HABER MERKEZİ –
Siyaset sanatı amansız bir sanattır
“İktidar savaşı, çok zor bir bilimsel çabayı ve uğruna mücadele etmeyi gerektirir. Bir de yeterlilik çok önemlidir. Bir yerde yeterliliği gördünüz, hepinizin yetersizliğini ben de görüyorum. Ne kadar büyük yetersizliklerinizin olduğunu görüyorsunuz. Ama ben size nasıl hizmet sunuyorum. Kendiliğinizden mi bu bilinci kazandınız, kendiliğinizden mi az çok iktidar oldunuz? Hayır! Kendinize birtakım sıfatlar yakıştırıyorsunuz, ama amansız bir çabanın ürünü olduğunuzu da unutmayın. Tam da burada miras yedicilik değil de, kadir, kıymet bilme şeklinde bir kavramdan bahsetmek gerekir. Bu konularda henüz toysunuz demeyeceğim. Bazıları çok toy, bazıları çok bilinçsiz, bazılarının da kavrayışları sınırlı. Bazıları yeni yeni kavrıyor. Bazı yerlerde de miras yedici, şımarık, ailenin şımarık çocuğu yaklaşımı ve bunun beklentisi içindedirler. Bazısı da keyfi davranıyor, yeni oluşan ulusal hareketi, gerçek doğruları ve onu değerlendirmesini bilmiyor. İşlerden fazla anlamayan bir biçimde sallanıp duruyorsunuz. Bütün bu özellikler şu veya bu oranda var, yönetimlerimizde de var. Yönetenin ve yönetilenin bu kavramın fazla farkında olduğunu sanmıyorum. Buna rağmen sizi, yine de ilerletmek gerekiyor. Sizi daha da çözümleyebilirim, ama siz kendi gerçeğinizi dile getiremiyorsunuz. Siyaset sanatı amansız bir sanattır. Bu sürece kendiniz katıldınız, zorla katılmanız istenmedi. Ben de son derece gönüllü gelişinize hizmet ediyorum. Kanunları var, ortamı var, dikkat edin dedim. İlgi duymanıza karşı da çıkabilirdim; yapma, etme, tehlikelidir, uzaklaş sana göre değil diyebilirdim. Bu da bir yöntem olabilirdi. Ama katılıyorsanız düşmana dikkat edin, bize dikkat edin, bu adımın kendine has özellikleri var. Bu bir hizmettir, sana düşen de bunu kavrayabilmek, bunun hakkını verebilmektir. Bazıları da bunun üzerinde ucuz hesaplar yapıyor. Emeğini götürüp şu, bu partiye satıp karşılığında bakanlık alıyor. Salih Sümer bunun en son örneğidir.
Düşünün, onun bakanlığı neye bağlı? HEP-DEP olayının veya genelde halkımızın ilgisinin bir sonucudur, yoksa milletvekili olamazdı. Çok iyi bilindiği gibi kesin o sürecin bir ürünüdür. Kaldı ki onu özel olarak bakan yapmalarının nedeni DEP’lileri idamla yargılamalarının bir sonucudur. DEP’lilere idam; Sümer de onların kanununa uyduğu için, ona da bakanlık. Bu adam yarın halk mahkemesine çıkarılırsa, nasıl hesap verecek? Veya süreç sana Kürt halkının bazı talepleri temelinde yol açtı, sen bu temelde söz verdin konuşmaların var, ne yaptın denilmeyecek mi? Bazıları idam altına alınırken, o vezirliğe yükseldi. Bunun hiçbir ayrımı olmayacak mı? Bunun hiçbir hesap alıp vermesi olamayacak mı? Bir halk bunun hesabını bile sormazsa, o halk ölmüştür. Ya o çok kurnazdır ya çok büyük ağa, beydir ya da hesap verecek. Halk varsa, iradesi varsa, kendine ihanet edeni en azından sorgulayacaktır.
Bu doğru bir iktidar yükselişi midir? Tamamen özel savaşın emrindedir. Bütün köyler boşaltırken, herkes kıyımdan geçirilirken o da vezirdir. Vezir, nezaret etmekten gelir, Kürt halkının katliamı onun gözetimi altında gelişiyor. Bu, doğru bir iktidar yükselişi değildir. Birileri katledilirken onun yükselmesi ihanet temelindedir ve bir gün mutlaka hesap soracak duruma geleceğiz. Halk, “Bunu bize sen niye yaptın? Biz seni seçtik, hiçbir şey yapmadan evinde otursaydın, idamımızı seyretmeseydin, katliamımıza göz yummasaydın, ama sen onun bir numaralı veziri oluyorsun” diyecek.
