HABER MERKEZİ- İskan Amed’in Kaleminden:
DEVLETİ VE İKTİDARI SAVUNMAK AHLAK YİTİMİDİR.-II
DEVLETİ VE İKTİDARI SAVUNMAK AHLAK YİTİMİDİR.- I – Nûçe Ciwan (nuceciwan132.xyz)
“Hz. Muhammed, bu canavara karşı ümmet örgütlenmesi ile ortaya çıkar. Tüm yaşamı boyunca bu canavarın karşısında en net duruşu sergileyenler arasındadır. Uygarlığı var eden her şeyi haram görür. Ezilenlerin ve yoksulların safında yer alır. Uygarlığın bütün yaşamsal damarlarını kesmenin mücadelesini yürütür. Biriktirmekten, fazla mal mülk elde etmekten, kölelikten adeta tiksinir. Bütün varlığı ile canavarın tehlikelerine karşı insanlığı uyarmaya çalışır. Emsali hadisinde ayan olduğu gibi, canavarın gerçekliğini tüm çıplaklığı ile ortaya koyar: ‘İnsanoğlu kendi midesinden daha kötü bir kap doldurmadı.’ Bu Hadis aynı zamanda canavarın, insanın midesine doldurduklarını kusması gerektiğini ifade eder. Yani insanlığı midesini yıkamaya çağırır. Ama ona inanan müminler de iktidar şehvetine kapılır ve oluşturmak istediği demokratik özgür ümmeti saltanatın cenderesi içine alırlar.
Bu büyük peygambersel çıkışlar aynı zamanda büyük ihanetlere uğramıştır. Günümüz kapitalist modernite canavarlarının solucanlarından Trump’ın İncil’i, Netenyahu’nun Tevrat’ı, Erdoğan’ın Kuran’ı ellerinden düşürmemesi bu büyük ihanetin birer izdüşümlerini temsil etmelerinden kaynağını almaktadır. Kitapları ellerine almalarının nedeni inanç değil açgözlülüklerinin peşinden gitmeleridir. Modernitenin temsilcilerinin zihniyeti için bütün kutsallar ve değerler canavarı beslemek için ancak av olabilir. Direnenlerin düşüncelerini ve ruh dünyalarını bile çıkarlarına devşirmede ve insanların inançlarını suistimal etmede uygarlığın katıksız çocukları olduklarını görüyoruz. Çünkü onlar canavarın kendilerine sağladığı güçle sarhoş olmuş ve milyarlarca insanı tapındıkları bir avuç zenginin işçisi, açlık çekeni, yoksulu haline getirirler. Belki de olayın en trajik yönü devletçi-iktidarcı uygarlığı bu milyarlarca insanın fanatikleşerek savunmasıdır. Kendi mezar kazıcılarını savunduklarının ise farkında bile değiller. Zihinlere işlenen ezberlerle yaşanan gönüllü kulluk bu olsa gerek.
Tüm bu uyku haline rağmen demokratik direniş geleneği bir hakikat yoludur. Önder Abdullah Öcalan, uygarlık güçlerinin tüm maskelerini düşürmüş, devletçi-iktidarcı zihniyetin ahlaksızlığını bütün yönleri ile ortaya koymuştur. Ayrıca tarihsel-toplumsal çözümleme gücü ile insanlığın devletsiz ve iktidarsız yaşayabileceği ahlaki politik toplum paradigmasını demokratik konfederalizm sistemine dönüştürmüştür.
Evrende, doğada, yaşamda hiçbir gerçeklik tesadüflerle izah edilemez. Yazılmış olduğu gibi, “tesadüfler ki tesadüfi değildir.” Uygarlığın ilk çıkış anında karşılarına dikilen Kürtlerin ataları, Gutiler, Huriler, Kassitler, Mitaniler ve Medlerdi. Canavarın kapitalist moderniteye büründüğü son halinin karşısına yine onların evlatlarının çıkması bir tesadüf olmasa gerek. Bu direniş aynı zamanda tarih boyunca devletçi-iktidarcı uygarlığa karşı mücadele edenlerin özlemlerine, hayallerine sahip çıkılması ve ahlarının yerde kalmaması demektir.
Uygarlığın son hali olan kapitalizm son bir asırdır tüm emperyal ve faşist odakları ile Kürt halkına bir ittifak halinde saldırmaktadır. Elbette bu düşmanlığın nedenselliği kısmen değindiğimiz derin tarihsel-toplumsal kodlarda gizlidir. Kürt halkı 15 Ağustos 1984 tarihinden günümüze kadar devrimci halk savaşı stratejisi ile uygarlık güçlerinin her türlü silahı ile donattığı Türk devletinin soykırım saldırılarına karşı varlık savaşı vermektedir.
