HABER MERKEZİ
Ortadoğu’da 2019 yılının son aylarında ve 2020 yılının ilk ayında yaşananlar, önümüzdeki dönem boyunca Kürdistan ve Ortadoğu merkezli olası gelişmelerin de habercisi niteliğindedir. Bağdat’ta Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi komutanlarına dönük suikast başta olmak üzere İran’a dönük yoğunlaşan müdahaleler, gelişmelerin oldukça hızlı ve alt üst edici olabileceğinin de işaretlerini vermekte. Kuşkusuz tüm bu gelişmeler 3. Dünya Savaşı’nın koşulları içerisinde yaşanmakta, bölgede yaşanan savaş ve direnişin netleştirdiği durumlar kadar belirsiz, ucu açık ve değişkenlik arz eden yeni durumlar da yaratmaktadır. Bu yönüyle, 2020 yılına giriş 2019 yılında yaşanan gelişmelerin devamı niteliğinde de olmaktadır. 1990 Körfez Savaşı ile ön hazırlığı yapılan, Rêber Apo’ya yönelik 1999 Devletlerarası Komplo ile esas başlangıcı yapılan 3. Dünya Savaşı, bu tarihsel süreç içerisinde 30 yılını geride bıraktı. Bu yönüyle, 1. ve 2. dünya savaşlarının toplam süresini katbekat aşan bir süreç içerisinde, farklı yöntem ve araçlarla sürdürülen bir savaş gerçekliği sürmekte. Irak ve Suriye müdahaleleri ile devam eden savaş, yakın dönemde İran’a dönük müdahalelerin yoğunlaşması ile birlikte yeni bir aşamaya da taşınmış oluyor.
3. Dünya Savaşı, şimdiye kadar ağırlıkta Arap sahasında yoğunlaştı, bu alana dönük müdahaleleri önceledi ve bu saldırılar bölgede bazı değişikliklere de yol açtı. Kuzey Afrika’dan Arap Yarımadası’na kadar gelişen müdahaleler Irak ve Suriye’yi fiilen parçalarken, birçok ülkede ise iktidarların düşmesine yol açtı. Bu fiili durumun nasıl bir siyasi, toplumsal ve ekonomik bir sistem ile sonuçlanacağı ise net değildir. Kapitalist Modernite sistemi, geliştirdiği saldırılar ile bazı sonuçlar elde etse de, ne askeri ne de siyasi ve toplumsal bir zafer elde etmiş değildir. Bunda kuşkusuz, başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarının geliştirdiği direniş, bölge statükoculuğunun direnci ve kapitalist sistemin bir çözüm perspektifinin olmayışı temel etkenler olmaktadır.
Ortadoğu’daki verili sistemin iki temel gücü olan İran ve Türkiye sahalarında statüko büyük oranda sürmektedir. Bölgedeki durumun netleşmemesinin temel kaynağı da bu gerçeklik olmaktadır. Çünkü hem tarihsel hem de güncel olarak bölge dengeleri bu devletler ekseninde yapılandırılmış olmaktadır. Özellikle 2019 yılında Türkiye’de yaşanan gelişmeler, AKP-MHP faşist rejiminin çöküşünü sağlayabilecek nitelikteydi. Rêber Apo’ya dönük mutlak tecride karşı gelişen büyük açlık grevi eylemleri, Baxoz hamlesiyle DAİŞ’e karşı mücadelenin zafer noktasına gelmesi, 31 Mart Yerel Yönetim seçimleri ile AKP-MHP faşist rejiminin iktidardan düşüşü, ekonomik ve toplumsal krizin derinleşmesi gibi gelişmeler tüm çöküş emarelerini taşımaktaydı.
Bu noktada şunu açıklıkla belirtmek gerekir ki, Türkiye’deki mevcut faşist rejim kendi öz gücüyle ayakta durmamaktadır. Kapitalist Modernite sistemi ve onun öncü gücü ABD yine Rusya, açık ve güçlü bir şekilde mevcut iktidarı kendi planları çerçevesinde ayakta tutmaktadır, çöküşü en azından şimdilik kendi stratejileri için tehlikeli görmektedirler. Tarihsel bir hatırlatma yaparsak, Türkiye’nin mevcut durumu daha iyi anlaşılacaktır. 1. Körfez Savaşı ile Irak’a müdahale eden ABD, Saddam Hüseyin’i iktidardan düşürmedi, Saddam 2003 müdahalesine kadar da iktidarda kaldı. Bu kuşkusuz bilinçli bir tercihti, yoksa Saddam o dönemde iktidardan düşürülebilirdi. Bu durum, 3. Dünya Savaşı’nın temel amaçlarıyla birebir bağlantılıydı. Savaşın temel amaçlarından biri de, bölge müdahalesiyle birlikte Filistin ve Kürdistan devrimci güçlerini de tasfiye etmek veya denetime almayı içeriyordu. Saddam’ın düşüşü, her iki sahada da büyük devrimci gelişmelerin önünü açabilirdi. Bundan dolayı, Saddam’ın bir dönem daha iktidarda kalmasına yol verildi. Ne zaman ki Filistin hareketi barış görüşmeleri adı altında sistemiçileştirildi ve Rêber APO devletlerarası bir komplo ile rehin alındı, kapitalist modernite sistemi gerekli tedbirleri aldığını varsayarak Saddam’ın tasfiyesini gerçekleştirdi. Mevcut durumda, Faşist Erdoğan-Bahçeli iktidarının sürmesinin de bu stratejiyle birebir bağı vardır.
