşımları için aynı hususu belirlemek mümkün değildir. Büyük ve anlamlı açıklamalar (manifestolar),
bilimsel disiplinler, felsefi ekoller, sanatsal eğilimler ve etik öğretiler geliştirdiler. Fakat toplumun ahlaki ve politik karakterini koruyacak kadar başarılı olamadılar.
Tersine, sermaye ve iktidar tekellerine bağlandıkça, ahlaki ve politik toplumun imhaya varana dek hedef haline getirilmesinde sadece yetmezlik, eksiklik ve yanlışlıklarla izah edilemeyecek denli suç ortaklığı ettiler. Entelektüel kriz işte böyle başladı. Şüphesiz yalnız toplum değil, çevrenin de imha hedefi haline gelmesinde entelektüel kesim sorumludur. Zaten küresel krizden müştereken sorumlu tutulmaları, krizin müşterek olmasından ötürüdür. Burada aydınlatılması gereken en önemli husus, entelektüel yenilginin, bozulmanın ve çarpıklaĢmanın stratejik ve taktik olarak nasıl geliĢtiğidir. Özellikle toplumsal bilimler (Birinci Doğaya ilişkin bilimlerin de toplumsal nitelikte olduklarına veya öyle olmaları gerektiğine inancımı öncelikle belirtmeliyim) alanındaki büyük kargaşa, yenilgi ve ihanetin gelişmesinde neleri sorumlu tutmalıyız? Tümüyle bilimsel paradigmayla ilgili bir hastalık mı söz konusudur? En büyük payı bazı disiplinlerde mi aramak gerekir? Hastalık bünyesel midir, yoksa arızi midir? Tedavisi mümkün müdür? Tedavinin yol ve yöntemleri nasıl geliştirilmelidir?
Yeni bilimsel devrim veya paradigmanın ana göstergeleri neler olabilir? Stratejik olarak nerelerden başlamalıyız? Ancak bunlar ve benzer sorulara özlü yanıtlarımız olursa, entelektüel krizden çıkış kadar, yeni paradigmatik ve bilimsel görevlerimizi belirleyebiliriz. Avrupa uygarlık merkezli bilim krizi bünyeseldir. Uygarlığın başlangıç dönemlerindeki gelişmeleriyle ilgilidir. Bilimin tapınakta merkezileşmesi, iktidarla bütünleşmesi anlamına gelir. Mısır ve Sümer uygarlığındaki bilimin iktidarın ayrılmaz bir parçası haline geldiğini kanıtlayan çok sayıda örnek vardır. Bilimi toparlayan rahiplik zaten iktidarın en önemli ortağı konumundaydı. Hâlbuki neolitik dönemdeki bilimin yapısı farklıydı. Kadının bitkiler üzerindeki bilgisi belki de biyoloji ve tıbbın temeliydi. Ayrıca mevsim ve ay gözetlemeleri hesabı ortaya çıkarıyordu. Tarım-köy topluluklarının bin yıllarca yaşam pratiklerinin büyük bir bilgi hazinesini ortaya çıkardığı rahatlıkla yorumlanabilir. Uygarlık dönemi bu bilgileri toparlayıp iktidarın parçası haline getirdi. Burada olumsuz anlamda niteliksel bir dönüşüm yaşanmıĢtır.