İçinizden çıkan hainleri doğru değerlendiremezseniz, halk yarın size de hesap soracaktır
Ben size şunu söyleyeyim, bunları unutmayın; sizin de içinizden çıkan ihanetler var. İçinizden çıkan hainleri doğru değerlendiremezseniz, halk yarın size de hesap soracaktır. Onları savunamazsınız, tutamazsınız. Bu halk eğer bir halksa, bir gün birileri onun adına hesap sormasını bilecektir. Her ihanet, yapanın yanında kar kalsa, o zaman o mücadeleyi ne diye veriyoruz? Herkes gelsin, bizi istediği gibi kullansın, götürsün. O zaman bir kocakarıdan farkımız kalmaz. Karşı koyacağız ve buna mecburuz. İyi bir iktidar mücadelesini vermiyor ve kendini de akıllı sanıyor. Yani şunu demeye getirir; “Ben nasıl sivrildim? Ben dışarı kaçtım, kimisi içeri girdi, işte ben de buyum” der. Peki bu sağlıklı bir büyüme midir? Elbette ki değildir. Ama o, öyle sanıyor. Bu, haince bir yükseliştir, umarım bir gün bunun hesabı sorulur. Bu örneği bunun için verdim.
Aynı şekilde içimizdeki sivrilmeler de iyi bir iktidarlaşma yöntemi değildir. Kürt gerçeği ortada, büyük bir kısmı böyledir. İçimizde öyle bir mevkicilik, şan, şöhret sahibi olma söz konusu bile değildir. Kendini öyle sananlardan desteğimizi çeksek acaba onlara kim bir merhaba verir? Madem bu kadar “güçlüsünüz”, “şerefiniz”, “onurunuz” var, madem bu kadar “akıllısınız”, “otoritersiniz” o zaman haydi Barzani’nin yanına gidin; eğer size kahyası yerine bile koyarsa sizi alkışlarım. Size paspasçı görevini versin, yine sizi alkışlarım. Ama bütün gücünüzü, otoritenizi benden alacaksınız, ondan sonra böbürleneceksiniz, “Biz ne kadar etkiliyiz” diyeceksiniz! Yapmayın, bu köylü kurnazlığını bırakın. Bu, Salih Sümer’in yükselişine, Hikmet Çetin’in otoritesine benzer.
Bana bağlı olan otorite demek, gerçekten benden gücünü alan demek bana biraz saygılı olmasını bilmek demektir. Ben sana nasıl hizmet ettiysem, şunu da sana sormaya hakkım var; sen hizmete layık mısın, sana niçin hizmet edildiğini biliyor musun? Yükselen bir hareket var, sen onun içindesin ve onun bir sözcüsü olacaksın. Eğer bunu yapmazsan başına geleceklerden ben sorumlu değilim. Kanun, ulusal hareketin kesin dikkat edilmesi gereken bazı esaslarıdır. Bu da PKK’dir.
Osmanlı geleneğindeki gibi kardeş kardeşi idam eder mi? Kardeş kardeşi idam etmemeli, ama sen de bir halkın iradesiyle bu kadar oynamamalısın. Kaldı ki siyasette, ulusal harekette ailecilik, ahbap çavuşluk, kardeşlik anlayışlarının hiçbir anlamı yoktur. Sadece yoldaşlığın anlamı vardır, siyasi görev içinde olmanın anlamı vardır. Kardeşliği kullanıyor, kocakarılığı kullanıyor, özel ilişkiyi kullanıyor, ahbap çavuşluğu kullanıyor, eski-yeni ayrımı yapıyor, şunu, bunu yapıyor. Bunlar eski hikaye. Kürt’ün eski oyunlarını oynamaya çalışıyor, ondan sonra da “İktidarda gelişme var, benim kişiliğimde epey büyük bir gelişme var” diyor. İktidar olayı bize gerekli ve iktidar olmayı bilmeliyiz, ama nasıl? Bu, çingene misali olamaz. Çingene paşası gibi, bindiği dalı kesmek biçiminde olmaz. Başında olduğu kaynağı kurutmak da iyi bir iktidar sanatı olarak değerlendirilemez. Tek doğru dürüst kadro yetiştirmeyeceksin, örgütü geliştirmeyeceksin, bir ordu birimini oluşturamayacaksın, ama adın çok tanınsın, çok çıksın isteyeceksin. Bu mümkün değildir ve artık bunların modası geçti.
