HABER MERKEZİ–
Çiftçi bir ailenin çocuğu olan Nicolae Çavuşesku 1918 yılında Romanya’nın bir köyünde dünyaya geldi. Eğitimsiz olsa da o dönem Romanya Komünist Partisi içerisinde yükselmeyi başardı. Önce tarım bakanı, sonra devlet başkanı oldu. Zamanla kendine ait yetkileri genişleten anayasal reformlar yaptı. Kendisine ‘Başkomutan’ gibi sayısız yüceltici unvanlar verdi.
Devlet dairelerinde artık onun fotoğrafı vardı. Dönemin Sovyetler birliğinden uzaklaşarak, Batı ile yakın ilişkiler kurdu. Batı ile yakın ilişkiler Çavuşesku’ya büyük krediler olarak geri döndü. Aldığı büyük kredilerle binlerce köyü, doğayı ve hatta tarihi yapıları yıkarak yerine beton yığınları dikti. Kendisi için de 1100 odalı bir saray yaptırdı. Sarayının adı ise ‘Halkın Evi’ idi. Borçların ödenmesi yaklaşıyordu. Dolayısıyla bu tarım ülkesinde daha fazla iş gücüne ihtiyaç vardı. Kürtaj, doğum kontrol yöntemleri ve boşanma yasaklandı. Büyük inşaat projelerinde işçi olarak çalışma zorunlu hale getirildi. Milyonlarca insan tarım arazilerine sürüldü. Üretimin tamamı ihraç ediliyor, halk temel gıda malzemelerine dahi ulaşmakta zorlanıyordu. Çavuşesku ve parti yöneticileri ise lüks içerisinde yaşıyordu. Çavuşesku nüfusun neredeyse 10/1’den oluşan büyük bir muhbir ağı kurmuştu. Muhalefet tamamen ezilmişti, ülkedeki Macar azınlık için işler daha da kötüyken Çingene halkına soykırım uygulanmıştı.
Yıl 1989’u gösterdiğinde Çavuşesku ülkenin tek hakimi görülüyordu. Tek bir muhalefet hareketi yoktu. Televizyon, radyo ve gazete yayınları tamamen onun tekelindeydi. Şatafatı devam ediyor, rantına rant katıyordu. O yıl ülkede Macar azınlık tarafından düzenlenen küçük çaplı protestolara karşı gövde gösterisi yapmak üzere eşiyle beraber balkona çıktı. Her zamanki suçlayıcı tonuyla konuşuyor ve halk onu alkışlıyordu. Bu arada cılız birkaç protesto sesi yükseldi. Yüz ifadesi görülmeye değerdi! Neye uğradığını şaşırmıştı. Sanki kral çıplak hikayesindeki kralın ta kendisiydi. Artan protestoları yatıştıramamıştı. Çareyi kaçmakta buldu. Bindiği askeri helikopter arıza yapınca bir üsse inmek zorunda kaldı. İndiği yerde tutuklandı. Karısıyla beraber 2 saatlik bir mahkeme sonunda kurşuna dizildi. Hayatı boyunca en çok korktuğu şey ise kurşunla yaralanmakmış!
Çavuşesku halka açlık, zulüm ve ölümden başka bir şey vermeyen şatafatlı bir diktatörlüğün adı olmuştu. Kendisiyle birlikte rejimi de tarihin çöplüğüne gitti.
Tayyip Erdoğan! Türkiye’deki tüm medya kanallarının tek sahibi, tüm rantın yöneticisi ve halkın açlığının sebebi. Aynı zamanda Kürt soykırımcısı. Onun da 1100 odalı sarayı ‘Millet Bahçesi’ adını taşıyor. O da kendini yenilmez zannediyor. Leyla Güven, kalbi büyük bir direnişçi, bu yenilmez zannedilen rejimin yenilmesi için en önemli şeyin atılacak ilk taş olduğunu biliyor. O camdan kaleye ilk taşı kendi bedenini feda ederek atıyor. Çavuşeskudan sonra diğer parti yöneticileri olduğu gibi kaldı. Kapitalist bir çevreye dönüşerek mafyatik ilişkilerini böyle sürdürdüler
Şimdi soralım Erdoğan’ın etrafında, stratejik kurumlarının başında güvenebileceği tek bir kişi var mı? Fethullahçı Akar’a mı yoksa Ergenekoncu Soysuz’a mı güvenecek? Daha düne kadar kendisine küfürler eden Numan Kurtulmuş’a mı güvenecek? Yoksa tehdit ettiği Menzil, İsmailağa gibi cemaatlere mi güvenecek? Efkan Ala, Yalçın Akdoğan, İdris Naim Şahin, Ahmet Davutoğlu, Abdullatif Şener, Abdullah Gül, Bülent Arınç… Hepsi Erdoğan tarafından tasfiye edildi. Şimdiki yöneticiler bu durumu görüyorlar. Tasfiye olmaktansa tasfiye etmeyi neden denemesinler? Kendisinin atadığı Romanyalı yöneticiler rejim Çavuşesku ile özdeşleşmişti, bu yüzden de onun kurşuna dizilmesi doğru karardı diyorlardı. Tanıdık geldi mi?
NC/Nurhak Amanos