HABER MERKEZİ- Bu yazı YJA- STAR Sitesinden alınmıştır…
DERSÎM DAĞLARINDAN GÜNEŞ’E
Yine güzel dağlarımızdayım. Doğuş mekânındayım. Öyle mutlu öyle huzur doluyum ki tüm sözcükler kifayetsiz şimdi. Yaşam: doğayla olunca bir başka yaşanıyor.
Kısa süreliğine şehirlere gitmek zorunda kaldım ama ruhumu dağlara emanet edip de gitmiştim.
Süveydam;
Uzun bir süre oldu size yüreğimde yaşadıklarımı anlatmayalı.
Belki kısa bir dörtlük açıklar ama ben sonra size uzun uzadıya anlatacağım size dair biriktirdiklerimi…
Ey Dêrsîm
Sen yüreğimde derin bir sevda
Sonu bitmeyen aşksın
Yaşam sınavında bilge ana
Koşulsuz çetin mücadelemsin
Zorluklar karşısında
Manevi gücümsün
Yüreğimdeki dehlizlere ışık
Tanımsız duygumsun.
Evet, Süveydam; anıları biriktiriyorum şuan. Dersim’e dair anıları. Yaşanmışlıklar bir bir gözümde canlanıyor. Ve hepsinde siz varsınız. Kendimi o kadar şanslı görüyorum ki; “beni seven kızlar yüzünü, Botan’a, Dêrsîm’e, Amed’e ve Zagros’a çevirsin” demiştiniz bir görüşme notunda. Şimdi bu sözünüzü daha iyi anlıyorum.
Süveydam;
Kendi topraklarından koparılan, köksüzleştirilmeye çalışılan, kimliksizleştirilmeye çalışılan bir halkın evlatlarıyız biz. Ve bugün mücadele ediyor, direniyorsak ancak ve ancak bu kendi toprakları üzerinde, kendi kökleri üzerine oldu mu başarıyı elde edebiliriz. Bizim kökümüz bu dağlarda. Seyit Rıza Dêrsîm isyanında şöyle bir söz kullanıyor: “ biz dağların anahtarını kaybettik’’ diyor. Çünkü biliyoruz ki Kürtler her başı sıkıştığında dağlar onların meskeni olmuş. Bende dağlarda ve sizin felsefenizle ‘kendim olma’ anahtarını buldum.
Bundandır Başkanım; dağlar da olmamıza rağmen özlüyoruz dağları, bu dağlardaki yaşanmışlıkları.
Yaşanmışlıklar kalıcı izler bırakıyor yürekte ve bellekte. Giriştiğimiz kavgaların pusulası oluyor dağlar.
Dağlar, bağrını açar bize, sarar kollar bizi. Geçit vermez, işgalcilerin korkulu rüyası olur. İşte bu yüzden özgür yaşam alanıdır dağlar.
Başkanım; Dêrsîm dağlarını dile getirmek istediğimde hep şu belirlemeniz geliyor aklıma “Dersîm dağları büyüleyici.” Gerçekten de Dêrsîm dağları insanı büyülüyor. İnsan içinde büyüleniyor, kendinden geçiyor. Bu kadar güzellik, ahenk, renklilik nasıl bir araya gelmiş demekten kendini alamıyor.
Her dağı taşı bir ziyarettir. Kırmanckide ziyaretlere “Jar” deniyor. Ve DÊrsîm’in toprağının çoğu kutsaldır. Bundan dolayı her dağın bir hikâyesi vardır. Bu hikâyeler Dêrsîmli’ler arasında sık sık bahsedilir. Çünkü bu dağlar inanç yerleridir, kültürleridir. Her dağın ayrı bir ismi vardır. Zel Ana, Düzgün Baba, Gola Xızır, Ana Fatma, Munzur Baba, Tujik Baba, Haydaran Dağları… Başkanım; sizde Haydaran Dağlarına ayak basmıştınız, gezmiştiniz. Burada yaşanan katliamları, acıları en derinden hissetmiştiniz. Sadece hisseden değil, bu acılara, soykırıma en büyük intikam cevabını özgürlük hareketimizle verdiniz. Yine dediğiniz gibi Dêrsîm’in en hayırlı evladı siz oldunuz.
Başkanım; sizin gezdiğiniz dağlarda, patikalarda bende gerillacılık yaptım. Bu bende müthiş bir heyecan, mutluluk, güç yarattı ve beni köklerimle buluşturdu. Bu güçle mücadeleye sıkı sıkı bağlandım. Her zaman sizin iyi bir militanınız olmaya çalıştım. Başkanım; size halk içinde efsaneleşen ve benimde çok etkilendiğim Munzur Babanın hikâyesini anlatmak istiyorum.
Bu hikâye Dersîm’in en güzel en sık ormanları olan Ovacık ilçesine bağlı Ziyaret köyü civarında yaşayan bir ağa ile Munzur isminde bir çobanın hikâyesidir.
Munzur’un ağası Hac zamanı Hacca gitmiş. Ağa Hac ’da iken Munzur bir gün ağanın eşinin yanına gelir ve:
-Hatun ağamın canı sıcak helva ister, helva yap götüreyim der.
Ağanın hanımı önce şaşırır sonra ’’herhalde çobanın canı helva yemek istiyor, kendisine helva yapayım da yesin” ’diyerek helvayı pişirir ve bir bohçanın içinde Munzur’a verir.
Munzur, göz açıp kapayıncaya kadar helvayı ağaya götürür. Ağa, Hacda Munzur’u görünce şaşırır, Munzur:
-“Ağam canın sıcak helva çekmişti. Sana helva getirdim’’ der. Ve elindeki bohçayı verir. Ağa bohçayı açar, sıcak helvayı görünce şaşırır. Munzur’a bir şey söylemek ister ancak, Munzur orada değildir.
Hacdan köyüne dönen ağayı köylüler topluca karşılamaya giderler. Munzur’da elindeki süt dolu bakraçla birlikte köylülerin arasında yürümeye başlar. Herkes ağaya yaklaşıp elini öpmek ister. Ağa, Munzur’u göstererek: “Asıl eli öpülecek Munzur’dur’’ der. Ve arkasındaki halk ile birlikte Munzur’a doğru koşar. Bunu gören Munzur panik içinde dağlara doğru koşmaya başlar. Bu koşma sırasında Munzur’un elindeki bakraçtaki süt etrafa dökülür ve döküldüğü her yerde süt gibi beyaz sular fışkırır. Munzur’da kayalarda kaybolur gider.
Bu hikâye, bize her ne kadar mitolojiyi andırsa da bizim tarihimizdir. Hikâyeler, bizde yaşadığımız mekâna ve zamana anlam vererek adım atmayı öğretir yani kültür oluşturur. Benim açımdan da bu efsane de anlatıldığı gibi Munzur gözelerinin ve dağlarının kutsallığı anlam yüklendiği takdirde yaşanılır. Munzur gibi bağlı, dürüst, inançlı ve saygınca…