Size doğru örgütsel iktidar işleyiş esaslarını sunamıyorsam, anlaşılır değilse söyleyin. Kendi doğrularınız, kanunlarınız kaç para ediyor, kendi kişiliğiniz kaç para ediyor? Ölçün, biçin ve göreceksiniz ki, düşman bile sizin kadar bize ağırlık teşkil etmiyor. Öyleyse bana istediğinizi yapabilirsiniz. Benden daha güçlü otoriteyseniz bunu kanıtlayın, işte düşman karşınızda. Düşman karşısında yöntemlerinizle, taktiklerinizle örgüt içinde bir hiçsiniz, ama örgüt değerlerine konmaya gelince onlara gözü kara bir şekilde konuyorsunuz veya bir hamal gibi yaklaşıyorsunuz. Bunları asla kabul etmiyoruz. Bunu, özellikle kendisini bir türlü geliştiremeyenlere söylüyoruz. Bir çoğunuz ağır, hantal, sağına vursan solunu gösterir tiplersiniz. Böyle de olmaz. İktidar olayında bu tip tutumlara yer yoktur.
Biz ulusal hareketin iktidarını geliştirmek istiyoruz. Bunun için bir ölüm kalım sürecindeyiz. Bu süreç, hem felsefik hem de siyasi anlam verdiğim bir ölüm kalım sürecidir. Ruhsal açıdan da moral bulma sürecidir. Sen bunları hiçe sayacaksın, ondan sonra da “Kafamı şöyle vururum” diyeceksin. Bu ne demektir? Sende biraz saygı varsa, bu kişiliği dayatabilir misin? Bu bencilliğin, bu ölçüsüzlüğün, bu hamallığın nedir? Bunları halen aşmadınız mı? Dürüstsünüz, söz vermiştiniz, o zaman doğruyu biraz kavrayın. Kimseye sille tokat girişmiyorum, kötü yaklaşmıyorum diye mi böyle yapıyorsunuz?
Düşmana karşı kendini ayaklandırmayan kişi yaşamayı bilir mi?
Yeni bir Çeçen başkanı çıkmış, suçlu, suçsuz herkese karşı ilginç bir cinayet yöntemi var. Bir mahzene kellesi kopuk leşleri, bir yere de kelleleri topluyor. Birkaç yıldır öyle idare ediyormuş. Üç, dört yıllık iktidar deneyimi de var. Bu bir eski aşiret, kabile usulüdür. Siz de geri tarzda savaştırdınız, birçok gerilla bu geri tarzınızdan dolayı imha oldu. Bunun ardından gerillayı geliştirdiniz mi, üstün gerilla birliklerini oluşturdunuz mu, onlara moral verdiniz mi, yeni adaylar bulup çıkarabildiniz mi? Yok. Benim gönderdiklerimi, bana umut bağlayanları imhaya gönderdiniz. Bunun dışında sizin ciddi bir eyleminiz yok. Bunu tek tek kanıtlayabilirim, fakat bunlardan çıkaracağınız sonuç nedir? “Bizi anlamadı, ben kendimi iyi ayarladım, suçum aslında anlaşılmadı” diyenler var. Her gün bir tanesini bir yerden çıkartıyorum. Şunu demek istiyorum; ben dolaylı eleştirdim, senin üzerine açık gelmedim. Ama ben, git beterin beterini başımıza getir demedim. Devrimciler onurludur, başkalarının itibarlarını kırmamak için, çok zorunlu olmadıkça tek acı bir söz bile söylemezler. Ben de size bu temelde yaklaştım, ama siz geriliğinizi konuşturdunuz, hem de oldukça alçakça bir biçimde. Bu durumda seni niye görmek isteyeyim, nereye istiyorsan oraya git. Örgüte saldırdığın zaman asla seni kabul etmem, içimizde bir dakika bile tutmam. O zaman af dileme, biraz saygılı ol.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ı 11 Ağustos 1994 tarihli çözümlemesi