HABER MERKEZİ –
“Bir köşeye çekilip kendimi hüznün içine sıkıştırarak değil, tüm yüreklerde bir çığlık olup akmak istiyorum. Adımın geçtiği her yerde bir ilkbahar mevsimi olmak ve bin bir renkte çiçekler açmak istiyorum. Bu sessizlik bana göre değil. Paldır, küldür olmalı gülüşüm. Meskenim taştan, duvardan değil hiçbir şeyden olmalı.
Bir yerde bir mevsimden fazla kalmamalıyım. Doğan günün heyecanı ile fırlamalıyım uykudan. Bir matem havasında değil, koşar adım gitmeliyim sonsuzluğa.
Bir de benden önce gidenler var. Büyük bir boşluk bırakarak gidenler. Onlara dair çok şey yazmak isterdim bu sayfalara ama yazamıyorum. Hiçbir sözcüğün gidenleri anlatacağına inanmıyorum. Bu sayfaya çok şey yazmak isterdim ama dedim ya gidenler zaten yazılması gerekilen şeyleri yazarak gitmişlerdir. Onlar sanki benim kalbimi yol yapıp oradan geçiyorlar. Yola ise hüzün ve mutluluk arası bir sıkışma kalıyor. Kimseye ne kal diyebiliyorsun ne de git, ikisi de çok zor geliyor bana. İkisi de sancılı. Giden bir kere gitmeye karar vermişse yüreği artık durmaz buralarda. Söz geçiremez artık kendine ve bilinmezlik öyküsünün peşine düşer.
Yol karanlık olsa da her türlü aydınlığı çağrıştırır düşünceler. Her gün inançla beslenir, inançtan duru bir su içerler. Devrime gönül verenler, efsaneler yaratarak giderler. Devrim! Ne de güzel geliyor kulağa, ne hoş geliyor. Can koyuluyor ortaya yine de az geliyor. Yine de az geliyoruz. Bu devrim öyle bir devrim olmalı ki, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir devrim olmamalı. Bizler de kendimizi bu devrime göre hazırlamalıyız. Ne diyordu güzel ve özgür insan; “devrim fırtınalı kişilik ister.” Öyleyse bizler de hareket tarzımız ile bir fırtına gibi olmalıyız.
Adarım; en güzel yanım…
Yaşam kavgama seninle başladım. Seninle yola koyuldum. Çocukluk arkadaşım, kardeşim, yoldaşım… Senin bendeki anlamın çok büyük. Öyle ki seni tanımlayabilmek için henüz sözcükler bulamadım. O yüzden ben seni yazılmış ve yazılmamış tüm güzel sözcüklere ve kavramlara sığdırmaya çalışıyorum.
Aslında yaşadığım her şeyi seninle paylaşmak istiyorum. Güzel olan, acı olan, beni heyecanlandıran, sevindiren ve hüzünlendiren. Her şeyi ama her şeyi sana anlatmak istiyorum. Tabii doğal olarak ilklerimi de seninle paylaşmam gerektiğini biliyorum, o yüzden de içinde yer aldığım ilk eylemimi de seninle paylaşmak istiyorum. Aslında biliyor musun can yoldaşım, burada yaşadığım her anın farklı bir güzelliği var. Keşke burada yaşadığım her an’ı seninle yaşayabilseydim. Yanımda olsaydın ve seninle tanık olsaydım her türlü güzelliğe. Her an’ı seninle beraber yaşardık. Ama görüyorsun işte hiçbir şey amalarla olmuyor. Olsun yine de ben ne yaşarsam yaşayım, hangi işe koyulursam koyulayım hep seninle birlikteymişim gibi hareket edeceğim. Buna inan çünkü ben seninle olduğumu düşündüğüm her anda yaşama daha bir anlamlı bakıyorum.
