HABER MERKEZİ –
Sanat, Kürdistan gerçeğinde politikadan koparılamaz
“Politikayla uğraşmamanın bir adı da soykırım sistemi karşısında tutum almamak, soykırım sisteminin devamlılığını sağlaması için malzeme olmak anlamına gelmektedir. Böyle bir duygu, böyle bir his yapılanması karşısında, nasıl özgür düşünce gelişebilir? Bizler Almanlar gibi değiliz. İngilizler gibi değiliz. Kendi ulusallığımızı, kendi toplumsallığımızı tanımlamak, onun sorumluluğunu üstlenmek ve o mecrada varolmanın çabasını göstermek zorundayız. İşte bundan dolayı, sanat, Kürdistan gerçeğinde politikadan koparılamaz. Politik olmayan, kendi toplumsallığını reddeden sanat, soykırım gerçeğine bağlanmış olur. Bundan dolayı Kürdistan gerçeğinde sanatçı politikadan bağımsız var olamaz ve sanat yapamaz. Kürt sanatçısı da politik olmak zorundadır. Çünkü Kürdistan insanı olarak bizler varoluşumuzu kişisel ve toplumsal düzlemde henüz tamamlamış değiliz.
Kültürel soykırım, kendini Kürt’ün ihanetine dayandırmaktadır. Harpagos’un Astiyages’e ihaneti sonrası dillendirdiği, “Bak dün kraldın, bugün kölesin” sözü, Kürt’ün Kürt’e, özünde Kürt’ün kendisine yaklaşımıdır. Kürt karakterindeki kimlik tanımlamasının eksik olmasından, bencilliğinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal tanımların zayıflığından, aslında yokluğundan kaynaklanmaktadır. Bugün soykırım sisteminin en büyük yürütücüsü Türk devlet faşizmidir. Kontra devlet aklıyla çalışan AKP-MHP iktidarının yaptığı da Kürtlerin bu zayıflığını, toplumsallaşamayışını, uluslaşamayışını, kendini ulus formuyla ifade edemeyişini kullanarak, Kürtleri kendi toplumuna düşman hale getirmektir.
Gerçek sanatçı, kendini ve toplumsallığını tanıyandır
Bugün Kürtçe şarkılar söyleyerek Kürtlüğünü koruduğunu sanan ancak TRT Kurdî’de olduğu için Kürtlüğe en büyük hakareti yapan kişilerin yaşadığı bundan çok daha geri bir durumdur. Büyük bir düşüş vardır. Sanat adına, dengbejlik adına, Kürt kültürü adına, kendini sisteme sunma vardır ve gerçek sanatçılar bu duruşları reddetmeli, karşı durmalıdır. Halkımız bu kişiler, tutumlar ve yaşam biçimleri karşısında durmalıdır. Özellikle gençler, hatta daha özelde genç kızlar sahnelere çıkarılmak suretiyle bu alana çekilmekte, Kürt gençlerinin en yeteneklileri sisteme bağlanmakta; genç kadınlara, sahnelerde kadın özünden uzaklaşarak karşısında tespih sallayarak oturan erkeği eğlendirmenin yolları öğretilmekte, özünde Kürt gençleri ihanet-işbirlikçilik çizgisine çekilmektedir. Gerçek sanatçılar, Kürt sanatçısına yapılan bu saldırılar karşısında tutum sahibi olmalıdır.
Sanatçı, tek bir sözünün kendi toplumuna karşı düşmanca kullanılmasına zemin vermeyendir. Sözünün tarihe kalacağının, tarih olacağının bilincinde olan, özünde her anı tarihsel yaşayandır. Topluma özgür düşünceyi, hissiyatı yaşatması, öğretmesi gerekenlerdir sanatçılar. Toplumdaki kaba ve özgürlükten uzak bakış açılarını gidermeyi, incelikli özgür bakış açısını yaratmayı ve bu doğrultuda yaşamı inşa etmeyi sanatçıların görevi biliriz. Sanatçılar da bu gerçeğe göre yaşamalıdır. Sanatçı, sistem karşısında durmalı, özünde biraz anarşist ruhlu olmalıdır. Kesinlikle iktidar karşıtı olmalı, her yerde ve her koşulda iktidar karşısında olmayı bir varoluş şartı olarak ele almalıdır. Ozan Emekçi’nin, “Ozanlık bir itiraz kürsüsüdür” sözü, aslında tüm sanatçılar için geçerlidir. Sanat, bir itiraz erkanıdır. Tüm toplum karşıtlıklarına, soykırımlara, egemenliklere, iktidarlara karşı bir itiraz kürsüsüdür sanatçılık. Başına iktidar tacını giyenin diktatör olacağı gerçeğinin, sanat dünyası açısından anlamına yoğunlaşmalı, hiçbir zaman halkın ilgisi ve sevgisi karşısında kendini kaybeden, tanrılaştıran, toplumüstüleştiren bir konuma getirmemelidir. Bu alanda görünür olmak, dinlenir olmak, farkında olunuyor olmak bir varolma alanıdır, büyük anlamlar barındırır. Bu varolma alanı toplumsallaştığı, toplumla bütünleştiği oranda anlam kazanır ve tarihselleşir. Kişiselleştiği, tekilleştiği ve toplumsal gerçeklikten, hele hele bu Kürt toplumuysa, direniş geleneğinden koptuğu anda tükeniş başlar.
