Önder Apo 1973 Newrozu’nda Ankara’nın Çubuk Barajında yaptığı altı kişilik toplantı ile PKK’nin temellerini atarken, Türkiye’de hala 12 Mart 1971 askeri darbe yönetimi hüküm sürüyordu. Bütün sol ve sosyalist parti ve örgütler yasaklanmış, kadroları tutuklanmış, ilk kez Özel Harp Dairesi temelinde işkence yapılmış ve sıkıyönetim askeri mahkemeleri düzeyinde yargılamalar başlamıştı. Faşist-askeri darbe yönetimine karşı silahlı mücadeleye kalkan örgütlerin liderleri katledilmişti. Ülkede sıkıyönetim yasakları sürüyor, ağır baskı uygulaması her tarafta devam ediyordu.
İşte bütün bunlara rağmen, düşüncesinin örgütlendirilmesi gerektiğini, Türkiye ve Kürdistan’da yeni devrimci örgütlere ihtiyaç olduğunu değerlendirince Önder Apo, Çubuk Barajı toplantısıyla Apocu Grubun temellerini attı. Demedi “ağır baskı var, devrimci liderler bizzat ordu ve devlet tarafından katlediliyor, kadrolar tutuklanıyor, örgütler dağıtılıyor, dolayısıyla şimdi örgüt kurulamaz” diye. “Var olan örgütler tutuklanıp yargılanırken yeni örgüt mü kurulur?” demedi. Örgütünün ve çalışmalarının güvenliğini sağlayacak kendine göre çalışma tarzı geliştirerek, büyük bir cesaretle devrimci örgüt kurma adımını attı.
Dikkat edilirse, bu yaklaşım ve tutumda objektif koşullara sığınma, gerekçeler yaratma ve ‘Olmaz’ teorisine yönelme yoktur. Yani oportünizmin zerresi bile yoktur. Fakat aynı zamanda maceracılık, ölçüsüzlük, dikkatsizlik ve tedbirsizlik de yoktur. Yani devrimci pratiğe donkişotvari giriş de yoktur. Tersine yaşananları eleştiri ve özeleştiri temelinde derinliğine analiz edip gereken dersleri çıkartarak, bu temelde yeni bir devrimci hareketi başlatma vardır. 12 Mart darbesi karşısındaki yenilgiye yol açan nedenleri bulup onları aşma temelinde yeni bir devrimci örgütlenme ve çalışma tarzı geliştirme söz konusudur.
Apocu Grup bir ideolojik gruplaşma olarak şekillenip de Önder Apo’nun adı duyulduktan, yani bu temelde belli bir deşifrasyon oluştuktan sonra, Önder Apo yaşam ve çalışma tarzını illegal temelde ve amaçlarına uygun olarak yeniden şekillendirdi. Yani ADYÖD pratiği ardından ve 1975’ten itibaren normal düzen yaşamını değiştirdi. Bu durumu daha sonra “Yaşamı durdurmak” olarak ifade etti. Kendine göre yeni bir yaşam ve çalışma tarzı geliştirdi. Düzen yaşam ve ilişkilerinden koptu, keyfi bireysel hareketi durdurdu, hep devrimci çalışmanın ihtiyacına göre ve tamamen gizliliğe dayalı, son derece disiplinli ve örgütlü bir yaşam tarzı yarattı. Sömürgeci-soykırımcı düzen saldırılarını boşa çıkartarak, Önder Apo’yu güvenlikli ve sürekli çalışır kılan işte bu tarzdı.
18 Mayıs 1977 günü Antep’te kontrgerilla saldırısı ile Haki Karer katledilince, Apocu Grup bu durumu çok yönlü sorgulayıp değerlendirdi. Çünkü saldırı bir kişiye değil, Haki Karer şahsında tüm devrimcilere ve devrimci hareketeydi. Bir yerde eksiklik veya yanlışlık vardı ki, düşman saldırısı amaca ulaşmış ve Haki Karer katledilmişti. Sömürgeci-soykırımcı sistem çok ciddi ve açık bir tehditte bulunmuştu. O halde söz konusu tehdit nasıl önlenmeli, güvenlik nasıl sağlanmalıydı?
Önder Apo, kendi düzeyinde bu soruya iki temel cevap verdiğini söyledi: Birincisi partileşme, ikincisi ise silahla kendi güvenliğini sağlama! Partileşmenin program ve manifesto hazırlıkları ardından 27 Kasım 1978 tarihindeki ilk kongre ile PKK’nin kuruluşu biçiminde somutlaştığı bilinmektedir. İkincisi ise, pratikte iki biçimde somutlaşmıştır: Birincisi silahlı hareket ederek olası saldırı karşısında kendini savunma, yani öz savunma; ikincisi ise gerektiği yerde devrimci intikam mücadelesi yürüterek genel savunmayı gerçekleştirme! Devrimci intikam mücadelesi, silahlı saldırıya karşı misilleme hakkı temelinde devrimci şiddete başvurma biçiminde gelişmiş; Haki Karer’i katledenlerden hesap sormayla birlikte Halil Çavgun’un intikamı için Hilvan ve Siverek Direnişleri haline gelmiştir.