Colemerg alanında bulunduğum zaman çok yoğun bir savaş yaşanmaktaydı. Bu savaşa dahil olmak için yüzlerce arkadaş Güney sahasından bulunduğumuz alana geldi. Gelen her arkadaş eylemlerde yer alacakları için heyecanlı ve oldukça moralliydiler. Tabii Devrim durur mu? Ben de bu savaşın içinde olmalı, bu sürecin bir parçası olmalı, en ön cephede düşmana karşı mevzide olmalıyım dedim. Yıllarca halkımıza çok büyük katliamlar uygulandı. Zulüm ve işkence her zaman kendisini devam ettirdi. Bunun intikamını almak bana ancak gurur verir. O yüzden bu savaşın tam ortasında olmak beni ancak onure eder. Bunun için arkadaşlara dayattım ve sonunda kazanan oldum. Tabii arkadaşlar bilinçli bir şekilde koymadılar ama yanlışlıkla da olsa bir şekilde grubun içerisine girdim. Arkadaşlar zaten önceden yapılacak eylemin planlamasını yapmışlardı. Bana da bu planlamanın ayrıntıları aktarıldı. Yapacağımız eylem bir yol kesme eylemi idi. Yol kesip düşmana darbe vuracaktık. Bazı tekniki sorunlardan kaynaklı planlanan eyleme geç kaldık. Bu benim ilk eylemim olacaktı. Yani düşman ile ilk hesaplaşmam bu eylem ile gerçekleşecekti. Yol boyunca kalbim öyle bir atıyordu ki, sorma gitsin. Sanki yitirdiğim binlerce parçam, yoldaşlarım bana gülümsüyor ve; “bizlerin intikamını al” diyorlardı. Onların intikamını almak benim için en onur verici görevdi. Öylesine heyecanlanmıştım ki, artık ne açlığı ne de yorgunluğu hissediyordum. Eylemin planlandığı yere varır varmaz arkadaşlar beni pusu grubuna koydular.
İlk günümüz oldukça sessiz geçti çünkü düşman gelmedi. İkinci gün de düşman yoktu ve biz iki erkek arkadaş ile kimlik kontrolü yapmak için caddeye indik. İndiğimiz caddede Andok arkadaş ile karşılaştığımda beni müthiş bir heyecan sardı. Çünkü o benim ilk gördüğüm gerillalardan birisiydi. Belki birlikte çok kalmamıştık ama onu da tıpkı diğer yoldaşlarım gibi hafızama yerleştirmiştim. Zaten öylesine iri yarı bir yoldaştı ki insan bir kere onu görse bir daha asla unutamazdı. Ve şimdi de garip bir şekilde tekrardan yaşamımıza giriyordu. Sanırım bu duruma en çok ben seviniyordum. Gerillada gördüğümüz ilk yoldaşların bizde farklı bir anlamı oluyor. Onlar özlemlerimiz ile buluşmanın ilk vesilesi oldukları için mi bilmiyorum ama ilkler hiçbir zaman unutulmuyor. Kepçenin üzerinde oturmuş ve gördüğüm ilk andaki gibi bana bakarak gülümsüyordu. Beni tanımış olması beni daha da çok sevindirdi. Kepçenin üzerinde tıpkı bir çocuk gibi durmuş ve bizlere bakıyor. Eylem yapacağımız caddeyi bozmaya gelmiş. Böylece düşmanın geçişlerini engelleyeceğiz. Kepçenin üzerinde onun bir fotoğrafını çekmeliyim diyorum ve fotoğraf makinasını elime alır almaz kepçeye doğru koşuyorum. Yirmi dakika boyunca caddeye toprak dolduruyor. Cadde üzerinde tam yedi arkadaşız ve bu bir risk anlamına geliyor. Bu yüzden biz üç arkadaş kendimizi yamaca doğru veriyoruz. Yamaca çıkmamız ile kobranın gelmesi bir oluyor. Arkadaşları uyarmak için ıslık çalıyorum ama bu pek bir işe yaramıyor. Biz üç arkadaş dümdüz bir arazideyiz ve dört arkadaş da caddede. Hareket edemiyoruz ve kobralar araziyi vurmaya başlıyor. Öyle yoğun vuruyor ki, kaldırıp başımızı birbirimize bile bakamıyoruz. Sanki az önceki gülüşlerimizi, sevincimizi