ANF haber ajansına konuşan DirenÜniversite’den Ayşegül Korkut, özgür bir üniversite ve ülke mücadelesinin parçası olarak tekçi, baskıcı, otoriter ve bilim düşmanı iktidara direnip biat etmeyeceklerini vurguladı.
HABER MERKEZİ- DirenÜniversite oluşumundan Ayşegül Korkut, üniversitelerin siyasi iktidarı korkuttuğunu belirterek, bir yandan AKP’nin üniversiteleri fethetme harekatına karşı direnirken, diğer yandan bilimden, felsefeden sanata kadar çeşitli alanlardaki atölye çalışmalarıyla ortaklaşa üretimi geliştirmeye çalıştıklarını ifade etti. Şimdi AKP’nin üniversitelerde tam bir işgal gücü gibi bulunduğunu söyleyen Korkut, “Elbette yine tüm işgalciler gibi yarın üniversitelerimizi terk etmek zorunda kalacaklar” dedi.
Ülkeye ve topluma bilimsel ve sosyokültürel anlamda yön veren temel dinamiklerden olan üniversite öğrencileri, son zamanlarda muhalif tutumlarından ötürü daha fazla saldırıya uğruyor. OHAL ile birlikte gelen yasaklama furyalarına karşı çeşitli örgütlenmelere giden öğrenciler, 2012’de DirenÜniversite adında, tekçi anlaşıya karşı bir oluşum kurdu. Geçen hafta bir deklarasyon hazırlayan oluşum, bu bütün üniversitelerde duyurmayı hedefledi. Manifestosunda “Coğrafyamızda üniversite gençliğinin ezilen halklarımızın mücadele tarihinde yarattığı değerler ve bugün yerkürede kapitalizme karşı büyüyen isyan dalgası Direnişçi Üniversitelilerin esin kaynağıdır” diyen DirenÜniversite üyelerinden öğrenci Ayşegül Korkut, ANF haber ajansının sorularını yanıt verdi.
DirenÜniversite oluşumunun varlık nedeni ve son deklarasyonunuzu biraz anlatır mısınız?
DirenÜniversite, 2012 yılından beri çeşitli üniversitelerde tekçi anlayışın boğuculuğuna karşı nefes almaya çalışan, özgürlükten yana üniversitelilerin buluştuğu bir oluşum. Özgür bir üniversite, özgür bir ülke mücadelesinin parçasıyız. Bir yandan AKP’nin üniversiteleri fethetme harekatına karşı direnirken, diğer yandan bilimden, felsefeden, sanata kadar çeşitli alanlardaki atölye çalışmalarımızla ortaklaşa üretimi geliştirmeye çalışıyoruz. Örneğin “Köstebek Akademisi” çalışmamız bu üretim alanlarından birisi. “Bize her yer üniversite” parolasıyla kurduk akademimizi. Üniversitelerinden atılan hocalarımızla bu akademide buluşuyoruz ve akademik alanda üretimi sürdürüyoruz. Bu dayanışma hepimize çok iyi geliyor.
Özgür Bilim Demokratik Üniversite deklarasyonu da DirenÜniversite tarafından yayınlandı. Deklarasyonumuza, hazırlık aşamasından itibaren çok sayıda değerli hocamız da destek verdi.
Sınavsız eğitimden söz etmişsiniz. Bu neden önemli ve Türkiye’de bunun sağlanması mümkün mü?
Her anlamda sınavsız üniversiteyi savunuyoruz; giriş sınavlarının, eğitimi sürecinde de sınavların kaldırılmasından yanayız. Her ikisi de bizim mücadelemizin hedefi. Türkiye’de eğitim faciası yaşanıyor. Sosyoloji kitaplarından Marx, biyoloji kitaplarından Darwin çıkartılıyor. Sistem error veriyor. Tablonun bir yanı bu. Diğer yandan sınırlı bir kesim, daha ilköğretimden başlamak üzere görece daha nitelikli eğitim olanaklarından yararlanabiliyor. Bu sistemde buna ne kadar nitelikli denebilirse artık… Tüm bunların maliyeti çok yüksek; özel dersler, özel okullar, özel dersaneler… Yüksek maliyeti karşılayacak ekonomik gücü olanlar, üniversiteli olabilme ayrıcalığından yararlanabiliyor. Üniversite eğitiminin bir ayrıcalık değil, hak olması gerektiğini söylüyoruz. Bugün Türkiye’de bu hedefimizin gerçekleşmesi mümkün değil. Eşitliksiz, adaletsiz bir sistemin üniversitelerine eşit koşullarda girilemez. Biz eşitlikten, adaletten yana yarınların mücadelesini veriyoruz. Hedeflediğimiz üniversiteler, birlikte kuracağımız yarınların üniversiteleri. İstediğimiz bir yaşamı kurmamızın da mümkün olduğunu düşünüyoruz. Buna sonsuz inanıyoruz.
