HABER MERKEZİ
“Devlet tecavüz eder mi” sorusuyla başlayalım. Toplumsal tarih açısından yakın olan 1970’li yıllara döneceğim. Yaşadığımız ülke baskı artırılarak sosyal yaşamdan, iş yaşamından çekilmeye zorlanıyorlar.
Ne zaman ekonomik açmazlar başlıyor ve toplumsal muhalefet büyüyor o zaman devletin hazır kuvvet darbesi ortaya çıkıyor. 27 Mayıs, 12 Mart gibi daha önceki darbelerde işkenceler kaba dayak, mahrum etme olarak anlatılırken, 12 Eylül darbesinde devlet profesyonel işkence yöntemlerini uyguladı.
12 Eylül 1980 darbesinde bir milyon kişi gözaltı, tutuklama ve işkenceye maruz kaldı. Serbest kaldıktan sonra bile insanlar travmayı atlatamadı, uzun yıllar bu konuda konuşmadı. Diyarbakır Cezaevi İşkenceyle Yüzleşme Komisyonu askıya alma, falaka, elektrik ve tecavüz gibi işkence yöntemleri raporladı. Faşizm, kadın erkek ayrımı yapmadan çeşitli araçlarla tecavüzü uyguladı. Bu konuda çıkan ilk kitap Mamak Cezaevi’nde 9 yıl tutuklu kalan Pamuk Yıldız’ın “O Hep Aklımda” adlı kitabıdır. Bir başka tanıklık ise Elazığ’da tutuklanıp Diyarbakır zindanlarına atılan Sakine Cansız’ın “Hep Kavgaydı Yaşamım” biyografi kitabıdır. Büyük bir cesaretle suskunluklarını bozan bu iki kadın, işkenceleri en açık biçimiyle anlatırlar kitaplarında. Sakine Cansız, gözaltındaki sorgusunda bir odaya götürüldüğünü, odada yerde bir döşek serili olduğunu, sorgucunun “Konuşmazsan sana tecavüz edeceğim” dediğini; bunun karşısında kendisinin “Sizin bu ataerkil erkek zihniyeti ile yapacağınız tecavüz beni korkutmuyor” diyerek dik duruşunu dile getirir. Bu tavrı karşısında bağırıp çağırarak korkutmaya, sindirmeye çalışan, güç, devlet, iktidar sahibi olduğunu ispatlamaya çalışan ‘erkek’lerin Sakine’nin duruşu karşısında iktidar olamadıklarının, ne kadar güçsüzleştiklerinin ifadesidir. “Hep Kavgaydı Yaşamım” kitabının tam da bu nedenle yasaklandığını düşünüyorum. Bu kadınların anlatımları kadınları tecavüzler karşısında güçlendiren, bunun aşılması gereken, biz kadınların günahı, ayıbı, suçu olmadığını gösteren iyi birer örnektir.
Elbette Mamak, Metris ve Diyarbakır Cezaevleri bu konudaki en önemli cezaevleriydi. Buralarda sadece kadınlara tecavüz edilmedi. MHP’li Yaşar Okuyan, (ANAP döneminde çalışma bakanı olmuştu) Mamak Cezaevindeki işkenceleri anlatırken “Erkeklerin soyunmaları istenirdi. Eğilin denilerek copla veya arkasına başka bir arkadaşını geçirerek tecavüz ettirdiler” der. Bundan şunu anlıyoruz ki tecavüz, cop sokma, şişeye oturtma, kırık şişe kullanma gibi yöntemler erkeklere yönelik de çok yaygın kullanılan işkencelerdi. Hatta “Ben Mamak Cezaevinde ‘Tecavüz Timi’ kurulduğunu biliyorum” diyor Yaşar Okuyan. Ama maalesef bu konuda erkekler henüz konuşmuyorlar. Bu ‘Tecavüz Timi’nin varlığı bir başka şeyi gösteriyor ki bütün erkekler tecavüzcü değil ve olamıyor. Erkeklere dönük tecavüzler işkence raporlarına girdi ancak hep ikinci, üçüncü şahıslara yapılmış gibi anlatımlarla. Açıkça yazılanlar, anlatımlar yok mu? Elbette var ama ‘erkek’ olma halini aşıp kendini deşifre eden yok. Çok mu gerekli diyeceksiniz! Evet gerekiyor. Bu sorunun artık kadının sorunu olmaktan çıkıp, ‘erkek’ olmanın da sorunu olduğunun bilince çıkarılması açısından gerekli. Elbette ki bu mücadeleyi kadınların tek başına yürütmesi beklenemez. Erkeklerin katılımı hayati önem taşımaktadır.