Silahlı çalışma, aslında öz savunmalı çalışma, kendi güvenliğini sağlama temelinde yaşama ve çalışma anlamına gelmektedir. Bunun da iki biçimi vardır: Birincisi, yukarda Önder Apo için belirttiğimiz gibi, yaşam ve çalışma tarzını güvenliğini sağlayacak biçimde şekillendirmedir. İkincisi ise, silahlı ve dikkatli hareket ederek, olası bir saldırı durumunda bizzat kendini savunmadır. Bu ilkeyi Mazlum doğan şöyle ifade etmiştir: Kürdistan devrimcisi her zaman bir elinde kitap bir elinde silah ile hareket etmeli ve yaşayıp çalışmalıdır. Genel devrimcilik için de bu, temel bir ölçü olabilir. Fakat Kürdistan devrimcileri için bu en temel ve değişmez bir ölçüdür, ya da ilkedir. En azından Kürdistan’ın koşulları böyledir ve sömürgeci-soykırımcı sistem karşısında başaran devrimcilik böyle olmak zorundadır.
Kısaca Haki Karer’in katledilmesi ardından belirlenen temel devrimcilik ilkesi budur: Her devrimci bir elinde kitap, bir elinde silah taşımalıdır. Bu durum, Kürdistan devrimciliğinin bilgiye ve güvenliğe olan mutlak ihtiyacını ifade etmektedir. Bu ilke, hareket gelişince akademi ve gerilla halini almıştır. Kitap akademi olarak, silah ise gerilla olarak büyümüştür. Devrimci eğitim akademilerde gerçekleştirilmiş, güvenlik ise gerilla savaşı ile sağlanmıştır. PKK devrimciliği için bu temel ilke günümüzde de geçerliliğini olduğu gibi korumaktadır.
Paradigma değişimi ile birlikte aynı ilke Kürdistan yurtseverliği için de geçerli hale gelmiştir. Demokratik komün, tamamen böyle bir eğitime ve güvenliğe dayalı olarak ancak var olabilir ve yaşayabilir. Demokratik komün yaşamına katılacak özgür birey ancak akademik eğitimle ve öz savunma örgütlülüğüyle yaratılabilir. Özgür yaşamın temel ilkesi güvenliktir ve o da ancak öz savunma ile özgürce sağlanabilir. Demek ki günümüz Kürdistan’ında devrimci ve yurtsever olmanın temel ilkesi, öz savunma temelinde kendi güvenliğini sağlamaktır. Devrimci halk savaşı koşullarında bu ilke çok daha fazla geçerlidir; çünkü düşman, ezmek ve imha etmek için devrimci harekete ve tüm yurtsever halka saldırmaktadır. Bu durumda düşman gerçeğine gözünü kapatarak hiçbir yere varılamaz. Başkalarına “Benim güvenliğimi sağla” demekle de hiçbir sonuç alınamaz. Başkasından güvenlik istemek ve beklemek, bir yanıyla zayıflık işareti olurken, diğer yanıyla da ona bağımlılığı ifade eder.
Demek ki Kürdistan’ın tüm devrimcileri ve yurtseverleri, kendi güvenliklerini kendi öz savunmalarıyla sağlamak zorundadır. Bunun da iki boyutu olduğunu yukarda belirttik. Birincisi, yaşam ve çalışma tarzına dikkat ederek, bir silahlı saldırı durumunda kendini savunacak donanıma sahip olacaksın. Nerede olursan ol ve hangi işi yaparsan yap, öncelikle bu devrimci ilkeye göre hareket edeceksin. İkincisi ise, savaşın temel ilkelerinden birinin, ‘En iyi savunma saldırıdır’ olduğunu bilecek ve güvenliği sadece savunma tedbirleriyle değil, aynı zamanda ve gerektiğinde saldırı ile sağlayacaksın. Yani stratejik düzeyde meşru savunma konumunda olurken, taktik düzeyde hep saldırı konumunda olacaksın.
Mevcut durumda devrimci ve yurtsever ortamda bu temel ilkeden epeyce kopukluk ve uzaklaşma yaşanmaktadır. Bir defa düşman gerçeğinden ve yaşanan savaş gerçeğinden kopukluk ve uzaklık vardır. Sanki düşmanımız kalmamış, tamamen özgür olmuşuz ve bir ölüm-kalım savaşı içinde değilmişiz gibi yaşanmakta ve davranılmaktadır. İkincisi, bu yaklaşımın sonucu olarak hem düşmana karşı savaş görevine sahip çıkılmamakta, eldeki imkânlarla düşmana vurmaya çalışılmamakta, savaş görevi başkalarına bırakılmakta ve hem de olası düşman saldırıları değerlendirilerek gereken tedbirler alınmamaktadır. Bunun sonucunda da düşman saldırıları karşısında darbe yenirken, bu önlenemediği gibi, misilleme ile karşılık da verilememektedir.
Kürdistan’ın tüm devrimcileri ve yurtseverleri bu yanlış yaklaşım ve duruştan kendini kurtarmalı ve kendi güvenliğini kendisi sağlama temelinde faşist-soykırımcı düşmana karşı aktif savaşma görevine sahip çıkmalıdır. Doğru ve başaran devrimcilik ile yurtseverlik ancak böyle olur. Yine bu temel ilke de hiçbir gerekçe ile değiştirilemez. Başarı için sadece doğru anlaşılır ve etkin uygulanır.
Selahattin Erdem Yazdı