HABER MERKEZİ- Önder APO’nun Özgürlük Sosyolojisi Kitabından DEMOKRATİK MODERNİTEYİ YENİDEN İNŞA GÖREVLERİ- IV
DEMOKRATİK MODERNİTEYİ YENİDEN İNŞA GÖREVLERİ- Entelektüel Görevler- III – Nûçe Ciwan
“A- Entelektüel Görevler:
Pozitivizmi eleştirirken bazı yanlış anlamalara düĢülmemesi konusunda uyarma gereği duyuyorum. Birincisi, olguların hiçbir değeri yoktur, gerçeklikle bağı yoktur gibi yaklaşım içinde değilim. Sadece oldukça sınırlıdır diyorum. Olgusallığın bir felsefe düzeyine taşındığında büyük sakıncalara yol açacağını belirtiyorum. Avrupa dşünce sisteminde bu durumun fazlasıyla açığa çıktığını vurguluyorum. İkinci husus, belki bir nevi Eflatunculuğa kaydığım yönünde bir eleştiri getirilmesi olacaktır. Özün belirleyici olduğunu söylerken, özellikle ağaç örneğinde bu eleştiri beklenir. Fakat belirtmek istediğim ağaç‘ fikri, ideası değildir. Toplumca ağacın ihtiva ettiği gerçekliği belirtmek istiyorum. Faydacılıkçı bir yaklaşım da sunmuyorum. Sadece gerçekliğinin ancak ahlaki ve politik toplumca belirlenmesi gerektiğini söylüyorum. Bir bireye veya gruba çok faydalı olabilir. Ama eğer ahlaki ve politik toplumca aynı biçimde yorumlanmıyorsa, gerçek fayda değeri yoktur demek istiyorum. Liberalizmin benimsetmek istediği gibi bireyler çıkar, filozof, bilim adamı, asker, politika adamı, sermayedar vb. olarak hakiki olan ne varsa bulur ve yaşarlar felsefesini kesinlikle gayri ahlaki, gayri politik toplumsallık olarak eleştiriyorum. Bunun uygarlık tarihinin yol açtığı ve kapitalist dönemin tüm topluma yutturmaya çalıştığı en büyük ahlaksızlaştırma ve politiksizleştirmenin ideolojisi olduğunu, daha doğrusu propaganda ile benimsetilen ve modernlik kılıfı giydirilen çağdaş mitolojik bir anlatım olduğunu söylemek istiyorum.
O halde daha da önem kazanan sorun şu olacaktır: Hakikati nerede ve nasıl bulmalıyız? Çok basit bir kuralı hatırlatarak cevabımı vermek isterim: Bir şeyi nerede kaybettiysen, ancak orada arayarak bulabilirsin. Yoksa başka yerlerde, tüm dünyayı araştırsan da bulamazsın. Çünkü yöntemi yanlıştır. Kaybettiğin yerde değil, başka yerde arama yöntemi sadece zaman ve enerji kaybettirir. Çağımızın hakikat araştırmalarını da bu örneğe benzetiyorum. Korkunç araştırma laboratuarlarına, fonlarına rağmen, varılan gerçekler belirttiğim gibi kriz ve acı yüklüdür. İnsanlığın peşinde koştuğu hakikatin bu olamayacağı açıktır. Cevabım sıkça tekrarımın tekrarı olacaktır. Hakikat ancak toplumsal olabilir. Uygarlık süreci ahlaki ve politik toplumu aşındırıp sömürü ve iktidar tekeline kapattıkça, toplumsal hakikat yitirilmiş demektir. Yitirilen, ahlak ve politik değerlerle birlikte yitirilmiştir. Tekrar bulmak istiyorsan, kaybettiğin yerde arayacaksın. Yani uygarlık ve moderniteye karşı ahlaki ve politik toplumu, onun gerçekliğini arayacaksın, bulacaksın. Bununla da yetinmeyeceksin; tanınmaz hale getirilen varoluşunu yeniden inşa edeceksin. O zaman göreceksin ki, tarih boyunca kaybettiğin altın değerindeki bütün hakikatleri tek tek buluyorsun. Bu temelde daha mutlu olacaksın. Bunun da ahlaki ve politik toplumdan geçtiğini anlayacaksın. Entelektüel alanı yeniden düzenlerken, görevler kapsamında bazı önerilerimi geliştirmeye çalışarak, eleştiriler temelinde ilkeler düzeyinde sunmak durumundayım:
1- Entelektüel çabalar, bilgi ve bilim çalışmaları toplumsal doğanın temel varoluş hali olan ahlaki ve politik toplum kapsamında geliştirilmelidir. Uygarlık tarihi boyunca kopulan ve gittikçe aşındırılan bu toplum gerçekliği, kapitalistin damgasını vurduğu modern çağla birlikte tamamen parçalanmış, çürümeye terk edilmiş ve yok olmanın eşiğine getirilmiştir.