Özellikle DAİŞ’in yenilgisi özünde Türkiye’deki mevcut faşist iktidarın da yenilgisi demekti. Bu noktada kapitalist sistem mevcut durumu da görerek yeni bir planlamayı devreye koydu. Amerika, DAİŞ’e karşı başarının ve bu mücadeleyi yürüten geçlerin AKP-MHP faşizmine karşı mücadele eder hale gelmemesi için 2018 sonbaharı ile birlikte yeni kararlara gitti. 5 Kasım İran’a dönük ambargonun ağırlaştırılması kararı ve 6 Kasım’da PKK yönetimine dönük alınan karar bu yeni planlamanın temel ayaklarını ve hedeflerini ortaya koymuştu. Rojava Devrimi’ni kuşatarak teslim alma, direnişin gelişmesi halinde ise tasfiye etme kararı yalnızca faşist Türkiye devletinin kararı değil, özünde kapitalist hegemonyanın temel planlamasıydı. Devletlerarası komplonun yıldönümü olan 9 Ekim 2019’da başlatılan Serekanî’ye ve Gırê Spî saldırıları bu planlamanın sonucuydu. Aslında planlama Rojava’nın tümünün işgalini içermekteydi. Bu konuda Trump ve Erdoğan da anlaşmışlardı. Fakat hem gelişen Rojava direnişi, hem de dünya halklarının Rojava Devrimi’ni görkemli bir şekilde sahiplenişi, mevcut planlamanın sürdürülmesinin önünü alarak sınırlanması sonucunu doğurdu.
Bununla birlikte, Kuzey ve Güney Kürdistan’da da Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük saldırılar hem yoğunlaşarak sürdü hem de nitelik değiştirdi. Özellikle öncü kadrolara dönük Güney Kürdistan’da kent merkezlerine kadar yayılan suikastlar, Şengal’e dönük yoğunlaşarak süren saldırılar da bu konseptin bir diğer sonucu olarak gelişti. Bu boyutuyla; Kuzey, Güney ve Rojava Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketine dönük saldırılar, Kürdistan devrimini tasfiye etmeye dönük büyük ve ciddi bir planlamanın devrede olduğunu, önümüzdeki süreçte her alanda ciddi saldırıların gelişebileceğini, bu konuda uluslararası kapitalist sistem ile AKP-MHP faşist rejiminin ortaklaştığını bilmek gerekiyor.
3 Ocak’ta Bağdat’ın merkezinde Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi komutanlarına dönük suikast, bölgedeki kriz ve kaosu daha da derinleştirecek, bölgenin tansiyonunu yükseltecektir. Açık bir savaş ilanı anlamına gelen Amerika’nın saldırısı İran açısından şok edici bir etkide bulunurken, İran’ın verdiği cevap ise oldukça dengeli, savaşın derinleşmesini tercih etmeyen bir nitelikteydi. Kuşkusuz bu gerilim ve çatışma durumu derinleşerek sürecektir, fakat açık bir cephe savaşı biçiminde değil, 3. Dünya Savaşı’nın da karakterine uygun olarak farklı güç ve yöntemlerin devreye konularak uzun bir zamana yayılacak biçimde gelişmesi muhtemeldir. Amerika ilk aşamada ağırlıkta İran’ın Suriye, Irak, Lübnan gibi dış sahalardan çekilerek bölge hegemonyası fikrinden vazgeçmesini dayatacak, İran’ın bu politikaya karşı alacağı tutuma göre politikalarını güncelleyecektir. İran ise, kuşkusuz bu sahalardan çekilmeyi kolay kolay kabul etmeyecek fakat son kertede kendi rejimini korumayı esas alacaktır. Bu yönüyle, Amerika’nın İran’ı açıktan işgal ederek müdahale edeceği beklentisi yanlış politik hesaplara yol açacaktır. Fakat açık olan gerçek şu ki, 3. Dünya Savaşı İran sahasında yoğunlaşacak, başta Türkiye olmak üzere diğer ülkeler de buna göre pozisyon almaya zorlanacaktır. Özellikle Irak, bu gelişmelerin ilk elden yansıyacağı bir ülke olarak farklı gelişmelere gebedir. Irak’ın üçe bölünerek parçalanma ihtimali ve bunun yaratacağı yeni çelişki ve çatışma alanları, Suriye’de çatışmalı durumun sürmesi, Türkiye’nin bu müdahalelerin yaratacağı boşlukları doldurmaya yönelik politikaları daha fazla iç içe girecek, bölgede yakın dönemde çözüm değil, savaş durumu derinleşecektir.
