HABER MERKEZİ
Sovyetlerin çözülmesi, ABD’yi ve müttefiklerini dünyanın tek egemenleri durumuna getirmişti. Ulusal sorunlar alevlenmiş, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya gibi birçok bölge daha savaşların alanı haline gelmişti. Ortadoğu ABD’nin yeni planlarının hayata geçirileceği alanların başında geliyordu. Irak ordusunun 2 Ağustos günü Kuveyt’i işgal etmesi ABD’nin bölgeye kapsamlı müdahalesine olanak yarattı. Güvenlik Konseyi’nin kararıyla Irak’a karşı başlatılan savaş Irak’ın bozgunuyla neticelendi.
Körfez savaşının başından beri Kürdistan’ın savaşın alanı olacağı belliydi. Gelişmeler içinde aktif bir şekilde yer alan Türk devleti, savaşı gerekçe göstererek PKK’yi imha etmeyi hedefliyordu. Ancak Körfez savaşı aynı zamanda yeni fırsatlar da yaratmıştı. Bu doğrultuda 1991’in Şubat ayında PKK, KDP-YNK ve İran KDP temsilcileri arasında gerçekleştirilen toplantılar sonucunda Ulusal Cephe Hazırlık Komitesi oluşturulmuştu. Bu adım Kürt halkının birlik yönündeki umutlarını güçlendirmişti. Ancak bu çalışmanın içindeki her güç aynı ölçüde tutarlı değildi.
Irak devletinin dağılma süreci Mart 1991 ayında Güney Kürdistan’daki ayaklanmanın (Raperîn) başlamasına gerekçe oldu. Raperîn’e Saddam’ın milisi olan aşiretler de katılmıştı. Ayaklanmada ne KDP ne de YNK vardı. Ancak Raperîn başarıya ulaştıktan sonra alana indiler.
Raperîn, Talabani ve Barzani’nin iştahını kabartmıştı.KDP ve YNK ulusal cephe çalışmalarından çekildiler. ABD başta Kürt ayaklanmasından yana gözükmüş, sonra Kürtleri yalnız bırakmıştı. Savaşı başlatanlar Saddam’ın toparlanarak Kürt halkına saldırmasına olanak verdiler ve bu saldırıyı desteklediler. Gerçekte Saddam’ı devirmemek ve Irak’ı dağıtmamak için daha savaşın başında ABD, Suudi, Türk devleti anlaşmaya varmıştı. İran da Kürt sorunundan ötürü Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını istiyordu. Amaç Saddam’ı güçsüzleştirmek ve bölgeye tam yerleşmekti. (*)
Irak ordusundan kaçan Kürtler Türkiye ve İran’a sığınmıştı. Türk devletine gün doğmuştu. Artık Barzani’nin yeni efendisi ABD ve İran değil, ABD ve TC idi. İran’la Türkiye hamilik konusunda yarışıyor, ABD’nin ağırlığını Ankara’dan yana koyması nedeniyle İran kaybediyordu.
Mesut Barzani: ‘Biz kardeş Saddam’la anlaşırız
Kürtlerle ilgili geniş bir uluslararası kamuoyu oluşmuştu. Türk devleti gelişmelerden rahatsızdı. Devreye yine Talabani ve Barzani sokularak Saddam’a gidin denildi. Mam Celal hemen Bağdat’a gitti, Mesut da “bizi rahat bırakın, biz kardeş Saddam’la anlaşırız” dedi ve Irak’a uygulanan ambargoya karşı çıktı. Gelişmeler Türk devletinin istediği gibi gidiyordu. Saddam bile şaşırıp kalmıştı. Irak yönetimi 11 Mart 1970 tarihli otonomiyi taahhüt etti. (**) Güney Kürdistan, ekonomik kaynak araştırmacıları, şirketler ve askeri uzmanlar tarafından doldurulmuştu. Kürtleri koruma adı altında bir güvenli bölge oluşturuluyordu.
