HABER MERKEZİ – 6 Şubat günü, sabahın erken saatlerinde Kürtdistan’da ve Türkiye’nin bazı şehirlerinde yüksek denebilecek şiddette bir deprem yaşandı. Can kaybının, şimdilik 18 bin civarı olduğu resmi olarak açıklanıyor. Depremler neden oluyor sorusunu sormayacağız çünkü doğal bir afettir ve ne zaman olacağını bilemeyiz ve olmasına engelde olamayız. Ancak, depremlerin vereceği can ve mal kaybını, alacağımız tedbirlerle önleyebiliriz.
Ne kader ne alın yazısı
Japonya, dünyada en şiddetli depremlerin olduğu bir ülke ama bir kişinin burnu bile kanamıyor bir ev bile yıkılmıyor ve kimse, öleceğiz korkusuyla yaşamıyor. Kapitalizmin maksimum kar hırsı, depremlerden kaynaklı insan kayıplarına yol açıyor. Depremler insanı öldürmez, binaların yıkılması ve enkaz altında kalmak insanı öldürür. Bu ne kaderdir ne de alın yazısıdır bu aslında bir cinayettir. Sorgulanmayan cinayet diyoruz buna. Binalar-apartmanlar yapılırken malzemeden çalmak ve kaliteli malzeme kullanmamak ve üstüne üstlük, çok katlı bina yapmak işte depremde kaybın nedenidir. Binalarda ince demir ve en kalitesiz çimento ve kum kullanıldığı barizce görünüyor. Çünkü binalar toprak gibi dökülüyor. Japonya’da 80 katlı gökdelenler sallanıyor, yollar ve köprüler bile sallanıyor deprem esnasında ama bir gökdelen bile yıkılmıyor ve kimse, buna kader ve alın yazısı demiyor.
Kapitalizmin kar hırsı insanı düşünmüyor, insan ihtiyaçları üzerinden kazanç sağlamayı hedefliyor. Çok ucuza imal edip çok pahalıya da satıyor. İstanbul’da boğazda oturanların yalıları, villaları hiç yıkılmıyor. Zenginlerin oturduğu binalar yıkılmıyor ama fakirlerin oturduğu binalar nasıl oluyorsa, kader kurbanı oluyorlar. Bu kader ve alın yazısı, zenginlerin yanına hiç uğramıyor, hep fakirleri kurban seçiyor. AKP-MHP faşizmi, bu ölümlerin birinci dereceden sorumlusudur. 1999 depreminde de onbinlerce insan hayatını kaybetti ve korkunç can ve mal kaybı oldu ama birileri bunu fırsat bilip, bundan rant elde ettiler. Depremin olmasını ve bundan kazanç elde etmesini isteyen birçok müteahhit var. Savaşların çıkmasından nemalanan silah tüccarları olduğu gibi, depremlerde de nemalanan çok inşaat şirketi var. Açıkçası, kar ve para kazanma hırsı, insanları insanlıktan çıkarmış. İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı diyoruz ama vahşi kapitalizmde insanın bir değeri olmadığını biliyoruz. Özellikle Türkiye’de bu durum daha çok geçerlidir. Bir depremden gerekli derslerin çıkarılması ve bir daha can ve mal kaybının olmaması gerekirken, Türkiye’de devleti yönetenler, sanki normal bir durummuş gibi davranıyorlar. Öyle ya, kendilerine bir şey olmuyor, kendileri zarar görmüyor, fakir halk zarar görüyor, buda onların umurlarında değil.
Türkiye’deki rejim halk düşmanı olduğunu açıkça gösterdi
Türkiye’deki rejimin ne kadar insan ve halk düşmanı olduğu bu depremde kendisini açıkça gösterdi. İnsanlar, günlerdir enkaz altındalar, aç ve barınaksızlar ama AFAD denilen kurtarma ekipleri ortada yok ve halkın kendi aralarında yaptıkları yardımları da engelliyorlar. Yurt dışından, banka havalesiyle gönderilen bireysel para yardımlarına da el koyuyorlarmış. Bazı cahiller, depremden ölenleri, ecelleri gelmiş onun için öldüler diyorlar. Bazı aptallarda, birileri bizim fay hatlarımızla oynuyorlar diyorlar. Yani utanmasalar, neredeyse, depremi dış güçler yaptı diyecekler, yoksa, birileri bizim fay hatlarımızla oynuyorlar demek ne anlama geliyor? Devleti, yönetenler, bunda kendi sorumluluklarını gizlemeye çalışıyorlar. Kendilerini eleştirenlere yönelik tehditkar bir dil kullanıyorlar. Deprem için toplanan milyarlarca dolar paralar nerede? Halk, deprem vergisi verdi ama paraların nerede olduğu bilinmiyor. Depremde, yardıma ihtiyaçları olanlara doğrudan yardımın yapılması gerekiyor. Çünkü devlet kurumlarına yapılan deprem yardımlarının yerine ulaşıp ulaşmadığı belli değil ve bunda muhakkak bir rant olur.
1999 büyük depreminde, Kızılay genel başkanının ne kadar büyük bir yolsuzluğun içine girdiği, verilen yardımların büyük bir bölümünü kendi zimmetine geçirdiği ve holding kurduğu ortaya çıktı. Türkiye’de demokrasinin olmaması, toplumu her yönden vuruyor. Türkiye’de demokrasi olsa, insana değer verilir ve evler-binalar kaliteli inşa edilir. Her şehirde yedek evlerin-binaların olması ve bu gibi durumlarda kullanıma açılması gerekiyor. Türkiye’deki rejimin nasıl bir rejim olduğu bu depremde daha netçe görüldü. RTE’nin yüzünü korku sarmış, morali bozuk, her an yargılanacakmış gibi bir korku emaresi yüzünde var. Halk, bu depreminde üstesinden gelir ama bir deprem başka depremlerinde habercisidir. Üç ay sonra, aynı depremin olmayacağının ve can ve mal kaybının olmayacağının garantisi yok. Bazı yerlerde yollar çökmüş ve yol yapımında kullanılan asfaltın 2-3-4 parmak olduğu tespit edilmiştir. Sanki yol asfaltla sıvanmış. Depremde evlerini kaybedenler ne yapacaklar, nerede yaşayacaklar ve devleti yönetenlerin bu konuda bir planları var mı?
Devleti yönetenler, eminim, yandaş inşaat şirketleriyle, bu depremde nasıl bir rant ve kazanç elde edeceklerini hesaplıyorlar. Bir musibet bin nasihattan daha iyidir sözü, şimdi daha çok geçerli hale gelmiştir. AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratmanın imkanları şimdi daha çok ortaya çıkmıştır. Bu depremde de, devletin halka hizmet eden bir araç olmadığı, zenginlere hizmet den bir aygıt olduğu netçe görüldü. Bu depremin verdiği zararlar, faşizmin kirli yüzünü bir kez daha gösterdi. Halklarımız, vahşi kapitalizmin kar hırsından kaynaklı cinayetlerini bir kadermiş gibi yaşamayacak ve bundan dolayı da ölmeyecek.
AKP-MHP faşizmiyle birlikte, bu vahşi kapitalist sistemin yok edilmesi olmazsa olmaz hale gelmiştir. Bu sömürü sistemi var olduğu sürece, rant siyaseti ve bundan kaynaklı ölümler ve kayıplar, zararlar bitmez. Öncelikle, halka zarar veren, sömüren bu vahşi kapitalist sistemin yok edilmesi gerekiyor. Bu sistem yok edilirse, insani ve demokratik bir düzen kurulursa bütün sorunlar çözülür. Bu sorunu, sadece bir deprem sorunu olarak ele alamayız. Çünkü depremler her ülkede bazen olan doğal afetlerdir. Deprem insan öldürmez, kalitesiz inşa edilmiş evlerin yıkılmasıyla insanlar ölürler. Bundan sadece o binaları yapanlar sorumlu değiller, o binaları denetlemeyen devlet yöneticileri de sorumludur. Aslında devlet yöneticileri dediğimiz kesimler doğrudan bu işlerin içindeler ve bu inşaatlara kendileri de ortaklar yada kârdan pay alıyorlar. Yani bütün bu sorunlar, çürümüş bir sistemin yarattığı vahim sonuçlardır. Öyle kötü bir rejim var ki Türkiye’de, bu kötü rejimin çöplüğünde organ mafyası bile türedi. Öyleyse, bu sistemi kökünden değiştirmemiz gerekiyor.
Kemal Söbe