HABER MERKEZİ – Sabiha: Biyografisini yazan Güven Uluköse’ye göre Sabiha 1913’te Bursa’da doğdu. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Abisi ile birlikte yaşarken M. Kemal’in Bursa ziyaretinde kendisiyle tanıştı. Tarih 1925’ti. Yani Sabiha 12 yaşındaydı. “Anne ve babanı kaybetmişsin, seni evlat edinirsem benimle birlikte Ankara’ya gelir misin? Okuma işin de hallolur, okuyup memleketine ve insanlığa yararlı olursun. Evini aileni aramayacaksın, bundan sonra ben senin baban olacağım. Her şeyini bana anlatacak, soracaksın” diyen M. Kemal, Sabiha’yı evlat edinip kendi yanına Ankara’ya götürür.
Önce yeni yaşamının kuralları olan sofra adabı, nasıl yemek yenileceği, konuklarla ilgilenme biçimi, giysi seçiminin ne olması gerektiği gibi şeyler öğretildi. Yeni “Modern” Türkiye’nin örnek kızlarından biri olacaksa bu ritüelleri öğrenmeliydi. 14 yaşındayken İstanbul’a yatılı okula yollandı. Önce Arnavut köy kız kolejine, sonra Üsküdar Amerikan kız kolejine kaydı yapıldı. Yakalandığı hastalığı nedeniyle öğrenimi sık sık aksıyordu. Yurt içi ve yurt dışında tedavisi yapıldı. Ve bu süreçler içersinde yabancı dil öğrendi. Her adımının ne olması gerektiğini M. Kemal önceden tasarlamıştı. Onun yakın gözetimindeydi yaşamı. Tercihlerini kendisinin belirlediğini ifade etse de asıl yönlendirici güç M. Kemal’di. Sabiha’nın biyografisinde de sürecin bu şekilde geliştiğini gösteren ipuçları çoktur. Burada bir parantez açıp Sabiha’nın yaşam öyküsüne dair ciddi bir iddiayı hatırlatmak gerekiyor. Bu iddia ki Hrant Dink’in katledilmesine yol açmıştır. Hrant’ın katledilmeden önce getirdiği iddiaya göre Sabiha, aslında 1915 soykırımında ailesini yitirmiş, evlatlık olarak bir başka aileye verilmiş yetim bir Ermeni kızdır. Tarihsel olarak ele alındığında Sabiha’nın 1915’te iki yaşında olduğu görülüyor. Bu yaştaki bir çocuğun çok fazla bir şeyi hatırlaması düşünülemez. Türk devlet geleneğinde de devşirme olgusu biliniyor. Yeniçerileri böyle oluşturmuşlardı. Hıristiyan çocuklar küçük yaşlarda ailelerinden koparılıyor, önce müslümanlaştırılıyor, sonra devletin vurucu gücü haline getiriliyordu. Özcesi bu devletin geleneği böylesi uygulamalara yabancı değildi. Sabiha’nın yaşadığı süreçler ve ona biçilen misyon devşirme uygulamalarını çağrıştırıyor. Hrant Dink’in bu iddiayı dile getirmesine en üst düzeyde devletin tepki vermesi, Hrant’ın önce manşetler vasıtasıyla, sonra direkt tehditle, peşi sıra canına kastedilerek “cezalandırılması” adeta ölümcül bir sırrı ifşa eden birine yönelik uygulama olarak okumak yerinde olur. Gözardı edilmemesi gereken bu parantezi kapattıktan sonra gelelim Sabiha’nın havacılıkla tanışmasına.
Havacılık okulu
M. Kemal 3 Mayıs 1935’te Türk Hava Kurumu bünyesinde açılışı yapılan sivil havacılık okulu törenine yanında Sabiha ile gider. İlk açılan okul planör okuludur. Sabiha kendisindeki havacılık merakının ilk olarak bu törende geliştiğini, karşılaştıklarından çok etkilendiğini ve bu okulun bir parçası olma isteğinin uyandığını belirtiyor. Ve tabi ki tahmin edileceği üzere gerekli işlemler kısa sürede yapılıyor. Sabiha bu okulun ilk kız öğrencisi oluyor. Tarihi yeniden hatırlayalım. 3 Mayıs 1935. Sabiha’nın kendi anlatımlarından öğreniyoruz ki o âna kadar kafasında havacılığa ilişkin bir tasarım yok. Ve M. Kemal Sabiha’yı bu açılışa götürüyor. Altı ay öncesine dönelim. Tarih Aralık 1934 soyadı kanunu çıkmış ve herkese bir soyadı veriliyor. Yer Çankaya sofrası. M. Kemal şunları söylüyor. “Sabiha’ya bir soyadı bulmamız gerekiyor.” Bir süre düşünür gibi yapar ve ardından “Gökçen, göklerin kızı anlamına geliyor.” der. Ve her ne hikmetse 6 ay sonra Sabiha sivil havacılık okulunun açılış törenine götürülüyor, havacılığa özendirilerek bu okula kaydı yaptırılıyor. Peşi sıra M. Kemal’in telkinleri sürüyor. “Sabiha, planörcülüğün yüksek eğitimini yaparak bu alanda öğretmen olmak istemez misin? Böylece hem kendin yetişmiş olacaksın, hem de gençlerimizi benim isteğim doğrultusunda havacı olarak yetiştireceksin. Türk hava kurumu hesabına Rusya’da eğitim görecek ve yurda öğretmen olarak döneceksin. Atatürk’ün kızı, göklerin de kızı olacaktır.” Bu telkinlerin ardından Sabiha eğitim için Rusya’ya gidip döner. Bu âna kadar Sabiha sivil bir havacıdır. Ve bu alanda aldığı eğitim sonucu tek başına uçabilecek düzeye gelir. M. Kemal artık Sabiha’yı aslında nasıl bir görev için düşündüğünü açıklama zamanının geldiğine kani olmuş olacak ki Sabiha’yı karşısına alır, ellerini tutarak şunları söyler “Teşekkür ederim Gökçen, beni çok mutlu ettin. Şimdi artık senin için planladığım şeyi açıklayabilirim. Belki de dünyadaki ilk asker pilot yapacaksın. Bir Türk kızının askeri pilot olması ne iftihar edici bir olaydır, tahmin ediyorsun değil mi? Şimdi derhal harekete geçerek seni Eskişehir Teyyare okuluna göndereceğim. Orada özel bir eğitim göreceksin.” Kendisine “Gökçen” yani göklerin kızı soy ismi verildiğinde, aklında havacılıkla ilgili hiçbir şey olamayan Sabiha da, önce sivil havacı, ardında askeri pilot olma aşkıyla yanıp tutuşmaya başlar. Sabiha 1936-1937’de on bir ay sürecek eğitimine Eskişehir’de başlar. 1. Tayyare Alayına tayin edilir. Savaş uçakları ile uçuşlar yapar, pratik deneyim kazanır. M. Kemal’in kendisini bir savaş pilotu olarak görmek istediğine dair ısrarlı söylemlerinden oldukça etkilenen Sabiha’da hem bu yönlü istek gelişir, hem de M. Kemal’in beklentilerine yanıt olmak ister.
‘Dersim harekatı’nda bir “gönüllü asker”
1937’nin ilkbaharında Eskişehir’den Dersim harekatına katılmak için bir havacı bölüğünün bölgeye gideceği belli olunca, biyografi yazarının anlatımına göre Sabiha da bu harekata katılmak ister. M. Kemal’den onay alması gerektiği söylenir. M. Kemal her nedense bunu bekliyor gibidir. Derhal genel kurmay başkanı Fevzi Çakmak ile konuşur. Yazılı izin belgesini alır. Böyle bir izin belgesine ihtiyaç duyulmasının sebepleri vardır. Sabiha 30 Ağustos 1937’de mezun olup diplomasını alabilecektir. Özcesi Dersim’i bombaladığında henüz havacı öğrencidir ve genel kurmayın onayıyla “gönüllü asker” sıfatıyla harekata katılımı sağlanmıştır. M. Kemal bu teknik ayarlamaları hallettikten sonra yanında taşıdığı Smith Wesson markalı tabancayı Sabiha’ya verir.Aynı gece Çankaya sofrasının diğer katılımcılarına bu konuyu açan M. Kemal şunları söyler. “Bizim Gökçen yarın sabah uçağıyla Dersim harekatına katılacak. O artık bir genç kız değil, bir askerdir. Yetiştiği ocakta böyle hallerde göreve koşması öğretildi. O halde, şafakla beraber Dersim harekatına katılacak.” Görüldüğü gibi ilk evlat edilişinden sonra, adeta hamur gibi yoğrularak Sabiha’ya yeni bir şekil verilmiştir. Ne öğretilmişse onu yaşamış, ona koşmuştur. Değerli Rakel Dink’in masum bir bebekten bir katil yaratan zihniyete vurgu yaptığı sözlerini anmadan geçmek olmaz. Sabiha’nın özgünlüğünü gösterebilmek açısından şu hususu da belirtmek yerinde olur. Sabiha, kadın savaş pilotu olarak bir istisnaydı. Türkiye’de daha uzun yıllar kadınların harp okullarına askeri pilot okullarına girmelerine kapı açılmayacaktı.
‘Hedef doğrudan Dersim’di’
Sabiha 1 Mayıs 1937’de Elazığ’a gitti. Kendisini karşılayanların başında Dersim katliamcılarının önde gelen sorumlularından Abdullah Alpdoğan vardı. Haziran başına kadar harekat sürdü. Sabiha Gökçen 1. Teyyare Alayı 2. Bölüğünde yer alarak harekata katıldı. Sabiha o süreci şöyle anlatır. “O zaman orduda çalışıyordum. Bulunduğum bölük bu işte görevlendirilmişti. Dersim’e gittik, havalanmadan önce ne yapacağımızı biliyorduk. Hedef doğrudan Dersim’di. Kullanılan uçaklar iki kişilik açık bombardıman uçaklarıydı. Uçaklarda iki kişilik yer vardı, pilotun arkasında oturan keşif yapar, makineli tüfek kullanır, gerekirse bomba atardı.” Harekete geçecekleri gün alay komutanları tümene hitap eden bir konuşma yapar. “Bugün sizi genç cumhuriyetimizin en şerefli vazifelerinden biri bekliyor. Bu cumhuriyete ve Türk ulusuna, onun mutluluğuna, aydınlığına kastedenlerle çarpışacaksınız. Bunun idrakı içinde olduğunuzu memnuniyetle görüyorum.” Dersim direnişi kanlı bir kırıma uğratılınca Sabiha vazifesini başarıyla tamamlamış olduğu düşüncesiyle M. Kemal’in yanına gider ve ellerini öper. M. Kemal’in o günkü sözleri, Kürde karşı 90 yıldır söylenen devletçi sözlerin ta kendisidir. “Seninle iftihar ediyorum Gökçen! Yalnız bir değil, bu olayı çok yakından izleyen bütün Türk ulusu iftihar ediyor. Bilinmelidir ki herhangi bir ayaklanma değil, en büyük ayaklanmalar, en büyük istila planları memleketimizi ve ulusumuzu bölemeyecektir. Türkiye Cumhuriyetine, Türk ulusunun mutluluğuna kast edenler hüsrana uğrayacaklar, hareketlerinin cezasını en ağır biçimde ödeyeceklerdir.”