Bağdat rejimi onlara bir şey vermeyecekti. Saddam’ın taktiği toparlanmak ve tekrar ABD ile uzlaşmaktı. YNK ve KDP anlaşma noktasına geldikleri Bağdat rejimiyle aralarını bir daha açarak sorunun çözümünü Saddam’ın devrilmesi koşuluna bağladılar. Madem ki bu gerçek biliniyordu, neden hemen büyük göç ve katliamdan sonra Saddam’ın ayağına gidildi. Neden KDP-YNK Bağdat’ta temsilcilik bulundurdular? Bu dönüşün arkasında yine Türk devletinin parmağını aramak gerekir.
“İyi Kürt, Kötü Kürt” politikası
KDP, YNK Irak muhalefet güçlerine yönelmişlerdi. Ancak bu muhalefetin sorunları vardı. Cılızdı, muhalefeti oluşturan unsurlar, Türk ve bölge devletlerince yönetiliyorlardı. Muhalefetin güçlü öğesi olan Şiiler, İran yönetimiyle birlikte hareket ediyordu. İran, Kürt sorunundan korkuyordu. ABD’nin Güney Irak’taki Şii nüfusu belli bir askeri korumaya alması, hem onları kendi politikasına çekmesi hem de İran’la Irak üzerinde olası bir anlaşmanın zeminini yaratmak içindi. Çok etkin olması gereken Kürtler KDP ve YNK’nin tutarsız politikası nedeniyle rolünü oynayamıyordu. Türk devleti baştan beri gelişmelerin içindeydi, daha fazla da içine girdi.
İran, Kürt sorunundan duyduğu korku ve KDP-YNK ikilisinin Türkiye ve ABD ile ilişkilerinden ürkerek Güney Kürdistan’a olan ekonomik yardım kapısı olmayı reddetti. Irak zaten ambargo uyguluyordu. Suriye bu yükü kaldıracak durumda değildi. ABD, Golan’ı geri vermeyi ima ediyordu, bu da İsrail-Suriye anlaşmasını muhtemel hale getiriyordu. Güney’in dışa açılan tek kanalı Türkiye oldu. Sanki gizli bir el bu durumu yaratıyordu. KDP ve YNK bu durumun doğmasında bilinçli rol oynadılar. Sonraki yıllarda Türkiye-KDP bütünleşmesine baktığımızda KDP’nin bunu özellikle tercih ettiğini görüyoruz.
KDP ve YNK liderleri, Ankara’yı ilk ziyaret ettiklerinde, PKK itidalli bir dil kullandı, onları uyardı, dikkat etmeleri, Türklerin oyununa gelmemeleri ve güvenmemeleri gerektiğini söyledi. Ancak onlar Türk devletine sarıldılar. Ankara’daki özel savaş rejimi için fırsat doğmuş, Türkiye artık Güneyli Kürtler’in hamisi olmuştu. “İyi Kürt, Kötü Kürt” politikası da böylelikle başlamıştı.
Kırmızı pasaport ile ödüllendirildiler
HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürüldüğü gün YNK lideri Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nu ziyaret ediyordu. YNK ve KDP, Ankara’da büro açmışlardı. Barzani ve Talabani, her ziyaret ettiklerinde Ankara’yı memnun edici demeçler vermeye başladılar: ”Türkiye’de demokrasi var”, ”Türkiye’deki Kürtler’in hakkını alalım yeter”, ”Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız”, ”Bağımsız Kürt devleti hayaldir”, ”PKK teröristtir”, ”PKK en az bir yıl silahları susturmalı”, ”PKK’yi Saddam destekliyor”, ”PKK’yi Kuzey Irak’tan kovacağız”, ”TC’nin tabiyetine geçmek istiyoruz” “İstanbul’u çok seviyoruz” gibi açıklamalar peşi sıra geliyordu.