Şimdi gelelim günümüz sorunu olarak ‘tecavüz’e. 15 Temmuz darbesiyle birlikte Fetöcü olarak adlandırılarak gözaltına alınan ve tutuklananlarla birlikte gözaltı sürecinde tecavüzün yeniden sorgulama ve işkence yöntemi olarak kullanıldığı gündeme geldi. Fetöcü olarak yaklaşık 40 bin kişi gözaltına alındı, 100 binin üzerinde kişi işinden atıldı. Bu durumun sadece bu gözaltı ve tutuklamalarla sınırlı kalmayacağı ve artarak devam edeceğini de yaşayarak görüyoruz. “Tanrının lütfu” olduğu dile getirilen bu darbenin tam da içte ve dışta izlediği sürekli savrulan ve değişen, akıl almaz politikalardaki sonuçsuzluk, yanlış tercihlerle AKP hükümetinin sıkıştığı bir zamana denk gelmesi ne tesadüf! “İşkenceye sıfır tolerans” savıyla iktidar olan AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın darbe sonrasındaki açıklamaları “FETÖ’cülere asla acımayacağız, merhamet etmeyeceğiz” sözleri her türlü işkencenin önünü açan bir yerdedir. Şimdiye kadar Uluslararası Af Örgütü ve insan hakları derneklerinin raporlaştırdığı, basına yansıyan çok sayıda tecavüz iddiası mevcut. Uluslararası Af Örgütü, “Darbe girişiminin ardından gözaltına alınanların dövüldüğüne, işkence yapıldığına, tecavüz edildiğine ilişkin güvenilir kanıtlarımız var.” demiştir. Bundan şunu anlıyoruz polis ve ordu, yani asker, devletin güvenlik kurumlarıysa ve tutuklular ve gözaltındakiler devletin elindeyse o zaman bu tecavüzler de o devletin denetiminde gerçekleşiyor demek hiçte yanlış olmaz. Her ne kadar Adalet Bakanı inkar etse de bu gerçeğin üzerini örtemiyor.
Cinsel saldırıya maruz kaldıklarını belir- tenlerin çoğunun asker, polis gibi devletin iktidar olmasının temeli olan kolluk kuvvetlerinden olmaları da önemli. Şimdiye kadar birlikte eğitildikleri, savaşa gittikleri, aynı koğuşta kaldıkları, aynı masada yemek yedikleri, dertleştikleri, rütbelerinden dolayı selama durdukları arkadaşlarına da yeri geldiğinde tecavüz ettiklerini görüyoruz. Kendilerinin de daha önce bilerek isteyerek uyguladıkları işkenceler şimdi kendilerine döndü. Bu yapılanları daha önce de kendileri başkalarına yapmışlardı. Bu şunu gösteriyor ki tecavüz tarihten gelen ve öğrenilen istisnasız herkese yönelik bir tehdittir. Bu tür işkence ve tecavüzlerin onaylanması insan haklarına aykırıdır ve her kime uygulanırsa uygulansın suçtur. Devletlerin bu konuda sicili hiçte iyi değil. Sadece kendi ülkemizden de söz etmiyorum. ‘Haydari Kampı’ adlı kitapta anlatılanlarda da, İsrail cezaevle rinde, Ebu Garip Cezaevi’nde kadın ve erkeklere yönelik temel işkence metodu olarak tecavüzü görüyoruz. Bu da tecavüzün iktidar olmanın, iktidarını korumanın aracı olarak kullanıldığını gösteriyor.
Gülistan Aydoğdu