ve mutluluğumuzu duymuşlar da gelmişler gibi geliyor bana. Otuz dakika boyuca vurduktan sonra kobra geri gidiyor. Yanımda bulunan arkadaşa can havliyle; heval Andok kepçenin üzerindeydi acaba kendisini kurtarabilmiş midir? diye soruyorum. Mervan arkadaş; “Andok arkadaşın durumu iyi, sen merak etme, bacağından hafif yaralanmış arkadaşlar da arabaya koyup götürmüşler; “Biz de kendimizi daha sağlam bir yere atmak için yola koyuluyoruz. Bir yanım Andok yoldaş ile kalıyor. Sabah olduğunda bulunduğumuz noktaya bir köylü geliyor ve biraz oturduktan sonra; “heyfa Andok” diyor. Adam öyle söyleyince kendi kendime; bu da ne demek şimdi diyorum. Adam bir sonraki cümlesinde Andok yoldaşın yolda şehit düştüğünü söylüyor. Her bir sözcük beynimde binlerce kez tekrarlanıyor. Söylenenleri idrak etmek istemiyorum. Boğazımda kocaman bir düğüm oluşuyor ve istemeden gözlerimden yaşlar dökülmeye başlıyor. Bir anda büyük bir boşluk hissediyorum yüreğimde. Duygusallığın beni esir almasına izin vermiyorum ve Andok yoldaş şahsında tüm şehit yoldaşlarımızın intikamını almaya söz veriyorum. Söz Andok, senin kanının döküldüğü bu cadde düşmana mezar olacaktır. Biz mutlaka ve mutlaka sizlerin intikamını alacağız. Aynı günün akşamı dört arkadaş iki mayın alıp caddeye iniyoruz. Andok yoldaşın şahadetinden sonra iki kişi gelip o kepçeyi yakıyor. Yavaş yavaş kepçeye doğru yaklaşıyorum. Kepçenin daha önceden kazdığı alanı bu sefer elimdeki şiş ile kazmaya başlıyorum. Öylesine öfke dolmuştum ki sanki etrafımda olup biten beni etkilemiyordu. Arkadaşlar beni uyarıyor yoldaş acele edelim, çok tehlikeli bir yerdeyiz. Getirdiğimiz mayını uygun bir şekilde gömmeye başlıyoruz. Mayın yerleştirme işlemi bittikten sonra oradan ayrılıyoruz ama sanki ben yüreğimi orada, o güler yüzlü yoldaşımın yanında bırakıyorum. Yerimize ulaştıktan bir gün sonra arkadaşlar beni Valto’ya çağırdı ve eylemin başarılı olduğunu düşmanın dört aracının içindeki askerlerle birlikte imha olduğunu söylüyor. Biraz rahatlıyorum ama biliyorum ki bu şekilde yeterli cevap olamıyoruz o yüce insanlara. Bu yüzden kendi kendime söz veriyorum; her ne olursa olsun siz güzel yoldaşların intikamı en görkemli şekilde olacaktır.
Bugün 15 Şubat…
Başkanım yine sizden uzakta, size hasret günleri yaşıyoruz. Her gün ama her gün seninle yeni bir güne uyanabilmenin umuduyla hareket ediyorum. Hiçbir gün, hiçbir an sana reva görülen bu gerçekliği kabullenmedik. Her ne kadar sana layık bir yoldaş, bir militan olamamış olsak da yine de sana olan sevgimiz sonsuzdur. Bunu en iyi bilen sen olmalısın başkanım. Dünyanın bize dayattığı bu lanetlenmiş gerçekliği avazımız çıktığı kadar reddediyoruz. Ben bu sayfaya ne kadar çok cümle sığdırsam da ne kadar çok sözcük sıralasam da yetmez. Hiçbir şey yeterli bir öz eleştiri olamaz. Eksikliğimizi maruz göstermez. Öz eleştiri vermek kolay değil, sıradan değildir. Bu büyük bir cesaret ister. Biz ne yaparsak yapalım, kendimizi kaç parçaya bölersek bölelim Önderliğe olan borcumuzu ödeyemeyiz. Sen bize yalnızca yitirdiğimiz gururu geri kazandırmadın. Sen bize ruh verdin, can verdin. Kendimizi köhnemiş zihnimizden arındırmamız için yeniden can verensin.”
Devrim Adar arkadaşın günlüğünden