Tüm bu gelişmeler, Kürt Özgürlük Hareketi ve Ortadoğu halkları için hem yeni riskler hem de yeni imkanları açığa çıkartmaktadır. Kapitalist modernite sistemi bölge statükoculuğuna müdahale ederken, aynı zamanda bu müdahalenin açığa çıkartacağı imkân ve zeminde Ortadoğu devriminin gelişmemesi için de tedbirlerini almaktadır. 1. Dünya Savaşı koşullarında, büyük Sovyet Devrimi gelişmiş ve tüm hesapları alt üst etmişti. Hegemonik sistem, mevcut savaş koşullarında Sovyet Devrimini de aşacak büyük Ortadoğu Halklar Devrimi’nin imkân ve koşullarını görmekte ve bundan dolayı da bu devrimin öncülüğünü yapan Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne dönük saldırıları yoğunlaştırmaktadır. Bunun için gerekirse Türkiye örneğinde olduğu gibi bölge gericiliğini ayakta da tutmaktadır. Yanılgılara düşmemek, doğru bir ideolojik-politik çizgi tutturmak ve bu temelde devrimi gerçekleştirmek için bu gerçeklikleri bir an için bile olsa unutmamak gerekir. Doğru devrimci perspektif risklere karşı tedbirleri oluştururken aynı zamanda başarının imkanlarını da örgütleyecektir.
Özellikle, Kürt soykırımının öncülüğünü yapan faşist Türk devletine karşı mücadele bu açıdan stratejik odak olmaktadır. Mevcut durumda çöküşün tüm göstergelerine sahip olan faşizm, bu krizi bölgeye daha fazla müdahale ederek aşmaya çalışsa da, başta Arap dünyası olmak üzere bölge güçleriyle çelişkileri derinleşmektedir. Kürdistan devriminin merkez alanı olan Türkiye’de neredeyse yarım asra varan demokrasi ve özgürlük mücadelesi gerekli tüm dinamikleri içerisinde barındırmaktadır. İhtiyaç olan temel şey, devrimin gerektirdiği ve toplumun beklediği öncülüğü kaygısız ve kararlı bir şekilde yerine getirmektir. Bunun için, faşizmin yarattığı ağır toplumsal ve siyasal havayı dağıtarak, coşkulu ve iddialı bir devrimci havayı yaratmak, seferberlik düzeyinde bir örgütlenme ve eylem kampanyası başlatmaktır. Bunun için de faşizmin saldırılarına veya dış güçlerin müdahalelerine değil, devrimci görevlere odaklanmak esas olandır.
Kürdistan merkezli Ortadoğu devrimi kendini her zamankinden daha fazla dayatmaktadır. Rojava Devrimi’ne dönük kuşatmayı kırmak, Türkiye’de faşizmi çöküşe götürmek ve Ortadoğu haklarıyla demokratik birliği geliştirmek temelinde bir hamle, 2020 yılını devrimci gelişmelerin daha fazla yaşanacağı bir yıl haline getirebilir. Yalnızca Kürdistan ve Ortadoğu’da değil, kapitalizmin derinleşen krizi içerisinde Latin Amerika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya kadar tüm kıtalara yayılan bir demokratik halk hareketliliği küresel düzlemde de demokrasi ve özgürlük güçlerinin ayakta olduğunu göstermektedir. Adeta demokratik modernitenin tüm unsurları ayaklanmakta, Kürdistan devrimi ile gittikçe daha fazla buluşmakta ve insanlık açısından özgürlük ütopyalarını yeniden canlandırmaktadır. Özellikle yakın tarihte, İran’dan Mısır’a, Filistin’e kadar halkların demokrasi ve özgürlük özlemleri kapitalist modernitenin müdahaleleriyle ya manipüle edildi, yada sistemiçileştirildi. Tüm bunlardan çıkartılacak derslerle, bu kez Ortadoğu halklarının demokratik devrimini gerçekleştirmek tarihsel görevimiz olmaktadır. Büyük Devrimci Lenin, devrimci durumu anlatmak üzere “Devrim için dün erkendi, yarın geç, bugün ise tam zamanı” demişti. Bu anlamda deyim yerindeyse, Devrim Kapımızı Çalıyor! Faşizmin saldırılarına karşı bu devrimci sesi duymak, devrimin ritmiyle mücadele etmek, devrim coşkusuyla yaşamak gerekiyor.
15 Şubat Komplosu’nun 21. yılında, komployu gerçekleştiren güçlere verilecek en güçlü cevap, güçlü bir devrimci çizgi, duygu ve kararlılık ile bu süreci karşılamak, devrimi gerçekleştirmek ve Önder Apo ile özgür Kürdistan’da buluşmaktır.
Kasım Engim
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi