HABER MERKEZİ
AKP denilen kara partinin lideri olan Erdoğan ismindeki kişi belki de yalan haber dizmenin yanı sıra haber söylemede dünyanın birincisidir. Öyle ki, ne olursa olsun, nasıl olursa olsun bir şekilde kedi misali dört ayağı üzerine inebiliyor. Ellem ediyor kullem ediyor ancak bir şekilde bir yolunu bulup torbada tavşan çıkaran sihirbaz misali, son dakikada bir tavşan çıkarabiliyor. Yalandan da olsa, sahteden de olsa Erdoğan ismindeki kişi bir yolunu bulup bir şeyler uyduruveriyor. Uydurmaya biz yalan da diyebiliriz. Yalan uydurmanın şampiyonu büyük bir mesafeyle dünyada bu bağlamda kesinlikle Erdoğan ismindeki mukallit kişiliktir.
Malum bir seçim süreci yaşandı. Tüm seçim boyunca AKP ismindeki kara parti ile başındaki Karanlıklar Prensi Erdoğan tüm kozlarını kullandı, yine de halkların gönlünü bu kez çelemedi. Onca yalana rağmen çelemedi. Ama bu Erdoğan’dır her zaman son dakika yalanı ve manipülasyonu hazır olan bir kişiliktir.
Erdoğan’ın danışman olarak kendine seçtiği ekibin en başlı görevinin sürekli yeni ve inandırıcı yalanlar uydurmanın danışmalığı olduğu ise giderek kesinleşiyor.
Bunun için bugünlerde Türkiye’ye en çok kullanılan kelimelerin başında birisi yalandır diğeri ise muhtemelen “vicdanlı ol”dur.
Biz yalan sözcüğünü genel olarak: “Aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen söz. Gerçek olmayan, asılsız, uydurma” biliriz. Ve normal toplumlarda da gerçekten de yalan yukarıda ifade edildiği tarzda kullanılır. Lakin Türkiye gibi bir ülkede birçok şey iç içe geçtiği için neyin ne olduğunu hakikaten anlamak güç oluyor.
Şu açıkça bilinsin ki; Türkiye’de iktidar da muhalefet de yalan sözcüğünü toplumun kullandığı gibi kullanmıyor. Çünkü tarihin ilk gününden bugüne özelde de tüm dini öğretilerde yalan ayıplanır hatta çoğu zaman günah olarak görülerek mahkûm edilir. Bunun içindir ki insanlar yalan söyleyenden nefret ederler. İslamiyet bunu daha ileri düzeyde Küfür diyerek mahkûm etmiştir.
Yalanın ayıplandığını, günah sayıldığını belirttik ancak yalanın bildiğimiz gibi kullanılmadığını da belirttik. Peşinen söyleyelim ki içine doğduğumuz dünyanın en belirgin karakteri yalan üretmesidir. Yalan atmak ya da yalancılık bu dünyanın büyük bir farkla en belirgin özelliğidir. Bunun böyle olduğunu az çok tarihi bilenler bilirler.
Birisinin emeğini çalmak öyle sanıldığı gibi başlangıçta, insanlığın şafak vaktinde kolay olmamıştır. Siz bakmayın bugünkü duruma. İnsanların kendilerini gönüllü olarak sömürdükleri bu çağa geldiğimizde ne büyük yalan ve hileler karşılığında bu hale getirilmiş olduklarını bir incelesek ve ortaya çıkacak sonuçlara sadık kalarak özgürce görüşlerimizi sunsak kıyamet kopar. Çünkü az bir şey tarihi inceleyen ya da az bir şey bugünü inceleyen bir insan bilir ki onun emeği bir küçük zümre tarafından çalınmaktadır. Hem emeği çalınmakta hem de çalanların verdikleri kırıntılara minnet duyulmaktadır. Bu ise yalanın ne kadar derin olduğunu gösterir. Hem çalacaksın hem sömüreceksin hem kanını emeceksin hem her gün onlarca tehditle hizada tutacaksın ama buna rağmen böyle kanı sömürülenler tık bir ses çıkartmayacaklar. Bu ses çıkarmamanın ya da çıkaramamanın altında kesinlikle büyük yalanlar vardır. Başka hiç aklı başında olan biri kendi emeğini gönüllüce birilerine verebilir mi? Vermeyeceği açıktır.
İşte tarihin şafak vaktinde de insanlar kendi emeklerini kolay kolay birilerine peşkeş çekmemişlerdir. Aksine kendi emeklerine ve özgürlüklerine o kadar bağlı yaşamışlardır ki köleci güçler köle alamadıkları için hepsini katledebilmişlerdir. Zoraki zincirlere vurmuşlardır. Toplu olarak sürmüşlerdir. Katlettikleri insanların kafalarıyla kaleler yapmışlardır. Ve nice böyle vahşi yöntemler uygulayarak kendi iktidarlarını pekiştirmeye çalışmışlardır.