Üniversite eğitimi sürecinde sınavların kaldırılması da yarınların üniversitelerinde olabilecek ve olması gereken bir şey. Bugünün eğitim sistemi hiyerarşik. Öğrenci, özne olamıyor, edilgen bir varlık. Hoca, öğretiyor, öğrenci öğreniyor, hoca öğrencisinin öğrenip öğrenmediğini sınıyor ve karar veriyor. Tek taraflı bir ilişki. Oysa bilimsel üretim süreci, hoca-öğrenci birlikteliğiyle kolektif ortamlarda gerçekleştirilebilir. Yoğun düşünmeye, araştırmaya, uygulamaya dayalı üretimin sonuçları da yine bu kolektif ortamlarda değerlendirilebilir. Bu durumda öğrenciler sürecin özneleri haline gelebilir. Bilimin mantığına en uygun olan da bu. Böylesi uygulamaların küçük örneklerini bugünden yaşıyoruz. Genellikle yüksek lisans eğitimi aşamalarımızda bu anlayışta hocalarımızda bu yaklaşım var. Sınavsız üniversitenin ipuçları bugün bile yaratılabiliyor.
Barış akademisyenleri ihraç edildi. Bu anlamda bir çoraklaşma, bahsettiğiniz hedefleri geciktirme söz konusu değil mi?
Tam bir kıyım yaşanıyor. Üniversitelerimiz, AKP iktidarının saldırılarının hedef tahtasında. Barıştan, bilimden, özgürlükten yana hocalarımız üniversitelerinden atılıyor. Biz öğrenciler, disiplin soruşturmalarıyla aynı tehditle karşı karşıyayız. Üniversiteyi üniversite yapanlar atıldığında, o binalara artık üniversite denebilecek mi? Bu kıyımın nedeni çok açık. Gezi isyanını hatırlayalım. İsyanın ana dinamiklerinden birisi hocasıyla, öğrencisiyle üniversitelilerdi. Sonrasında ne kadar fethetmeye çalışsa da AKP üniversitenin dokusuna dışarlak (dışarı doğru çıkıntılı/Düzce halk ağzı) kaldı. Üniversitelere baktığında hep Gezi isyanını hatırladı. Ne yaptıysa, ne ettiyse kabusu olan o ruhu ortadan kaldıramadı. Aslında isyan ve özgürlük ruhu, aynı zamanda bilimin de ruhu. Bilimsel üretim, ezberi sevmez; düşünür, sorgular, itiraz eder ve hakikatın izini sürer. Tekçi akıl, tüm bunlardan olağanüstü rahatsızlık duyar.
Şimdi AKP, üniversitelerimizde tam bir işgal gücü gibi. Üniversitelerimizin içindeler ama tüm işgalciler gibi yine ‘dışarlak’ durumdalar. Elbette yine tüm işgalciler gibi yarın üniversitelerimizi terk etmek zorunda kalacaklar.
Tekrar deklarasyona dönersek, bu deklarasyondaki muradınız nedir?
Üniversitenin sıfırlanma noktasına getirildiği bu süreçte “nasıl bir üniversite istiyoruz” sorusunun bir kez daha sorulmasını çok anlamlı buluyoruz. Deklarasyonumuz, bu soruya vermeye çalıştığımız bir yanıttır. Aynı zamanda mücadele ufkumuzdur. Kuşkusuz özlemini duyduğumuz üniversitelere AKP’nin gidişiyle bir anda kavuşacağımızı düşünmüyoruz. Eşitlikten, özgürlükten yana bir yaşamın üniversiteleri bizim hedeflediğimiz. Bu yolculuğumuzda bugünün ana görevlerinden birisi, mevcut tekçi, baskıcı, otoriter ve bilim düşmanı siyasi iktidara direnmek, biat etmemek. Ama ondan sonra da hedefe varmak için daha yürünecek çok yol var.
‘Savaşın lokumu olmaz’ diyen Boğaziçili öğrencilerin tutuklanmasını nasıl izah ediyorsunuz?
Siyasi iktidarın yönetme tarzı bu. Kendisinden farklı düşünen hain ilan ediliyor. Yönetme tarzından da öte, gerçekten buna inanıyorlar. Düşüncelerini ifade eden arkadaşlarımız da büyük bir kin ve öfkeyle devletin zirvesinden hedef gösterildi. Bu ruh halinin bir arka planı var; tam bir paranoya durumu. Üniversiteler, siyasi iktidarı korkutuyor. Tekrar edelim, üniversitelere baktığında hatırlamak zorunda kaldığı Gezi isyanı, AKP iktidarının travmasıdır; aşamıyor…
Kendinizi toplumsal muhalefetin neresinde görüyorsunuz?
Yalnızca Türkiye’de değil, her yerde ve geçmişten bugüne öğrenci hareketi, toplumsal muhalefetin önemli bir bileşeni. Hatta zaman zaman ateşi tutuşturan bir kıvılcım. Bu süreçte yer alan öğrenciler, öğrencilik hayatlarından sonra toplumsal muhalefeti örgütleyen çeşitli kurumlar içerisinde de önemli roller üstleniyor. Sayısız örnekleri var bunun. Özgürlük düşmanı siyasi iktidarların hep başının belası oldu üniversiteler ve olmaya da devam edecek. Çünkü onurlu bir bilim insanına hiç bir kararname, dünyanın düz olduğunu söyletemeyecek.