Sadece Barzani üzeri değil, Türk devleti KDP’nin önde gelen bütün politikacılarıyla Silopi, Diyarbakır’da görüşmeler yapıyordu. Örneğin JİTEM elemanları ve tetikçileri Neçirvan Barzani ile görüşüyordu. (***) Bütün pazarlıklar PKK üzerineydi. Türk devleti de kendilerine kırmızı diplomatik pasaport vererek onurlandırıyordu. Türk devletiyle ilişkiler sadece bu düzeyde değildi, ilişkinin ekonomik, askeri ve istihbarat yönü de vardı. Güney Kürdistan Türk devletinin ‘gizli sömürgesi’ durumuna gelmişti. Güneyli güçler tamamen Ankara’ya bağlı hareket ediyordu. Güney’de ekonomi denen bir şey kalmamıştı. Her şey Türkiye üzerinden geliyordu. Güney’de geçerli para Türk Lirası olmuştu. Türkiye, yatırım mallarının ve fabrika ara parçalarının Güney’e geçmesine izin vermiyordu. Örneğin bir çimento fabrikasının tamiri için gerekli parçayı vermiyor, ama onları Türkiye’den çimento almaya mecbur kılıyordu. Elbise, ayakkabı, un, şeker, ilaç vb. halkın geçimi için gerekli olan her şey Türkiye’den alınıyordu.
Ekonomik ilişki ya da bağımlılığın daha da çirkin bir yüzü vardı. Güney’de ticareti ağalar ele geçirmişti. Bu tüccarlar Türk devleti ile ortak büyük vurgun vuruyorlardı. İlişkiler geliştikçe Türk istihbaratı Zaxo’dan başlayarak, Güney Kürdistan’ın her yerinde örgütleniyordu. KDP ve Türk devleti arasında düzenli askeri ve istihbarat komisyonları kurulmuştu. Düzenli toplanan bu komisyonlar sınır güvenliği ve PKK’nin Güney’den çıkarılması üzerinde çalışıyorlardı. Bu doğrultuda Duhok, Zaxo, Hewlêr, Selahaddin gibi merkezlerde Türk devleti askeri uzmanları yerleştirilmişti. Kaldı ki Türkiye’ye ajanlık yapan bazı KDP komutanları bu faaliyetlerini gizleme gereği bile duymuyorlardı.
Ankara’da toplantı üstüne toplantı
Ankara, kurulan yönetimin askeri güçlerinin donanım ve eğitimini de üzerine almıştı. Kürt hükümeti, 1991’deki büyük göç sırasında Türkiye’ye teslim edilen silahları geri istiyordu, hem de fazlasıyla. Ankara’nın planları vardı. Artık Kürdistan politikası yürümüyordu. PKK büyüyor, serhildanlar bütün Kürdistan’ı sarıyordu. Avrupa’da Kürt Özgürlük Hareketi giderek kurumsallaşıyordu. PKK’yi imha ve tasfiye etmek için hayata geçirdiği politikalar boşa çıkıyordu. PKK sadece Botan’ı ayağa kaldırmamış, Kürdistan’ın büyük şehirlerini de etkisi altına almıştı. Sürekli eylem ve serhildan vardı. Kürt sorunu devletin siyasal politikalarını çıkmaza sokuyor, ekonomide büyük yaralar açıyordu. Dış alanda da Türk devleti oldukça zorlanıyordu. Bütün ilişkilerinde karşısına Kürt sorunu çıkıyordu. İşte bu nedenlerden ötürü Türk devleti PKK’ye karşı Güney Kürdistan yönetimi ve KDP’yi çok iyi kullandı.
Türk yetkilileri, KDP’nin yanısıra petrol yataklarını topraklarında bulunduran aşiretlerin reislerini de Ankara’ya çağırıyor, toplantı yapıyordu. Türkiye, bu şekilde bölgede İran ve diğer bölgesel güçler karşısında daha güçlü konuma gelmeyi de hesaplıyordu. Türk devletinin KDP’ye verdiği ilk görev sınır boyundan PKK’yi çıkararak sınırda bir karakol zinciri kurmak şeklindeydi. Bu plan çerçevesinde sınır hattı savaş uçaklarının ve kara birliklerinin saldırı hedefi haline getirildi. Güneyli güçler bu saldırıların hedefine ulaşması için Türk ordusuyla işbirliği yaptılar.