Sömürgeciler yani egemenler bunun böyle olamayacağını çok erkenden fark etmişlerdir. İnsanın yönlendirmeye açık olduğunu, insanın ruhsal sahasını fethettiklerinde onun fizikine de sahip olabileceklerini dediğimiz gibi erkenden çözmüşlerdir. Bin yıllar öncesinden gelen Şamanların, Rahiplerin, Büyücülerin tecrübelerini gözden geçirmişlerdir. Bu tecrübelerin yanına birde kendi askeri zorlarını koymuşlardır. Buna ek olarak ise karşılığında bir şeyler veriyorlarmış hissini yaratmak için yer yer karınlarını doyurmuşlardır. Birde çok önemli olan başka bir durumu da erkenden görerek kendi konumlarını sağlamlaştırmak için kutsallıklar atfetmişlerdir. Kendi konumlarını her geçen gün bu kutsallara bağlayarak insan zihninin üstüne tam bir örümcek ağı örerek oturmasını iyi bilmişlerdir.
İşte bu örümcek ağının oluşturulmasının en etkili silahı kesinlikle yalan olmuştur. Olmayanı, olmayanları varmış gibi gösterme becerisini insan zihnini yanıltmayla başarmışlardır. Bir kere yalanlar kutsalların kılıfına bürünmüşler ise orada ikna edilmeyecek, istedikleri yere götürülmeyecek tek bir insan kalmayacaktır. Boşuna “toplumsal gerçekler insan eliyle inşa edilmiş gerçeklerdir” denilmemektedir.
Toplumsal gerçekler insan eliyle inşa edilmesinin temel silahı işte YALAN silahıdır. Ancak unutmayalım ki zamanın egemenleri bizim anladığımız tarzda yalanlara baş vurmamışlardır. İktidarcı devletçi güçler yalanlarını süslemesini bilmişlerdir. Öyle ki yalanlarını ne kadar büyük marifetlerle gizleyerek sanki gerçekler imiş gibi köle altına aldıkları toplumlara karşı kullanmışlardır.
Bugünde yalanlar tam gaz yürürlüktedir. Türkiye’nin günlük siyaseti tamamen yalanlar üzerine kurulu bir şekilde ilerlemektedir. Dikkat edelim tarihi bir süreçte geçildiği halde sarf edilen sözler, konuşmalar, dile getirilenlerin çoğu içeriksizdir. Amiyane tabirle “beş kuruş etmezdir.”
Gerçekten de o kadar araştırmamıza, okumamıza ve de incelemelerimize rağmen TC devleti kadar ve de TC devlet tarihinde Akepe kadar yalan söyleyen, yalan üreten hiçbir odak ve güç olmamıştır. İnsan bu kadar yalanı görünce gerçekten de iğreniyor. Bir insanın ya da bir insan topluluğun bu kadar düşkün olacağını insanın aklı almıyor.
Öyle ki sana gülüyor ancak halbuki mezarını kazıyor. İnanmadıklarını inanmış gibi savunuyor. Hem de hiç renk değiştirmeden bunları yapıyor. İnsan denilen eşrefi mahlukatın ar perdesi diye bir özeliği vardır. İçiyle uyumlu olmadığında söylediğinde ya da duyduğunda duygusal olarak refleks verir. Kızarır, bozarır, kulakları oynar, gözleri oraya buraya gider, başını önüne eğer. Ne bilelim eşrefi mahlukat olmak demek biraz da budur, işte. Kötülük yapabilirsin. “Belki mecbursun bunu yapmaya. Belki de yalan söylemeye de mecbursun.” Belki de daha farklı kendine göre haklı nedenlerin de vardır. Ancak eğer için ile uyumlu değil ise ya da dünya insanlığı ile uyumlu değil ise söylediklerin, yaptıkların orada durup işte renk atarsın. Tabii eğer sende insanlık adına bir şeyler kalmış ise. Ar perdesi varsa, utanma duygusu varsa, vicdan denilen” İnsanın içindeki o iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his,” kalmış ise.
Ne var ki bu TC devletinde ve özelde de bu Akepe denilen yalan üreten, yalan yayan, yalan çoğaltarak katlayan şebeke bu kadar arsızlığa rağmen bırakalım renk atmayı, gözleri bile oynamıyor. Oraya buraya gözleri bile gitmiyor. Vicdanları tümden kararmış, kararmışlıkların peşine takılıp gitmektedir.
“Denir ki, yalan söylemenin çeşitli türleri vardır; fakat bunlardan en iğrenç olanı, gerçeği, bütün gerçeği söylemek ve bunu yaparken olayların ruhunu gizlemektir. Zira olayların içi her zaman boştur; olaylar, içlerine doldurulan duyguların biçimini alan kaplardan başka bir şey değildirler” misali doğruları söylemiş gibi yapıp içini kendilerine göre utanmadan doldurarak üzerinde rant sağlıyorlar.
