HABER MERKEZİ
1980’li yılların ortalarında PKK Behdinan ve Botan bölgelerinde yeni yeni örgütleniyordu. Buralarda ilk başlarda KDP güçlüydü. Ancak PKK hızla kitleselleşiyor, temsil ettiği mücadele çizgisi halkta karşılık buluyordu. PKK’liler ile tanışan halk “bunlar peşmergeler gibi değil” diyerek yönünü PKK’ye çeviriyordu. PKK’nin gerilla savaşı için hazırlıkları ve Botan’da giderek kitleselleşmesi Türk devleti başta olmak üzere KDP’yi ciddi anlamda rahatsız etmişti. KDP, PKK gerillalarının alanda yeni olmaları ve içinde bulunduğu zorlukları anı anına sınırdaki Türk karakollarına bildiriyordu. Örneğin Şemdinli hududuna yakın yerde bulunan KDP sorumluları ve aynı şekilde Amediye mıntıkasındaki sorumlularının bir kesimi Türk devletiyle sıkı ilişki içindeydiler ve PKK hakkında sistematik bilgi aktarıyorlardı. KDP, PKK el altından da karşı propaganda geliştiriyor, PKK’lilerin savaşma yetenekleri olmadığını yayıyor, halkı PKK’den uzak tutmaya çalışıyorlardı. Ayrıca sistemli bir şekilde aşiretleri de PKK’ye karşı kışkırtıyorlardı. Bunlar tutmayınca bu kez PKK’nin KDP’nin olanaklarına dayanarak direnişi hazırladığının propagandasını yapmaya başladı. Bu iddianın gerçekle alakası yoktu. PKK hareketinin savaşı ve direnişinde KDP’nin tek mermilik desteği olmamıştır.
Hêzil şehitleri ve KDP kuryesi
1982 sonbaharında bir PKK grubu Hêzil çayı üzerinde pusuya düşürüldü. Şahin Kılavuz’un komutasında yer alan grupta Cahit Dayan, Fuat Ertürk, Musa İlk, Hasan Özçelik, M. Beşir Aksoy, Veysi Hantaş, Veysi Şimşek Hêzil Çayı’ndan geçerken hayatlarını kaybettiler. Bu gerillalar, o dönem Lübnan-Filistin sahasında eğitim görüp hazırlık yaparak, 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı savaşmak üzere Kürdistan’a dönmekte olan gerilla gruplarından bir tanesiydi. Henüz net olmamakla beraber 8 PKK’linin hayatını kaybetmesinde KDP’nin parmağı olduğu belirtiliyor. Gruba yol göstericilik yapan KDP’li bir kurye grubu yalnız bırakmış, pusu kurulan yere sürmüştü. Bu katliam aslında PKK’ye bir gözdağı ve Kürdistan’a açılmasını önlemeye yönelikti. O dönem KDP’nin en büyük kampı olan Habur’daki Lak-1 bu tür komplolarda ustalaşmıştı. Lak-1 sorumluları bölgedeki Türk yetkilileriyle düzenli toplantı yapıyorlardı ve Türk komutanlarının denetimindeydiler.
Karasungur cinayeti
1982 ortalarından itibaren PKK gerillaları Güney Kürdistan’da yoğunlaşmaya başlamıştı. Aynı dönemde KDP ile YNK arasındaki iç çatışmalar üst boyutlara varmıştı. Çatışmanın tarafları Saddam yönetimiyle uğraşma yerine silahlarının namlularını birbirine çevirmişlerdi. Çatışmalarda ölenler ve yaralananlar çoktu. Oysa 1982 yılında Irak yönetimi çok zayıflamış, savaşta kesin üstünlük kuramayan İran’ın ise birleşik bir Kürt cephesinin isteklerine karşı direnme gücü azalmıştı. Fakat mücadeleyi sürdürecek güçler bu konumdan uzaktılar. PKK, ulusal birliği sağlama ve iç çatışmaları önleme misyonuyla araya girdi. PKK’nin ne KDP ne de YNK’yle kavgası vardı, iki örgütle de ilişkileri vardı. PKK’nin bu arabuluculuk faaliyetlerinde Mehmet Karasungur merkezi bir rol alıyordu. Karasungur’u tüm örgüt yöneticileri tanıyorlardı. Kardeş kavgasını önlemeye giden Karasungur ve yanındaki İbrahim Bilgin kendilerini YNK-IKP çatışmalarının içinde buldular. 2 Mayıs 1983’te bu çatışmanın içinde kalan Karasungur ve İbrahim Bilgin katledildiler. Cinayet kasıtlı işlenmişti. Karasungur, bulundukları köyü kuşatma altına alan YNK peşmergelerine doğru gitmiş, adını, PKK’li olduğunu söylemişti. Elleri havadayken vurmuşlardı, hem de tarayarak. Bununla yetinmeyip Karasungur’un tabanca ve ayakkabısını da almışlardı. Karasungur katledilmesinin anlamı açıktı, Kürdistan halkının ulusal birlik özlemine kurşun sıkılmıştı.
