HABER MERKEZİ- İstanbul Üniversitesi’nin “Duvarsız üniversite” sloganıyla duyurduğu, kampüsleri ziyarete açma kararı çeşitli tepkilerle karşılaştı. Bu dosyada gençlik hareketinin konuyu nasıl ele aldığını ve nasıl bir mücadele süreci öngördüğünü yapacağımız söyleşilerle ortaya koymaya çalışacağız. Öte yandan karar ve sonrasında açığa çıkan tepkilerin tetiklediği tartışmalara dair gençlik hareketinin dışından yapılan katkılar da yine bu dosyada yer alacak
“Duvarsız üniversite”, gençlik ve halk dosyası kapsamında gençlik hareketi temsilcileriyle yaptığımız söyleşi dizisinin ilki Devrimci Gençlik Dernekleri’yle oldu. Devrimci Gençlik Dernekleri, İstanbul Üniversitesi’nin “Duvarsız üniversite” kararının gerçek anlamda üniversiteyi halka açan bir karar olmadığının altını çiziyor. Ancak güvenlik ve özgürlük endişelerinin izole ve halkla her türlü ilişkiye kapalı bir üniversiteyi işaret etmesini de doğru bulmadıklarını ekliyor. Devrimci Gençlik Dernekleri, kaygıları giderecek tek gücün, örgütlü bir gençlik hareketinde olabileceğini vurguluyor.
Mekansal serbestiyetin ötesi
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü kampüsleri ziyarete açma kararını “üniversiteyi halkla buluşturma” gibi gençlik hareketinin de yıllardır verdiği mücadelenin söylemlerini, tezlerini anımsatan ifadelerle duyurdu. Bu karar, kararın sunulma biçimi ve uygulanması durumunda getireceği sonuçlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
İlk olarak bu kararla beraber üniversitenin halka açılmadığını anlamak gerekiyor.
Bizim açımızdan üniversiteyi halka buluşturmak demek, mekânsal bir serbesti sağlamanın ötesinde anlamları olan bir hedef demek. Bu, randevuyla yapılan ziyaretlerle sağlanamayacak bir şey. Üniversiteler kamu kaynaklarıyla işleyen ve bilim üretmesi gereken kurumlar. Yani bu kurumları halk ayakta tutuyor ve bu kurumların da halkın yararına çalışması gerekiyor. Bu durum bugün için böyle değil fakat kamusal, demokratik ve özerk bir üniversite; yani kaynakları sermaye tarafından değil kamu tarafından sağlanan, tüm bileşenlerinin katılımıyla yönetilen, çalışmalarını istediği biçimde yürüten bir üniversite temel olarak halk yararına çalışan ve halka açık bir üniversitedir. Bu durumda üniversitenin mekânsal kullanımının da uygun biçimlerde üniversite dışındaki insanlara açılması da dahil “üniversiteyi halkla buluşturma” adına çok sayıda şey yapılabilir. Fakat yine önemli olan mekânsal bir açılmadan ziyade üniversitenin bir bilim kurumu niteliğiyle halkla kapsamlı ve sürekli etkileşim halinde olmasını sağlamak, bilimi halka taşımak ve üniversite ile halk arasında karşılıklı bir eğitim inşa edebilmektir. Halkla üniversitenin buluşması bu demektir.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) yönetiminin aldığı karar ise öğrenci hareketini boğmayı ve üniversiteyi seyirlik bir alana çevirerek turistik bir mekân haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bir yanıyla da bu karar, üniversitenin tasfiyesine de eşlik eden bir yan taşıyor. YÖK eliyle, ama daha da yoğun şekilde AKP döneminde üniversitenin tasfiyesi hızlanmış, geriye seyirlik alanlar, binalar kalacak şekle getirilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan kararın ne halkın ne de üniversitenin yararıyla ilgili bir yanı bulunmaktadır. Farklı fakültelerde okuyan iki İÜ öğrencisi şu an birbirlerinin fakültelerine giremiyorlar. Yıllardır okulda uygulanan bir fakülteler arası geçiş yasağı var. Üniversite daha öğrencisine bile açık değilken bu kararla beraber halka açılacağına inanacak kadar saf değiliz.
Güvenlik kaygısının temelinde gericilik var
Kararın ardından “güvenlik” kaygısının hâkim olduğu tepkiler dile getirildi. Sizce güvenlik kaygısı” ile kastedilen olası riskler, somut durumlar nedir? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Haklı kaygılar mı?
Güvenlik kaygısından kasıt bu kararın ardından gericilerin, faşistlerin veya başka türden unsurların gençliğin üzerinde daha serbest biçimde bir tehdit unsuru olacağı ise bunun olması mümkündür. Ancak öğrenci, üniversite ve halk düşmanı bu çevreler iktidarın sağladığı avantajlar sebebiyle halihazırda -devrimcilerin direnci ve müdahalelerine çarpmadıkları ölçüde- serbestçe faaliyetlerini sürdürüyorlardı.
Ancak gençliğin aklındaki asıl kaygı bu kararın ardından dinci gericiliğin üniversitedeki günlük hayat üzerinde daha yoğun bir baskı oluşturma ihtimalidir, ki bu haklı bir kaygıdır. Üniversiteler sadece eğitim kurumları değildir, gençliğin sosyalleştiği, kültür ve sanat faaliyetleriyle ilgilendiği ve siyasetle uğraştığı yaşam alanlarıdır. Bu alanlarda özgürlük ortamının sağlanması üniversiteyi canlı tutmanın önemli koşullarındandır. Gençler üniversitede özgür olmak, serbestçe vakit geçirmek ve siyasal, toplumsal veya dini baskılardan uzak kalmak istiyor ve bu da bizim için önemli bir mücadele başlığıdır.
Biz Devrimci Gençlik Dernekleri olarak, geniş öğrenci kitlesindeki güvenlik kaygılarını yansıtan ifadelerin kaynağını anlıyoruz. Yakın geçmişte yine İÜ’de IŞİD yanlısı grupların saldırıları ve yine devlet destekli sivil faşist unsurların saldırılarına tanık olmuş ve bunlara karşı mücadele etmiştik. Bugünkü süreçle benzer kaygılar doğuran o tehditleri örgütlü mücadele ile aşmıştık. Bugün de “güvenlik kaygısı” şeklinde ifade edilen noktaya ancak örgütlü mücadele ile karşı çıkılabileceğinin altını çizmek istiyoruz. Üniversite içinde ya da dışındaki saldırılara karşı Devrimci Gençlik Dernekleri’nin gençlikten başka güvendiği hiçbir güç, kural, yasa vs. yoktur ve olmayacaktır. Ancak örgütlü bir gençlik mücadelesi güvenlik kaygılarını ortadan kaldırabilir. Dolayısıyla kitlenin en geri yanlarını öne çıkararak bir siyaset geliştirmeyi, güvenlik kaygısı diye ifade edilen ancak özgürlük isteğiyle ilgili olan endişelerin izole ve halkla her türlü ilişkiye kapalı bir üniversiteyi işaret etmesini de doğru bulmuyoruz. Böylesi zamanlarda dili doğru kurmak daha fazla önem taşıyor.
Şunun altını çizmek gerek: İnsanların böyle dönemlerdeki ilk tepkilerinin refleksif ve korumacı olması beklenebilir. Tersinden kimilerinin de İÜ yönetiminin aldığı kararı eksik ve yanlış değerlendirip, “üniversitelerin halka açılmasına karşı çıkmama” adına hiçbir itiraz geliştirmemesi ve gelişen tepkileri bir çeşit seçkincilik zannetmesi de beklenebilir. Bizce doğru temelleri olsa da doğru sonuçlara varmayan bütün bu kaygılar, refleksler veya rezervler insanlara doğruları göstermek için bir başlangıç noktasıdır. Devrimcilerin konuyu böyle değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyoruz ve çözümün örgütlü bir gençlik hareketinde olduğunu göstermeyi bir görev olarak hanemize yazıyoruz. İtiraz mutlaka geliştirilmedir, ama doğru biçimde. Karşımıza çıkan yanlış fikirler bizi yavaşlatmamalı veya görevlerimiz konusunda şüpheye düşürmemeli. Devrimcilik zaten bir yönüyle de kafalarda yer alan yanlışları doğrulara, ilk ortaya çıkan refleksleri bilinçli eylemlere ve insanları paralize eden ezberleri gerçeklere dönüştürme konusunda gösterilen yaratıcılıktır.
Ticarileşmenin önünün açılacağına dair kaygılar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu kararın kampüslerin ticarileştirilmesi sürecinde nasıl bir rolü olacağını düşünüyorsunuz?
İÜ yönetiminin aklındaki temel motivasyonlardan birinin bu olduğu açık. Dertlerinin, üniversiteyi bir turist çekim noktasına, elbette zamanla alışveriş ve yeme-içme mekanına; daha doğrusu rant kapısına çevirmek olduğunu görmek için memleket sathının tamamına kısa bir göz atmak yeterli olacaktır.