2- O halde entelektüel çaba, bilgi ve bilim çalışmaları öncelikle bu gidişatı durdurmayı amaçlamak zorundadır. Çünkü yok edilen bir şeyin bilimi olamaz. Belki hatırası olabilir. Hatıra bilim değildir. Bilim yaşayan, var olanla ilgilidir. Bu durumdaki toplum tümüyle yok olmak istemiyorsa, kapitalistik moderniteye (tüm unsurlarıyla birlikte) direnmek zorundadır. Direniş artık varoluşla aynı düzlemde olup özdeştir. Entelektüel sermaye ve hamallık olarak değil, gerçek araştırıcının onuruyla yaşamak, ayakta kalmak isteniyorsa, entelektüelin tüm çabalarında hem direnişçi olması hem de araştırma unsurlarının direniş boyutlu olması kaçınılmazdır. Hem entelektüel hem de bilimi bu anlamda direnişçidir. Başka türlüsü ya kendini aldatmak ya da sermaye veya hamal kimliğini gizlemek olur.
3- Geliştirilen bilim öncelikle ‘sosyal bilim‘ olarak düzenlenmek zorundadır. Sosyal bilim tüm bilimlerin ana kraliçesi olarak kabul edilmek durumundadır. Ne Birinci Doğa ile ilgili diğer bilimler (fizik, astronomi, kimya, biyoloji) ne de İkinci Doğa‘yla ilgili diğer beceri bilgiler-bilimler (edebiyat, felsefe, sanat, ekonomi vb.) asla öncülük taiımaz; bunlar hakikatle anlamlı bağı kuramazlar. Her iki alan sosyal bilimle bağını ancak başarıyla kurabilirse hakikatten pay alabilir.
4- Sosyal bilimin ana konusu olarak ahlaki ve politik toplumu nesnel bir obje olarak değil, özne-nesne, biz-öteki, beden-ruh, tanrı-kul, ölü-canlı gibi insan algılama-sında derinleştirilmiş ve aralarına uçurumlar sokulmuş ikilemler olarak değil, bu ikilemleri aşan bir yöntemle araştırması esas olmalıdır. Farklılaşma evrenin yaşam tarzı olup, toplum doğasında da geçerliliği çok daha esnek, özgür ve yoğunlaşmış halde bulunan bir nitelemedir. Fakat bu farklılaşmayı uygarlık ve modernitenin tüm ideolojik yapılanmasının temeli haline getirilen özne-nesne düzeyine taşırmak, kesinlikle hem evrensel hem de toplumsal hakikatin yitirilmesi, parçalanması anlamına gelecektir.
5- Zirvesine Avrupa modernitesinde erişen, genelde bilimin özelde sosyal bilimin üzerinde yükseldiği bu nesnelliğin genel felsefesi olan ve halen tüm ciddetiyle devam eden pozitivizm, kapsamlı eleştiriler temelinde tarihin çöp sepetine atılmadan, anlamlı bir sosyal bilim paradigması (köklü anti-uygarlıkçı bilim felsefesi) geliştirilemez. Avrupa merkezli bilimin, özelikle sosyal bilimin çok parçalanmış ve hakikati yitirme tehlikesi de bulunsa, olumlu kazanımlarını ve hakikat paylarını anlamak ve özümsemek şarttır. Pozitivizm ne kadar eleştirilip aşılmak durumundaysa, açığa çıkarılmış hakikat paylarının özümsenmesi de o denli benimsenmek durumundadır. Hakikat araştırmasında toptan anti-Avrupacılık en az toptan Avrupacılık kadar olumsuz sonuçlara yol açabilir.
6- Her ne kadar postmodernizm denilen bu hakikat araştırmaları da pozitivizmi eleştirip Avrupa merkezli sosyal bilimi reddediyorlarsa da, bu yaklaşımların kolayca liberalize edilmesi ve daha anti-hakikatçi olan bir anti-Avrupacılık olarak biçim ka-zanması mümkündür. Sosyal bilimin kriz halinden yararlanarak bu postmodern araştırmalar toptan reddedilmese de, son derece eleştirel yaklaşmak önem taşır. Modernist pozitivizmin evrenselci, ilerlemeci, çizgisel yöntemi ve perspektifi ne denli saptırıcı ise, birçok postmodernistin aşırı göreci (izafi) döngüsel yöntemi de benzer sapmalara açıktır. Bu uçlara savrulmamak için bağlı kalınması gereken temel ilkeleri (sıralamaya çalıştığımız) iyi özümsemek şarttır. Krizli ortam neredeyse herkese göre bir hakikat yolu aramaya müsaittir ki, bu husus bile hakikat araştırmalarını kendi başına birçok yönden saptırabilir, boşa çıkarabilir.”