1983 yılında Talabani, Saddam rejimiyle görüşmelere başlamıştı. İran karşısında zorlanan Saddam, iç cephesini genişletmek için bazı tavizler vermiş, otonomiyi kabullenmişti. Aynı süreçte Amman’a giden Kenan Evren, Irak yetkilileriyle görüşerek otonomi anlaşmasını önlemişti. Paris’te Fransız yetkilileriyle görüşen Talabani, bu toplantıda Fransızların istemine uyarak Bağdat yönetimiyle anlaşmaya oturduğunu açıklamıştı. KDP ise tavrıyla YNK’yle birliği imkansız hale getiriyor, onu Saddam’ın kucağına itiyordu.
1983 Güney işgali
1983 kışında Türk ve Irak yönetimleri aralarında sınır güvenliği ve işbirliği anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre devlet sınırlarını ihlal eden güçlere karşı, iki tarafın ordusu birbirinin sınırından 10 km içeriye kadar operasyon yapma hakkı elde ediyordu. Irak ordusu güneyde ve İran cephesinde yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla bu anlaşmayla esas olarak Türk ordusu devreye sokuluyordu. Anlaşmanın PKK’nin yeni yeni geliştiği bir sürece denk düşmesi tesadüfi değildi. Kaldı ki Türk devleti, 1982 sonlarından itibaren bölgede PKK faaliyetleri hakkında istihbarat toplama çalışmasını yoğunlaştırmıştı.
1983 baharında Türk ordusu Uludere-Çukurca hudutu boyunca sınıra güç yığdı. Uludere’nin Hedriş köylüleri askerlerin köydeki devlet terörünü protesto için subaylara saldırmış, birkaç subay ve asker vurmuşlardı. Türk ordusu bu olayı bahane ederek Mayıs ayı sonlarından itibaren sınırdan birkaç km içeriye kadar olan alanı işgal etmeye başladı. İşgal PKK’nin gerillaları iç bölgelere dağıtması günlerine denk düşüyordu.
Karar verecek durumda olan KDP idi. KDP ise çekilme kararı almıştı. O dönemki KDP Lak-1 sorumlusu Dr. Cercis, kararın partiden geldiğini, Türk ordusuna direnenin ”Kürt halkına ihanet etmiş olacağını”, Mustafa Barzani’nin sözlerine atıf yaparak açıkça söylüyordu. PKK ise direnerek aktif bir şekilde geri çekilmeyi önermiş, ancak bu öneri reddedilmişti. KDP bozguncu bir şekilde kaçmıştı. Aslında Türk komutanları KDP komutanlarıyla görüşüyor, şu tepeye kadar çekilin diyor, peşmergeler de çekiliyordu. Türk ordusu sınırın güneyinde boş bir koridor oluşturmak istiyordu, KDP bu isteği yerine getirmişti. KDP, Türk devletinin talebi üzerine köylülerin karşı çıkmasına rağmen sınır şeridini boşaltmıştı. KDP’nin bu teslimiyetçi tutumu halkın moralini bozmuş, peşmergelikten istifalar edenler bile vardı. (*)
Türk ordusu PKK’yi sınırdan uzaklaştırmak istiyordu. Bunun için de KDP’yi kullanıyordu. KDP sınır boyunu boşaltmıştı. (Tıpkı bugün Kanîmasî ve Zaxo’da tepeleri Türk ordusuna teslim etmesi gibi.) Oysa PKK ise kendi gücü ve olanaklarıyla bölgeye yerleşmişti. Yani KDP’nin bölge üzerinden hiçbir hak iddia etme hakkı yoktu. Uğruna ölünülen, kan dökülen topraklar hak edilen topraklardı. KDP bölgeyi Türk ordusunun isteğiyle direnmeden boşaltmıştı. Aslında KDP’nin desteğiyle Türk devleti Güney’e girmişti. O gündür bugündür Türk devleti Güney’de konumlanmış durumda.
KDP, bu dönemde PKK’den ayrılan kişilere de arka çıktı. PKK’ye karşı bu faaliyeti doğrudan örgütledi ve destekledi. 1983 yılında PKK direnişi geliştirmeye çalışırken, içerden ve dışardan örgüt hücuma uğruyor, bölünmek ve parçalanmak istiyordu. PKK binbir emekle Kuzey Kürdistan’a kadro ve savaşçı aktarıp direnişe sokarken, buna karşı duranlar ise KDP’ye sığınıyordu. KDP bunları sonuna kadar kullandı, bir kısmını da Avrupa’ya yolladı. Aslında Türk devletinden önce KDP ‘pişmanlık yasası’nı hayata geçirmişti. KDP kurnaz davranıyordu, sözde bile kalsa PKK ile dostluk anlaşması vardı, bu nedenle o dönem PKK’den ayrılanları taşeronu gibi kullandığı IKP’ye yolluyordu.
KDP: Türk devleti ile savaşmayın
PKK, tarihi 15 Ağustos Atılımı’na hazırlanıyordu. Mahsum Korkmaz’ın (Agit) öncülüğünde HRK gerillaları 15 Ağustos 1984 tarihinde Eruh ve Şemdinli ilçelerindeki Türk ordu birliklerine saldırarak Türk rejime savaş ilan etti. 15 Ağustos Atılımı’yla artık yeni bir dönem başlıyordu. 15 Ağustos Atılımı’nda ilk kurşun sıkıldığında da aynı güçler yine harekete geçmişti. Doğal olarak Kürt ve Türk sol örgütlerine, kendine yurtseverim diyenlere düşen görevler vardı. Bunlar PKK’yi desteklemeli, PKK’nin direniş, dayanışma ve cephe çağrılarını bir fırsat olarak değerlendirmeliydiler, fakat tam tersini yaptılar. Özgürlük Yolu, Pêşeng (DDKD), Ala Rizgari, IKP, TKP, TİSP ve paralellerinde düşünen örgütlerin tümü 15 Ağustos Atılımı’nı ‘teröristlikle’ eşdeğer gördüler. Onlar da Türk sömürgeciliğiyle birlikte PKK’ye savaş ilan ettiler. Bunların gerilla eylemlerine itirazı iki noktada toplanıyordu: PKK sözde Türkiye’nin demokrasiye geçmesini önlüyordu ve eylemleriyle Türk ordusunun Güney Kürdistan’a girmesine zemin yaratıyordu. Aslında saldırganlar durumu çok iyi görüyor ama bu izahları hesaplarına geliyordu. PKK’ye bu şekilde karşı çıkış, karşı çıkanları devletin yedeğine düşürüyordu.
Kaldı ki Türk devleti zaten İran-Irak çatışmasının içinde ve taraftı. PKK’nin direnişi Türk ordusunun Güney’e saldırısı için bir gerekçe değil, bir engeldi. 15 Ağustos KDP’nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştı. KDP, PKK’den bu atılımı yapacak gücü beklemiyordu. KDP’nin PKK’ye yönelik tasfiye ve kontrol planları suya düşmüştü. Ancak PKK ile imzaladığı bir dayanışma metni vardı. Metne göre KDP’nin PKK’yi tüm olanaklarıyla desteklemesi gerekirdi. Ancak KDP beklentilerin tam tersini yaptı. PKK’den sınır boyundaki ‘kamplarınızı kapatın’, ‘Türk ordusuyla mücadele gücümüz yok’, ‘erzağımız oradan geliyor’, ‘Türk devletiyle aramızı açmak istemiyoruz’ ve Hakkari ve Botan’da değil, daha iç bölgelerde, mesela Dersim ve Amed gibi yerlerde üslenin ve eylem yapın dayatmasında bulundu. Daha ileri giderek dolaylı olarak ‘size saldırırız’ tehdidinde bulunuyordu. KDP’nin istekleri, Türk devletinin talepleriydi. Amaçları PKK’yi ve özgürlük mücadelesini tasfiyeydi. KDP’nin diğer bir korkusu daha vardı. PKK’nin Zaxo, Amadiye, Şervan ve Bradost gibi bölgelerde halkla güçlü bağları oluşmuş, peşmergeleri ve halkı etkilemişti. KDP, bundan rahatsızdı. Aslında KDP açıkta şunu söylüyordu: Türk devleti ile savaşmayın.
Koruculuğu KDP teşvik etti
Kenan Evren, Milliyet gazetesinde yayınlanan anılarında, İran makamlarından KDP’ye baskı yapmalarını istediğini, KDP’nin baskısı sonucu PKK’nin kamplarını kapattığını yazıyordu. Oysa PKK hiçbir kampını kapatmamıştı, ama Türk devleti ve KDP’nin işbirliği içinde olduğunu deşifre ediyordu. KDP’nin içinde Türk ajanları cirit atıyordu. Ellerinde gerillaların fotoğraflarıyla ortalıkta gezinen bu ajanları KDP koruyordu. KDP, PKK’ye karşı önlem çerçevesinde büyük bir aydın kıyımına girişmişti. Zaxo, Amediye, Duhok gibi bölge komitelerinde bulunan aydınlar saf dışı ediliyordu. KDP, bazı aydınları da Tahran’a çekmiş, PKK’ye karşı nasihatlar veriyordu. KDP bölge ve yerel komiteleri ve Türk devletiyle arası iyi olan yöneticilere devredilmişti. Sınır boyunda Türk devletiyle arası iyi olanları resmen yönetici yapılmıştı. Zaxo bölgesinde Salman Sindi bunlardan biriydi.
KDP hiçbir zaman uymadığı dayanışma ilkelerini rafa kaldırmış, ihanet etmişti. PKK’yle ilişkilerini hemen hemen tümden kesmişti. KDP yine de kurnaz davranıyor, doğrudan saldırma yerine bazı aşiret ağalarını, taşeron örgütlerini saldırtıyordu. Tüm bunlarla yetinmeyen KDP başka bir oyuna da başvurmuştu. 1984 yılı sonlarında Kuzey Kürdistan’dan kendilerine ”T-KDP”nin yöneticileri diyenler ‘PKK’ye eylem yaptırtmayacağız’ tehdidinde bulunuyorlardı. Birkaç kişi olmalarına rağmen bu cesareti kimden alıyorlardı? Elbette Türk devletinden, çünkü Kuzey’de KDP’ye bağlı aşiret ağalarının hemen hemen tümü 1984 yılının sonundan itibaren PKK’ye karşı Türk devletinden silah almaya başlamış, korucu olmuşlardı.
PKK’nin mücadelesi KDP’yi korkuya düşürmüş, cephesini genişletmeye itmişti. 1985 yılında Sami Abdurrahman’ın I-KDHP’ne izin çıkmıştı. Aynı yıl KDP-YNK ilişkileri de sıklaşmıştı. Bu ilişki ancak 1986 yılının sonlarında dayanışma metnine yansıdı. Kurulan birlik İran’ın yedeği olmaktan kurtulamadı.
Peşmergeler PKK’ye karşı savaşmayı reddettiler
Türk devleti PKK’ye karşı 1984 yılı sonlarında kapsamlı politikaları hayata geçirmeye başladı. Sınıra yığılan ordu birlikleri, koruculuk, pişmanlık yasası, özel timler bu yönelimin kurumsal biçimleriydi. Gerillaya ve Kürt halkına karşı kirli, özel savaşın ilk denemeleri yapılıyordu artık. Türk devleti, KDP’ye de büyük rol atfediyordu. KDP de devletle pazarlık için iyi bir fırsat yakaladığını düşünüyordu. PKK, 15 Ağustos 1984 Atılımı’ndan sonra yeni bir atılıma, 21 Mart 1985’te kurulan ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)’nin kuruluşunu eylemlerle duyurmaya hazırlanıyordu. İşte bu atılımı önlemek için Türk devleti ve KDP bütün olanaklarını kullanmaya başladı. KDP, tuzak, provokasyonlarla PKK’yi Güney’de çatışmalara çekmek, Kuzeye girişi önlemek ve Kuzeyde kalan ilişkisiz birimleri imha etmekti. Kuzey’e giriş yapan birkaç grubun, KDP’nin sınır birimleri tarafından devlete ihbar edilerek ederek pusuya düşürülmelerine yol açtılar.
Bu komplolar sonuç vermeyince asıl komplo planı ERNK’nin ilanı sürecinde 1985 Nisan’ında hayata geçirildi. Haftanin mıntıkasında IKP, PKK savaşçılarına saldırtıldı. Aralarında İdris Ökmen, Rauf Akbay, Abdurrahman Aytemir ve Ozan Sefkan’ın olduğu 8 PKK gerillası hayatını kaybetti. PKK komplonun farkına varmış, çatışmaları büyümeden kontrol altına almıştı. KDP’nin oyununu bozuyordu. KDP çatışmaları büyütmek ve doğrudan içine girmek için yeni komplolara girişti. Zaxo’nun Sindî aşiretinden bir köylüyü vurarak, aşireti PKK üzerine saldırtmak istedi. Ancak Sindî aşireti bu oyuna gelmedi. KDP merkezi, CUD üyesi bir örgüte PKK’nin saldırdığını iddia ederek, Bosalı Mehmet Halit yönetiminde adamlarını gerillaların üzerine saldırttı. Ancak peşmergeler ve komutanları arasında ikililik çıktı. Başta Sadık Omer olmak üzere bazı komutanlar PKK’ye karşı savaşmayı reddettiler. Bir saldırı durumunda yerlerinin PKK gerillalarının yanı olacağını söylediler. Bu tutum da eklenince KDP’nin planı bozulmuştu. (**)
KDP resmen açıklamamasına rağmen PKK ile olan dayanışma belgesini yırtmıştı. Güney’de PKK’nin çalışmalarını illegal ilan etmişti. Hatta bazı PKK kadroları hakkında tutuklama kararı çıkarmış, PKK kamplarına karşı saldırılar başlatmıştı. KDP bazı aşiret liderlerini kullanıyordu. Mantık çok basit ve tehlikeliydi, PKK eylem, örgütleme yapmasın, Türk ordusunu rahatsız etmesin. KDP’liler 17 Ağustos 1985 günü PKK’nin önde gelen ve en eski kadrolarından olan Hamit Avcı’yı (Hasan) Şemdinli-Yüksekova sınırında katlettiler, cesedini Türk karakoluna teslim ettiler. Bu örnekler zaman içersinde çoğaldı, çok sayıda PKK savaşçısı ya da yaralısı Türk devletine teslim edilmeye başlandı.
KDP anlaşmayı fesh ediyor
KDP artık Türk ordusuyla açık çalışmaya başladı. 1985 yılının sonlarında KDP peşmergeleri, Zaxo bölgesinde PKK’ye karşı saldırıya geçti. Gerillalar tıpkı Türk askerlerine karşı KDP’nin komplo, provokasyon ve pusularına karşı da önlem alıyordu. 1980’lerin sonuna doğru gelirken KDP Lak sorumlularından Dr. Sait Ahmet Barzani ve Dr. Kemal Kerkuki gibi komutanlar Türk karakollarıyla olan ilişkilerini artık saklamıyorlardı. Türk devleti de KDP ile olan ilişkilerini derinleştiriyordu.
Kuzey Kürdistan’daki PKK direnişi kök saldıkça KDP, Türk devletinden yana tavır alıyordu. KDP, 1987 yılının Mayıs ayında bir açıklama yaparak, 1983 Mayıs’ında Şam’da PKK ile yaptığı antlaşmayı tek taraflı olarak feshettiğini ilan ediyordu. Buna ilişkin KDP sorumlularından Dr. Ahmet Barzani şöyle diyordu: “Türkiye’yi dost olarak görüyoruz, Türkiye’ye ihtiyacımız var. PKK’li olduklarını söyleyenler bizim düşmanımızdır.” Mesut Barzani ise, “artık bundan böyle PKK’nin denetimimiz altındaki bölgelerde varolabilmesi asla olası değildir” diyerek, gerillaya savaş ilan ediyordu. Barzani, artık PKK’yi ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ı açıktan hedef alıyordu.
KDP, uluslararası platformlarda da PKK’yi karalama çalışması yapıyordu. İsveç, Almanya’da Kemal Burkay kişiler aracılığıyla bunu yapıyordu. Çünkü direniş içinde kalan, halkın kurtuluş umudunu diri tutan PKK Kürdistan’da mücadele alanında kalmıştı. PKK sadece Kuzey’de mücadeleyi geliştirmemiş, Güney’de de örgütlenmeye başlamıştı.
Barzani-Demirel görüşmesi
Mesut Barzani, Türkiye’ye ilk defa 1992 yılının 20 Şubat günü geldi. Barzani, bu ziyareti sırasında, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e, 1979 yılında ABD’de vefat eden babası Molla Mustafa Barzani’nin, Türklerle ilgili bir vasiyetini açıklamıştı. Bu görüşmenin tanığı, eski Devlet Bakanı Cavit Çağlar, 2017 Eylül ayında Hürriyet Gazetesi’ne o görüşmeyi şöyle anlatmıştı:
“Barzani, bu tarihi görüşme sırasında Sayın Başbakanımıza aynen şunları söyledi: ‘Sayın Başbakan, bizleri huzurunuza kabul etmenizden dolayı, sizlere şükranlarımı sunuyorum. Sözlerimin başında, rahmetli babamın bir vasiyetini müsaadelerinizle arz istiyorum.
Babam, 1975 yılında rahatsızlandı. Tedavisini, dört yıl boyunca ABD’de yaptırdık. Hastalığının son dönemlerinde bendenize ve merhum ağabeyim İdris Barzani’ye, vasiyet edercesine, aynen şunları söylemişti: ‘Evlatlarım, bu Saddam belası, Irak’taki Kürt neslini yok etmek istiyor. Biliyorsunuz, İran da bizi ortada bıraktı. Bölgemizde tek güvenebileceğimiz millet, Türkler’dir.
Ben bugün varım, yarın yokum. Başınız derde düşse de düşmese de Türklerle temas kurun. Onlara güvenin ve dayanışma içerisinde olun!..’’
Hamit Avcı’nın katledilmesi
Hamit Avcı, PKK’nin kuruluş sürecinde örgüte katılan kadrolardan biriydi. Fizik olarak zayıf olduğu için Mazlum Doğan kendisine ”Sömürge” lakabını takmıştı ve uzun süre, bu lakabıyla tanınıyordu. Hamit Avcı, 1977 yılında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü bitirdi. Mazlum Doğan’la birlikte Batman ve Gercüş‘de örgütsel çalışmalar yürüttü.
1979 yılına dek iki yıl öğretmenlik yaptı. Kısa sürelerle iki kez gözaltına alındı. 1979’da eğitim için Ortadoğu’ya gitti. 1980 yazında tekrar Kuzey Kürdistan’a dönen Hamit Avcı, 1981 yılı başında Doğu Kürdistan’a geçti. Mehmet Karasungur ile uzun bir süre çalıştılar. Hamit Avcı, ilk gerillaların eğitilmesinde önemli görevler yürüttü. Kaldığı tüm kamplarda PKK gerillalarına Kürtçe dersler de veriyordu.
17 Ağustos 1985’te Hamit Avcı, KDP güçleri tarafından Zagros’un Edilbe köyünde katledildi. KDP, Avcı’nın cesedini Türk karakoluna teslim etti.
Yeni Özgür Politika/İsmet KAYHAN
Yarın: 1992 Güney Savaşı