Madalya ile ödüllendirilir
İsmet İnönü de Sabiha Gökçen’i ilk kutlayanlardandır. “Seni yürekten kutlarım Gökçen kızım. Çalışmalarını, cesaretini ve başarılarını yakından takip ediyorum. Sen savaş boyunca bize cephane taşıyan Türk kadınlarından birisin. Onlar bu işi yerde yaptılar, sen gökte yapacaksın.” Övgü yarışı bitmek bilmez. Behçet Kemal Çağlar dergideki yazısına “Türk kızı, gök kızı, Atatürk’ün kızı” başlığını atar. Yunus Nadi, Sabiha Gökçen’i sadece vatanperver bir Türk Kadını olarak değil Türk gençliğine bir örnek olarak gösterir. Peş peşe yapılan bu övgülerde Sabiha bir kahraman düzeyine çıkarılır ama nedenini kimse bilemez. Gazeteler ardı ardına Sabiha’nın kahramanlığından söz eder ama bu kahramanlığın ne olduğu nerede yaşandığı bir süre sır gibi gizlenir. Ta ki İnönü’nün mecliste Dersim harekatından ve Sabiha Gökçen’in buradaki rolünden bahsettiği konuşmasına kadar. Gazeteler “ayaklanmayı sona erdiren nihai bombayı Sabiha’nın attığını” köpürterek anlatmaya başlar. Sabiha yeni Türk ulus devletinin iç ve dış dünyaya sunduğu bir rol modeli oluyor. Dersim’de yapılan bombardımandaki rolünden ötürü Sabiha 28 Mayıs 1937’de Türk hava kurumunda düzenlenen törende madalya ile ödüllendirilir. Madalyayı bizzat Başbakan İnönü takar. Sabiha Gökçen’in teşekkür konuşmasında dile getirilen şu hususlar dikkat çekicidir. “Son günlerde bazı askeri vazifelerin ifasına, benim de gönüllü asker olarak iştirakimi kabul ederek bana değerli tecrübeler edinmek fırsatını bağışlayan Genel Kurmay başkanına şükranlarım pek büyüktür.” Tecrübe edinme fırsatı olarak değerlendiriyor bu süreci Sabiha. Öylesine ruhsuz, öylesine duygusuz.
Katliamın sembolleştirilen figüranı
Sabiha, katıldığı bu harekatın kendisini dünyanın ilk kadın savaş pilotu yapan olay olduğunu söyler. Ama orada neler yaşandığından hiç bahsetmez. Dersim’de tanık olduklarını, nedenlerini ve sonuçlarını hiçbir yerde anlatmaz. Bu konuda, yaşadıklarını anlatırken sıra Dersim’e geldiğinde susan ve “hayatımın bu bölümünü anlatmaktan imtina ediyorum” diyen havacı general Muhsin Batur’u anımsatır. Sadece birkaç açıklama ile yetinir Sabiha. “Harekat sırasında halktan ölenler olmadı. Önce keşif uçuşları yapılıyordu. Zararlı kişilerin nerde olduğu biliniyordu. Çoluk çocuk olan yerleri tahrip etmek insanlık dışı olurdu. Böyle bir şey olmamıştır. Ufak bir azınlığın ayaklanması neticesinde bu harekata gerek duyulmuştu. Ve kısa zamanda önlendi. insanlar yaşadıkları yerlerden daha iyi bir yaşama kavuşmaları için başka yerlere yerleştirildiler. Atatürk’ün gayesi, daha insanca yaşamalarıydı.” 1972 yılında genel kurmay başkanlığı tarafından yayınlanan “TC’de ayaklanmalar 1924-1938” adlı yazıda Sabiha Gökçen’e şu şekilde yer veriliyor. “Sabiha Gökçen hanım’ın attığı 50 kiloluk bir bombanın Keçikezen köyünden Kuzeye doğru kaçan asi grubuna oldukça ağır zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden anlaşılıyordu.” Yazılan yazılmayan kim bilir daha neler mevcuttur. Sabiha, Mart 2001’e kadar yaşadı, 88 yaşında öldü. Cebeci şehitliğine gömüldü. Ölmeden kısa bir süre önce adını taşıyan bir hava alanı İstanbul Anadolu yakasında, Ocak 2005’de hizmete açıldı. Kürtler ne hisseder düşünülmeden ya da sırf Kürde bir şeyleri hep hissettirebilmek için! Aksi taktirde Kürt katliamlarında başrolü oynayanların isimleri tam da o yerlerdeki kışlalara, yurtlara, okul ve sokaklara verilir miydi? Sabiha Dersim’deki fiziki katliam sürecinin öne çıkarılıp sembolleştirilen figüranlarından biridir. Sabiha’da vücut buldurulmaya çalışılan, kapsamlı bir soykırım zihniyetidir. O zihniyeti sondajla açığa çıkarıp mahkum etmek gerekiyor. Aslolan da budur.