Kürt halkına uygulanan vahşet belki de güneşin etrafında dönen dünyada görülmemiştir. Ahlakın karşısına çıkarılan, ama özünde daima güçlüleri savunan kapitalizmin hukuk tarihinde bile Önder APO üzerinde uygulanan tecridin bir benzerine tanık dahi olunmamıştır. Ezidi halkımıza yönelik katliamın yıl dönümünde DAİŞ denen mikrop saltanatçılarının yaptığı zulümleri bir kez daha insanlığımızdan utanarak hatırladık. Yine Kürt halkının binlerce yıllık kadim kültüründen süzülen dansını oynadıkları için gençler gözaltına alınıp hapislere dolduruluyor. Eğer Kürt halkının dansına illaki bir suç yaftası arıyorlarsa biz buna onurla uygarlığa ve onun tüm maskeleri ile zırhlarına karşı genel bir reddiye diyebiliriz. Yine Kürt şehirlerinde caddelere yazılan iki kelime Kürtçe yazının silinmesi dil ve kültür düşmanlıklarının ulaştığı boyutları gözler önüne sermiştir.
Bilgeler devlet ve iktidarı tek bir parçasından kendini tekrar oluşturan solucana benzetmişlerdir. Bu solucanın ahlaksız bir biçimde beslendiğine ise daima dikkatleri çekmişlerdir. Bu solucan yaşama karşı savaşarak kendisini var etmeye çalışıyor. Günümüzde insanlığa yaşattığı felaketler gün gibi ortadadır. İnsan hiçbir çağda bu kadar düşürülmedi ve hiçleştirilmedi. Bu solucanın en büyük meziyeti ise milyonlarca yıllık insan yaşamının çok ufak bir zaman kesitine sahip olmasına rağmen her gün öldürerek kendisini var ettiği yaşamın onsuz olamayacağına dönük büyük yalanı ve aldatmacasıdır.
Devleti ve iktidarı fanatikçe savunan insanlar adeta Davut peygamberin mezmurlarında betimlediği putlara benzemektedir. ‘Oysa onların putları altın ve gümüşten yapılmış. İnsan elinin eseridir. Ağızları var konuşmazlar. Gözleri var görmezler. Kulakları var duymazlar. Burunları var koku almazlar. Elleri var hissetmezler. Ayakları var yürümezler. Boğazlarından ses çıkmaz. Onları yapan, onlara güvenen herkes onlar gibi olacak.’ Adeta Davut peygamber de iktidarın şerbetinden içtiği için yarattıkları insan tipinin özelliklerini dile getirmiştir.
Kapitalist modernite ve mevcut dinler gerçekliğine karşı peygambersel bir edayla savaşan Friedrich Nietzsche’nin ‘yaşam görevi’ olarak önümüze koyduğu gerçeklik, öğrendiklerimizin, yeteneklerimizin, becerilerimizin, arzularımızın bize işaret ettiği yönde ilerleyerek kendimiz için bir şeyler yapmış olacağımızı ifade eder. Yani kapitalist modernitenin yaşamımızı yok eden iktidarına karşı kendimize bir yaşam görevi vermemiz bu mücadelede bizi teşvik edecek ve rehberlik yapacaktır.
Özcesi hakikati keşfetmediğimiz sürece acılarımızın ve sorunlarımızın cenderesinden çıkamayacağız. Yani ya bir avuç yaşam hırsızı olan elit, obur, açgözlü zümrenin basit birer piyonu ve devletçi-iktidarcı canavarlarının ahlakını yitiren destekçisi ve savunucusu olacağız. Ya da yaşamı her yönü ile kimlikten paraya, diplomadan pasaporta kadar kağıt parçasına ve çiplere indirgeyen bu sistemin bütün kağıt parçalarını ve çiplerini şevkle, şölenle ve büyük bir arzu ile ateşe vereceğiz.
Hakikat ve ahlak, kanlarında en küçük bir kir dahi bırakmayanların yoludur. Zap dağlarında kapitalist modernitenin uçaklarına, helikopterlerine, tanklarına, kimyasal silahlarına, taktik nükleer bombalarına, ihanetçilerine, paralı askerlerine karşı çıplak iradeleri ile karşı duran gencecik gerillaların duruşu bize bu yolun nasıl yürünmesi gerektiğinin bilinci olmaktadır. Gerilla direnişi tüm insanlığın önünde yaşam görevinin haritası ve kılavuzudur.”