Türk sömürgeciliği tüm Kürdistan parçalarında soykırım politikaları uyguluyor. Bugün Başûrê Kurdistan’da bir yandan işgal, hava saldırıları yapıyor, bir yandan da şirketlerle ekonomi alanında iktidar yaratmaya çalışıyor. Türk devleti bu saldırıların yanı sıra Türk dizileriyle, Türk şarkıcıları Başûr’a getirip konserler verdirerek, halkımız üzerinde baskı kurmaya, kültürel egemenlik yaratmaya çalışıyor. Dizi filmler toplumu şekillendirmenin, toplum mühendisliği yapmanın en kapsamlı formülü haline getirilmiş durumdadır. Filmlerdeki tipler topluma örnek gösterilerek her bir bireyin o tiplemeleri örnek alması isteniyor. Başûr’da da ezilen ulus bireyi olma özelliklerini tam olarak taşıyan bazıları tarafından bu filmlerin hızla dublajı yapılarak halkımızın önüne, ideal yaşam modeli olarak sunulması büyük bir hezimettir. Avrupa modernitesinden çalınmış, İttihat-Terakki zihniyetiyle yoğrulmuş Türk İslamcı yaşam modeli ideal yaşam modeli olarak sunuluyor ve bunu esas almak bir gelişme ölçüsü olarak topluma sunuluyor. Özünde Başûr’daki ideolojiden kopukluk, tarihsel bilinçten kopukluk ve modernite hayranlığıyla açıklanabilecek bir durumdur.
Dil yasağı bugün farklı bir boyutta uygulanmaktadır. Dil yasağı görünürde yoktur ancak toplum olarak kendi anadilini konuşmak yasaktır, kendi dilinde eğitim görmek yasaktır, kendi toplumsal ihtiyaçlarını karşılamak yasaktır. Dahası soykırım sistemi şunu demektedir: Tek başına var olabilecekken birlikte var olamazsın. Hatta dil yasağı öyle bir düzeyde ki, yasağın kendisi dahi bazı işbirlikçilerin Kürtçe konuşturulması vesilesiyle görünmez kılınmaktadır. Neredeyse Türkiye’de şöyle söyleniyor: ‘PKK’yi savunanlar Kürtçe konuşamaz ama işbirlikçi olanlar, AKP’ye yakın olanlar, KDP’ye yakın olanlar Kürtçe konuşabilir.’ Bize dayatılan tam da budur. TRT Kurdî’ye gidip soykırım sistemine işbirlikçilik yapanlar Kürtçe konuşabilir ama olağan bir uluslaşmanın gereği olarak bir kişi kendi var oluşunu kendi diliyle gerçekleştiremez, sanat da yapamaz, öyle yaşayamaz da.
Kürtlük kapitalist modernite sistemi içinde alt insan düzeyinde kabul edilmektedir
Aslında ihanetçi ve işbirlikçi Kürtlük kabul edilmektedir. AKP Kürtlüğü kabul edilmektedir. Kabul edilmeyen Kürtlük, PKK Kürtlüğüdür. Özünde faşist Türk soykırımcı sistemi, Önder Apo’nun düşüncelerinden, yaşam tarzından ve felsefesinden etkilenenlerin Kürtlüğüne karşı soykırım uygulamaktadır. Kürtlüğün özüne karşı çıkarak, bugün kendi uluslaşmasını posa düzeyinde dahi yaşayamayanları kabul ederek özünde Kürtlük bozulmakta, Kürtlük kapitalist modernite sistemi içinde alt insan düzeyinde kabul edilmektedir. Zira PKK Kürtlüğü, Kürt ve Kürdistan davasının özgür toplumsallıkla bütünleşmiş, ailesel, aşiretsel, kişisel kaygı ve hesaplardan öte, toplumsal var oluş ve özgür yaşayış sorunlarını esas alarak bunun çözümüne odaklanan bir Kürtlüktür.
Türk devleti kültürel soykırım politikalarıyla geleneğimizi yok etmeye çalışıyor, ancak esas amacı geleceğimizi yok etmektir. Zira geleceğin inşa edilmesi, gelenek üzerinden gerçekleşir. Geleneğin üzerine yeni yaşam biçimleri, toplumsal varoluş biçimleri eklenerek gelecek inşa edilir. Bugün Kürt toplumsallığının gelecek inşasındaki zorlanmasının en büyük nedeni olan Türk soykırımcı faşist sisteminin geleneğimizi yok etmesi, inkâr etmesi, çalması ve kendisinin sayması, özünde kültürel soykırımdır.
Kürtlük tanımı nasıl oluştu, Kürtler, Kürt tanımı etrafında nasıl bir araya geldi, nasıl başkaları tarafından böyle tanımlandı? Yok olmamak için birleşen ve direnen küçük toplulukların aşiret örgütlenmesini doğurduğunu Önderlikten biliyoruz. Bugün yok olmamak için ne yapılmalı? Bugün soykırım çemberinden kendini kurtaramayan Kürtler, yok olmamak için birleşme bir yana kendiliğini dahi koruyamamaktadır. Daha fazla parçalanma, daha fazla bireycileşme, ailesiyle sınırlı kalan bir mikro toplumsallıktan dahi kopma, tekleşme yaşanmaktadır. Kapitalist modernitenin dayattığı yaşama karşı direnmek, mütevazi yaşamı tercih edebilmek, Kürt sanatçıları için temel bir şart olmaktadır.
Kültürel soykırım kontra akılla çalışmaktadır
Kontra akıl Kürtlere bitkisel hayatı dayatmaktadır. Tekleşen Kürt’e Türk ulusal devlet varlığında bir ot kadar değer atfedilmekte ve bu da var oluş sayılmaktadır. Kürt’ün yok olmamak için direnmeyi seçememesi, onu soykırım çemberinde yok etmekte, boğmaktadır. Tekil olarak var olma yeltenişlerinin tamamı, Kürt’ün özünü, gücünü, enerjisini, bedenini soykırım çemberinde öğütmekte, eritmekte ve kendine karıştırmaktadır. Kürt hammaddesiyle Türklük inşa edilmektedir. Bugün tüm sanat camiasına bakalım, Türk toplumsallığının orada gerçekten ne kadar var olduğunu görebiliriz. Kürt kimlikli kişilerin dünyanın her yerinde ‘Türk sanatçılar’ diye Türk ulusal devlet varlığını süreklileştirdiğini, dünyaya kabul ettirdiğini, meşrulaştırdığını ve estetize ettiğini görmekteyiz.
Kapitalist modernitenin bugün en büyük saldırısı, kişileri sistem içinde kendi toplumundan koparak tek başına yaşayabileceğine inandırmasıdır. Bu saldırıdan en fazla sanatçılar etkilenmektedir. Çünkü, sanatçının ilk eseri kendisidir. Tamamlanmış ya da değil, her sanatçı en başta kendini yaratmakla uğraşır, kendisiyle birlikte sanat eserleri yaratır. Şiirler yazar, şarkılar besteler, resimler yapar. Sanatçı, özgür birey kişiliğine en yakın kişidir. Birey olmanın, kendini yaratmanın ve kendisi olmanın anlamına en fazla ulaşanlar sanatçılardır.
Önder Apo’nun yürüttüğü amansız varlık ve özgürlük mücadelesi sayesinde var olan ve var olma imkânı bulan bu sanatçıların bugünkü duruşu, mücadeleye yaklaşımları ve Kürdistan toplumsallığındaki inşa görevlerine katılım biçimleri, yeterli midir? Tabii ki yeterli değildir. Mevcut duruş sanatçı duruşundan ziyade, ortaya çıkan değerlere dayanarak kendini dahi var etmeye yetmeyen tekil duruşlardır. Bu duruşların sanatsal olarak da bir anlamının olmayacağını tarihimizden de bilmekteyiz.
Türkiye’de sanat adına yapılanlar, özellikle Kürdistan’da sanat adına yapılanlar, soykırım güzellemesinden öteye gitmemektedir. Sanatçı kimdir, nasıl biridir, nasıl yaşar, nasıl çalışır, topluma-toplumsal sorunlara nasıl bakar? Bu konuları, devrimci sanatçı olmayı başarmış ve “Mutlaka başaracağız” çığlığı bugüne kadar taşınan büyük devrimci sanatçı Yılmaz Güney’den öğrenebiliriz.
Yılmaz Güney, Türkiye devrim önderlerinden Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde sakladığı için ceza aldı, hapis yattı ve sürgün oldu. Bir sanatçının ülkesindeki devrim için göze aldığı şey, üstlendiği sorumluluk, Türkiye devrimine yapabileceği bir katkı, onun sanatçı kişiliğinin sanatın savaşçılığı düzeyinde olduğunu gösterir. Türkiye’de insanların başına gelecek en büyük kötülük darbedir ve Yılmaz Güney darbe zamanında ülkenin her yerinde aranan, cezalandırılması istenen devrimcileri evinde saklama iradesini, cesaretini göstermiş olan bir insandır. Sanatçının devrimi, devrimciyi hissetmesinin ve devrimle bütünleşmesinin en keskin örneklerinden biridir. Bugün Yılmaz Güney’in sinemacılığından söz edilecek ve örnek alınacaksa, onun devrimciliğinden daha öncelikli olarak söz edilmeli ve örnek alınmalıdır.”
Dilzar Dîlok