HABER MERKEZİ
Faşist yönetimlerin bir kısmı seçimle gelseler de seçimle gitmezler. Bir kısmı da Saddam veya Esad gibi seçim yaparlar ama bunlar göstermelik olmanın ötesine gitmez. Hatırlanırsa Saddam, Esad, Hüsnü Mübarek seçimlerde hep yüzde doksanın üzerinde oy alırlardı! Faşist ve diktatör yönetimlerin tarihlerine kısa bir göz atma gerekli sonuçları çıkarmak için yeterlidir.
Hitler ve Mussolini 2. Dünya savaşında yenildiler ve öyle aşıldılar. Bu faşistler hem içeride hem dışarıda savaşı dayattılar ve büyük yıkımlara, felaketlere yol açtılar. Saddam ve Esad gibilerinin bir kısmı darbeyle geldiler ve devleti ele geçirdiler. Ölene kadar da iktidarı bırakmadılar. 12 Eylül faşist darbesiyle iktidarı gasp eden Kenan Evren de seçimleri örgütledi ve yüzde doksanın üzerinde oyla kendisini seçtirdi. Bu seçimlerin meşru ve hukuka uygun olduğunu kimse iddia edemez. Bu faşistler veya diktatörler kendilerine göre kanunlar yapıp ülkeyi istedikleri gibi yönetirler.
Erdoğan da gelinen noktada bu faşist geleneğin açık bir izleyicisi. Seçimle geldi ama seçimle gitmemek için her yolu deniyor. Bir zamanlar seçilmişleri atanmışlara ezdirmem diyen Erdoğan şimdi seçilmişleri atanmışlara ezdiriyor. Milletvekilleri hapse atılıyor, belediye başkanları yerine kaymakamlar veya valiler atanıyor. Sokaklarda partililer veya milletvekilleri aşağılanıyor, polis tarafından saldırıya uğruyorlar. Erdoğan elindeki basınla katliamlara ve faşist uygulamalara zemin hazırlamaya devam ediyor.
Erdoğan, Suriye’de silahlı çeteleri Kuvayı milliye ilan ederek itibar kazandırmaya çalışıyor. Ama kendi vatandaşı olan ve yasalarına göre seçilmiş Kürtleri de karalıyor ve itibarsızlaştırıyor. Kürtler cumhuriyetin kuruluşuna katıldılar. Kürtler olmasaydı Türkler kendi başına bu savaşı yürütemez ve kazanamazdılar. Erdoğan bu tarihi gerçeğe bağlı kalacağına şimdi Kürtleri dünyada en tehlikeli ve ortadan kaldırılması gereken düşman olarak ilan etmiştir. Rusya’dan tutalım Araplardan devşirdiği ÖSO, DAİŞ ve El Nusra dahil Kürtlere karşı ittifaklar kuruyor. ÖSO çetelerini silahlandırıp besliyor. Türk ve Kürt halkından toplanan vergilerden milyarlarca dolar bu kirli ve kuralsız savaşa harcanıyor.
Erdoğan mevcut durumda istifa etmeliydi. Çünkü yerel seçimleri kaybetti. Dünyada bir benzeri daha olmayan ucube cumhurbaşkanlığı sistemi de hiçbir işe yaramıyor. Türkiye’nin hiçbir sorununu çözecek kapasitede olmadığı da kısa sürede ortaya çıktı. Erdoğan seçim yenilgisini gözden kaçırmanın ve yeni bir seçimi oldu bitiyle kazanmanın biricik yolu olarak yine Kürtlere karşı savaşı araç olarak görüyor. Halbuki kendisine kaybettiren zaten Kürtlere karşı yürüttüğü savaştır. Ama o savaşta ısrar ediyor. Kürtlere karşı düşmanlık yerine birlik ve ittifak kursaydı bu belaların hiç birisi Türkiye’nin başına gelmezdi. Üstelik Kürtler her fırsatta barış ve demokratik çözüm diye onlara çağrılar yaptı. Erdoğan Kürtlerle savaş yerine anlaşmayı seçseydi ne bu çetelere muhtaç olurdu ne ordusunu Suriye’ye sokup bu ağır faturaları ödemek zorunda kalırdı. Ekonomik ve demokratik yönden büyük bir gelişme kaydeder ve Ortadoğu’da seçkin bir model olurdu.
Erdoğan faşizmi ikna olacak veya demokrasiyi tercih edecek noktada değildir. Tersine demokrasinin tüm kırıntılarını da hedeflemiş ve katliamlar dahil bütün suçların altına imzasını atacak durumdadır. Çünkü Erdoğan kendisinin yerine kayyum olarak atanan Devlet Bahçeli tarafından yönetilmektedir. Bugün iktidarda olan Bahçeli’nin zihniyetidir. Bu durumda toplum ve demokrasi güçleri açısından iki seçenekten başka yol yoktur. Toplumsal güçler, demokratik muhalefet ya faşizme boyun eğecek ya da ona karşı direnecektir.
Faşizme karşı direnişin kolay olmadığı açıktır. Faşizme karşı mücadele yürüten diğer halklara baktığımızda ağır bedeller ödemişler. Ancak sonunda direnişi halklar kazanmış ve faşizm alaşağı edilmiştir. Erdoğan’ın kardeşi El Beşir de bugün hapiste ve cinayetlerinin, hırsızlıklarının hesabını vermekle meşgul! Erdoğan bunları hatırlamak istemez. Devletin gücünü elinde tuttuğu için herkesi ezmeye, korkutmaya ve teslim olmaya zorlamaktadır. Çünkü iyi biliyor ki, halk teslim olmaz ve direnişe geçerse onun hiçbir şansı kalmaz. İstanbul seçimler göz önünde. Bütün tezgah ve oyunlarına rağmen halk ona daha ağır bir tokat indirmiştir.
Halklar direnir ve yaratıcılığını kullanırsa mutlaka başarıya ulaşır. Bugün Erdoğan faşizminden zarar görenlerin sayısı Türkiye nüfusunun büyük bir kesimini oluşturuyor. Aleviler, Kürtler, demokratik çevreler, emek örgütleri, kadınlar, çevreciler, liberaller vb Erdoğan faşizmine karşıdırlar. Ancak faşizme karşı olan güçlerin temel zaafı örgütlü olmayışlarıdır. Örneğin Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine Erdoğan el koydu, zorbalık yaptı. Buna karşı halkın her türlü itirazı ve eylemi meşrudur. Ama yüzbinleri hemen sokağa dökemiyoruz. Olması gereken budur. Ama yüzbinler sokağa çıkmıyor diye direnişten vazgeçilemez. Direnmek olmazsa olmaz bir haktır. Direnişin yolları çoktur. Her sokakta bir grup insan bir araya gelip bir eylem koyabilir. Geceleri bütün şehir bir eylem alanına dönüştürülebilir. Bütün sokaklarda halaylar çekilebilir vb. önemli olan faşizme karşı ses çıkarmaktır. Köyler şehre akabilir. Herkes olduğu yerde oturup yaşamı durdurabilir. Şehirler ve köyler harekete geçerse polis vb güçler ne yapabilir?
AKP’nin rezil ve aşağılık propagandalarına karşı demokrasi güçleri atak ve yüksek bir moralle süreci sahiplenmelidirler. 17 yıldır Türkiye’yi bir talan ve soygun yerine çevirdiler. Binlerce insanın ölümüne yol açtılar. Artık faşizmin halklara söyleyeceği bir sözü kalmamıştır. Onlardan hesap sorma zamanıdır.
Yeni Özgür Politika/Zeki AKIL