Güney Kürdistan’da birkaç yıl içinde çok şey değişmişti. Kitleler bilinçlenmiş, PKK’nin direnişi ve mücadelesinden etkilenmişlerdi. 1991 Haziran’ında kurulan PAK (Kürdistan Özgürlük Partisi-Partiya Azadiya Kürdistan), özgürlükçü ve toplumsal bir mücadele hattı benimsemişti. KDP her ne kadar halkın içinde bulunduğu zorluklardan dolayı duruma hakim gözüküyorsa da, PKK her an kitlesel patlama yapabilecek bir alternatifti. Bundan dolayı olacak ki KDP, PAK’ı yasadışı ilan etti, yönetici, üye ve sempatizanlarını tutukladı, bazılarını komployla vurdu. Sadece PAK üyeleri değil, birçok PKK savaşçısı ve sempatizanını da aynı yolla tutukladılar. Peşmergeler içinde PKK dostu olan yrtseverleri safdışı ettiler. 1992 yazında peşmerge komutanı Sadikê Omer’in Zaxo bölgesinde öldürülmesi gibi. (****)
Şırnak katliamı ve topyekun savaş
Türkiye’de Demirel-İnönü hükümeti iktidardaydı. Bu sürecin belirgin özelliği şuydu: Bir yandan demokrasi propagandası yapılacak diğer yandan Kürt halkına karşı özel savaş şiddetlendirilecekti. Bu politikayla devlet artık JİTEM ve Genelkurmaydan ibaretti. 1992 Şırnak katliamından sonra ordu bütün devlet politikalarının tek karar ve yürütme organı haline gelmişti. 18 Ağustos 1992’de Şırnak’ta ‘PKK kenti bastı’ denilerek kent günlerce abluka altına alındı. Milliyet Gazetesi’ne göre kentte 50 kişi askerler tarafından öldürülmüştü. O dönem İnsan Hakları dernegi Siirt Şube Başkanlığını yapan ve Şırnak’ta yaşanan katliamın tanıklarıyla konuşan Evin Çiçek, ‘’Şırnak’ta 1992’de Neler Oldu?’’ 20 Aralık 2013 tarihinde Bianet sitesi için kaleme aldığı yazıda 1937-38 Dêrsim soykırımından sonra ilk kez Şırnak’ta toptan öldürme provası yapıldığına dikkat çekti.
Türk ordusu, hükümet, parlamento, basın arasında milli mutabakat kurulmuştu. Bu Kürt halkına ve PKK’ye karşı topyekün savaş sürecinin de başlangıcıydı artık. Ankara, yeni planının adını da koymuştu, topyekun savaş. Hizbul-kontra cinayetleri, aydınların katledilmesi, yasaklar, göçler, şehir ve köylerin bombalanması, legal zeminin tamamen Kürtlere kapatılması, basın ve diğer iletişim organlarında tek yanlı propaganda ve Kürt-Türk düşmanlığının körüklenmesi.
1992 Güney Savaşı’na doğru
Çekiç Güç’ün konuşlandırılması ve KDP ile ilişkilerin derinleşmesiyle birlikte, Türk devleti 1991 yılında Güney Kürdistan’a hava bombardımanını yoğunlaştırmıştı. 6 Mayıs 1992’de Behdinan alanına büyük bir kara harekatı başlattı. Kara harekatının ardından, 8 Haziran 1992’de Hoşyar Zebari ve Talabani Ankara’yı ziyaret etti. Bu ziyaret sonucunda, Çekiç Güç’ün kalması için Meclis’in 28 Haziran’daki oturumunda uzatma kararı çıkmıştı.
27 Haziran 1992 günü PKK dostu peşmerge komutanı Sadik Omer Zaxo’da KDP tarafından katledildi. Aynı dönemde Amediye’li yurtsever önderlerden Ali Şaban ve Surçi Aşireti liderlerinden Hüseyin Axa Surçi KDP tarafından öldürülmüştü. Her 3 yurtsever önderin ortak özellikleri PKK yakınlıkları ve KDP’nin Türk devletiyle ilişkilerini teşhir etmeleriydi.
19 Mayıs 1992’de Güney Kürdistan’da parlemento seçimleri yapıldı. 28 Haziran’da ilan edilen Güney hükümetinin aldığı ilk karar, PKK’ye karşı savaş açma kararı oldu.
17 Ağustos 1992’de esir aldığı PKK gerillası Salman Alagöz’ü, para karşılığında Türk ordusuna teslim etmişti KDP. Benzer örnekler giderek çoğalıyordu. Hewlêr’de, Zaxo’da gözaltına alınan yurtsever ve kadrolara ajanlık dayatmaları yapılıyor, kabul etmeyenler ölümle tehdit ediliyordu. PKK durdurulamadı, kitleler sindirilemedi.
1992 yılı kapatılıyor, kış yaklaşıyordu. PKK’nin mücadelesi durdurulamamıştı. Türk devleti mutlaka sonuç almak istiyordu. Bu onun son kozuydu. Eğer beceremezse artık PKK’yi imha edemeyeceğini kesin kabul etmesi gerekecekti. Çünkü savaşın siyasal ve ekonomik yükü onu boğma noktasına getiriyordu. Ankara, Kürdü Kürde kırdırtacaktı. Güneyli güçler, YNK ve KDP önderlikleri buna uygundular. İpleri tamamen Türkiye’nin eline geçmişti. PKK gerillaları Behdinan-Bradost sınır boyunda kuşatılacak, imha edilecekti. Kuşatma sürecinde belki aylar süren bir çatışma içinde tutulacak, gerilla imha edilecek, eğer bu plan tutarsa, alternatif Kürt politikacılar devreye sokulacak, Kürt sorununun PKK yöntemiyle çözülemeyeceği benimsetilmeye çalışılacak, Güney Kürtleri üzerinde sağlanan etkinlikle petrol yataklarından pay alınacak. JİTEM cinayetleri, köylerin boşaltılması, HEP’in kapatılması sürecinin başlatılması artık Türk devletinin son gayretleriydi.
KDP sınırdaki köyleri boşalttı
Güney’e aşırı şekilde Türk subay ve istihbarat elemanları yerleştirildi. Çekiç Güç subayları saldırının planlaması içinde yer alıyorlardı. Washington’a giden Talabani ve Barzani talimatla dönmüşlerdi. Ancak saldırıya bir gerekçe lazımdı. PKK’nin bölgelerinden çıkmalarını istiyorlardı. Neden bölgeleri oluyordu? Burası Kürdistan’dı. Üstelik YNK ve KDP bölgeyi terkettikleri halde PKK, tam 1982 yılından itibaren direnerek burada kalmış, burayı Kürdistan’ın beşiği haline getirmişti. Saldırıya bir başka gerekçe de gerillanın sınır köyleri üzerinde baskı kurduğu iddiasıydı ki, bu iddia tümüyle yalandı. PKK sınırda halkla bütünleşmişti. Sınırdaki köyleri Türk devletinin isteğiyle boşaltan KDP olmuştu. KDP iddiasının arkasında Türkiye için sınırda PKK’ye karşı karakolları oluşturma isteği ve planı yatıyordu.
Tam da saldırının başladığı gün Güney Kürt hükümeti, federasyon ilan etti. PKK, federasyona karşı değildi. Ama nasıl bir federasyon olması gerektiği konusunda görüşleri vardı. Ankara federasyonu tanımamıştı, sadece onlar değil, ABD de tanımamıştı. Ancak KDP’den PKK’nin işinin bitirilmesini istiyorlardı. Saldırı başlatılmadan önce Türk Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, Botan ve Hakkari’ye gittiler. Eşref Bitlis kışa varmadan PKK’nin Şemdinli, Şırnak, Uludere, Çukurca gibi merkezlere saldıracağını söyledi. Bu açıklamanın amacı belliydi. Güneyli güçleri PKK’ye saldıracak, gerilla Kuzeye geçmeye çalışacak, sayıları fazla olan güçlerini barındırmak için zorunlu büyük askeri birliklere saldırmak zorunda kalacaktı. Tabii bunu bilen ve hazır bekleyen Türk ordu birliklerinin PKK’nin işini bitirmesi büyük sorun olmayacaktı. Plan aynen buydu. Bizzat Güneyli güçler, Eşref Bitlis’le görüşmüş, saldırıyı ortak planlamışlardı. Saldırının kışa yakın başlatılması ve PKK’nin ulusal meclis, ulusal hükümet kurma aşamasına denk gelmesi tesadüf değildi.
İran KDP’sini Barzani tasfiye etti
Dr. Abdurrahman Qasimlo ve Dr. Mihemed Sadiq Şerefkendî gibi önderlerinin öldürülmelerinden sonra İKDP artık Doğu Kürdistan’da kalamayacak kadar zayıflamışlardı. İKDP, Doğu Kürdistan’a sınır bölgeleri olan Zelê, Kalatuka, Suredê, Kani Cengê, Bolê köyü çevresindeki bölgelere çekildi. Artık İran’a yönelik saldırılarını bu bölgelerden gerçekleştirir. İKDP’nin saldırıları üzerine İran, Bağdat ve Güneyli güçlerle İKDP’nin saldırıları engellemesi için bir anlaşma yapar. Bu anlaşma İKDP için sonun başlangıcı olur.
Bu anlaşmaya göre İKDP yöneticilerine Güney Kürdistan’ın sınır boylarından daha içerde olan alanlara çekilmesi istenir. İKDP ilk başta bu karara uymayacağını açıklar. Ancak KDP ve YNK, İKDP’ye ‘gerekirse savaşırız’ mesajı verir. İKDP boyun eğmek zorunda kalır. Önce Süleymaniye ve Ranya dolaylarında kendilerine hazırlanan kamplara aktarılırlar.
İKDP ağır örgütsel sorunları yaşadığı bir dönemdi. Bölünmeler, parçalanmalar başlar. Bir kısım peşmerge Avrupa yollarına düşerek mültecileşmeyi tercih eder. Güney’de kalan peşmergeler ise yaşamlarını sürdürmek için inşaat işçiliğinden, hamallığa kadar çeşitli işlerde çalışırlar. Bu işlerde çalışarak kazandıkları para ile geçimlerini sürdürmek için yetmeyince sınır kaçakçılığına başlarlar. Özetle Doğu Kürdistan’da köklü bir direnişi olan İKDP, KDP ve YNK tarafından İranla yapılan anlaşmalar sonucu tasfiye edilir.
1991’de MİT Güney’e yerleşti
1988’de son bulan sınır ötesi işgal girişimleri 1991’de kaldığı yerden devam eder. Nisan 1991’de Türk Komando Birliği 5. kez Güney Kürdistan’a girer.. Türkiye, 5-21 Ağustos 1991 tarihleri arasında helikopter ve savaş uçakları eşliğinde Güney Kürdistan’da gerillaların bulunduğu alanlara saldırır.
Türk ordusunun ‘süpürge’ adı verdiği operasyon sırasında PKK gerillaları Durji bölgesinde Türk ordusuyla çatışmalara girer. Çatışmalar 15 gün sürer.
Türk ordusu 1991 sonbarı boyunca pek çok kez Güney Kürdistan’a girip çıktı. Ağustos operasyonunu 11 Ekim ve 25 Ekim 1991 tarihlerinde düzenlenen iki operasyon izledi. Operasyonları KDP ve YNK de destek verdi. Operasyondan sonra Dohuk, Zaxo, Hewler ve Selahaddin’de Türk güvenlik ve istihbarat örgütleri yerleştirildi.
Türk ordusu 1992 ilkbaharında Güney’e 8. kez saldırı düzenler. 25 Mart’ta savaş uçakları ikinci kez Güney Kürdistan’ı bombalar. 6 Mayıs 1992’te TSK bir kez daha kara operasyonu düzenler.
Yeni Özgür Politika/İsmet KAYHAN
Yarın: 1 Ekim 1992’de saldırı başladı