Fakat bu noktada atlanmaması gereken şey, üniversitenin ticarethaneye çevrilmesi hususunda daha yapısal saldırılarının da olduğunu görebilmektir. Mevcut durumda tüm üniversitelerde nüfusun tamamı birer müşteri olarak ele alınmaktadır. Bahse konu İstanbul Üniversitesi’nde on yıl kadar önce başlayan ve direnişle karşılaşan kampüskart uygulaması bunun en açık göstergelerinden biriydi. Yine benzeri şekilde pandemi döneminde de uzaktan eğitim hususundaki değerlendirmelerde okul idarelerinin üniversitede uygulanacak metotlara ilişkin bir kar-zarar hesabı yaptığı da görülmüştü.
Özcesi, üniversitelerin tasfiyesi süreci artan ivme ile ilerlerken en derin rant hadiselerine dahi kastettikleri ve edecekleri görülmektedir.
Söz, yetki ve karar
İtirazlardan biri de kararın üniversite bileşenlerine -öğrencilere, akademisyenlere, çalışanlara- sorulmadan alınmış olmasına. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
YÖK’ün yapısının değiştirilmesi ve bizce bir anlamda klasik YÖK’ün sonuna gelinmesi ile bu kurum Saray’ın sınırlarına hapsedildi. Bu gelişme ile beraber kayyum atamalarının bir genel kural haline getirildiğini gördük. Üniversitelere, sınırsız süreyle ve bir kural olarak kayyum atanması olağan hale getirildi. Fakat uzun mücadele yıllarında olduğu gibi bahse konu değişikliklerden itibaren üniversitelerdeki mücadelede “söz, yetki ve karar” ifadelerini belirgin olarak görüyoruz. Bu bizim kesinlikle bir formülasyon olarak da sahiplendiğimiz ve ileri taşımak için gayret ettiğimiz bir tamlama.
Memlekette antidemokratik uygulamaların, baskı yasalarının artması ile eşgüdüm halinde üniversiteler zapturapt altında tutulmak isteniyor. Siyasi iktidara doğrudan doğruya bağlanmış, sarayın sınırlarına kapanırken saldırı bentlerini aşmış bir YÖK ve içeriksizleştirme ile piyasalaşma altında buna eşlik eden bir polis saldırısı rutini… Bunun karşısında ise üniversitenin tüm bileşenlerinin öğrencilerden emekçilere beraber yönetebileceği mekanizmaların bulunabileceğini, geliştirilebileceğini ve dahi bu yönetme yeteneğinin tam olarak bilimsel özgürlük için bizlerde olduğunu ifade ediyoruz. Bir başka ifadeyle, bilimin özgürlüğü için halk yararına sermayenin kıskacından kurtarılmış ve demokratik bir işleyişle yönetilen üniversiteler mümkündür. Elbette bu mücadele kampüs sınırları kadar memleket sathında da bütünlüklü işletilecek bir programa bağlıdır. Memleket için söz, yetki, karar; üniversite için söz, yetki, karar; hepsi emekçi halkın elinde olmalıdır.
Son soru eylemlere dair. Oluşan tepkiyi, eylemleri, katılım motivasyonunu nasıl yorumluyorsunuz?
Eylemlerin çıkış noktaları, gençlerin bu eylemlere kalabalık şekilde katılma motivasyonları kimi zaman geri noktalara yaslanabilir, bu doğal kabul edilebilir. Bizim için önemli olan bu noktada meselelerin özünü tartıştırabilmek, geniş kitle ile doğru soruları konuşabilmek ve mümkün olduğunca nitelikli yanıtlar üretebilmektir.
Örneğin İÜ’de yakın geçmişte doğrudan IŞİD saldırılarına muhatap olmamıza karşın sanki bunlar yaşanmamış gibi dışarıdan göçmenler eliyle bir saldırı geleceği sanrısı halihazırdaki göçmen düşmanlığına bahane edilen noktalardan biri. Sosyal medyada kimi çevrelerin de eylemleri bu yönüyle manipüle etme gayreti açıkça görülebiliyor. Yine de sosyal medyaya yansıyan örnekleri sahanın açık gerçekliği gibi kabul ederek hareket etmek doğru olmaz. Bu örnek üzerinden biz eylemlere katılan gençlerin en büyük kesişim kümesinin artık iyiden iyiye teşhir olmuş anti-demokratik uygulamalar olduğunu düşünüyoruz. O ya da bu saiklerle eylem alanına gelmiş olsa da insanların birbiriyle etkileşim kurmak suretiyle üzerinde mutabık kaldığı temel nokta fiziksel ve ideolojik olarak süren baskının karşısına çıkmanın el yordamı ile arayışları. Biz bu görece geniş kitlelere sorularını doğru yerlere yöneltmek suretiyle bir yordam inşa etme önerisi sunma gayreti içerisindeyiz: Örgütlü mücadelemizle demokratik bir üniversiteyi kurmak. Söz, yetki ve karar bizim olsun diye.
Kaynak: Sendika org.