Birde daha da beteri insanın değerlerine, bağlı olduğu değerlere kendilerinin saygı gösteriyormuş gibi yapıp insanın ne kadar da bu değerlere ters durduğunu söylemeleridir. İlginçtir ancak bu kadar ahlaksızlığı yaşadıktan ya da yaptıktan sonra bile tek bir utanma emaresi göstermeden insanın gözünün içine bakarak ortalarda dolaşabilmeleridir.
Buna en iyi örneklerden bir tanesi en son Önder Apo ile avukatlarının yaptığı görüşmeye ilişkin peş peşe yaptıkları açıklamalar ve değerlendirmelerdir. Ne kadar da Önder Apo’ya bağlı imişler de bizim haberimiz yokmuş. Ne kadar da Önder Apo’nun eleştirilerini dikkate alıyorlarmış da bizim haberimiz yokmuş. Ve ne kadar da Akepe denilen kara parti Apocuymuş da yine bizim haberimiz yokmuş.
Öyle yalanlar üretiyorlar ki, insanın akıl ve hayal gücü duruyor. İnsanın en temel değerlerine öyle bir sarılıyormuş gibi yapıyorlar ki, sanki o değerlere bağlı olanlar o değerlere ters düşmüşler. Sanki o değerlere bağlı olanlar o değerlerden uzak düşmüşler.
Yalanın ve dolanın bu kadarına doğrusu pes. Hem de bin kere pes. Akepe denilen kara partinin ne kadar kara olduğunu biliyoruz. Yine bu kara partinin Karanlıklar Prensini de az çok tanıyoruz. Ancak çok daha ilginç olanı Kürtlere, Kürt Özgürlük Hareketine ve de Kürt Halkının Önderliğe düşman olan Bahçeli’nin de bu yalanların üzerine atlamasıdır. Demek ki, Cumhur İttifakı denilen Faşist İttifak bu kadar zora girmiştir. Bu kadar ciddi ve derin bir çıkmazı yaşıyorlar. Öyle derin bir buhran ki, bu buhrandan çıkış yolu olarak Önder Apo kartına sarılma dışında onları kurtaracak bir kart kalmamış.
Evet, yalan bu kadar derindir. Öyle derindir ki, aynen zamanında Hitler’in propagandaya ilişkin dedikleri gibi;” Her propaganda halkın anlayacağı sahada olmalıdır. Manevi seviyesini hitap ettiği topluluğun içindeki insanların en dar olanların anlayabileceği biçimde tutmalıdır, şartlarda, taraftar kazanılmak istenilen kimseler ne kadar çoksa propagandanın manevi seviyesi de o kadar aşağıda olmalıdır…”
Başka bir yerde ise Hitler:” Etkili propaganda pek az noktalara nüfuz etmelidir. Bunlar değişmez bir kalıpta ve düsturlar içinde, gerektiği nispette ileri sürülmelidir. Ta ki, halkın en son ferdi bile bu fikri anlayabilsin” diye yazmaktadır.
Dikkat edersek Akepe ve Erdoğan’ın yalan üzerine kurulu olan propagandaları tam da bu destur üzerine yürümektedir. Kalıpları çok basittir. “Abdullah Öcalan demiş ki İstanbul seçimlerinde tarafsız kalın. Abdullah Öcalan demiş ki ne onları ne de onları tutun, kendi çizginizi koruyun. Ve Abdullah Öcalan demiş ki HDP ile Dağa eleştirilerim var.”
Abdullah Öcalan her zaman kendi çizgisini esas almıştır, bu çizgi ise sömürgeciliğe karşı sonuna kadar direniştir. Kürt Sorunu çözmektir, Türkiye’yi demokratikleştirmektir. Kürt Sorunu’nu çözmek için elinden ne gelmiş ise yapmıştır. Bunun karşılığı bugün Akepe denilen kara partinin sandıklarda gömülmesidir. HDP ve Dağa ilişkin eleştirilerine ise, Akepelilere Günaydın demek gerekiyor. Önder Apo’nun geliştirdiği çizgi eleştiri ve özeleştiri üzerine gelişmektedir. Dün olduğu gibi bugün de yarında Önder Apo dağdakilere eleştirileri olacaktır. Ve dağdakilere Önder Apo’nun eleştirileri anlam vererek o eleştirilerin giderilmesi için, bugüne kadar olduğu gibi, yarın da tüm güçlerini sarf ederek çalışacaklardır. Bu muhtemelen HDP’liler için de geçerlidir. Geçerli olduğunu HDP’nin açıklamalarında duyuyoruz.
Özcesi, yürekleri, ruhları ve vicdanları kap kara olanların bu oyunları da aynen yalancının nasıl ki yadsıya kalmadan mumu sönüyorsa, öyle sönecektir.
Kasım ENGİN/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi