HABER MERKEZİ –
Evet baharın güzelliği ile gün be gün açılıp serpiliyorum. Yaşam o kadar güzel ki bundandır rengarenk çiçeklerin etrafımıza doluşması. Zap nehri ise taşmış bir defa gürül gürül resm-i reş. Ülkeme, yıllardır özlemiyle yüklü olduğum ülkeme geçişte ilk konakladığım yer Zap… Ülkeme hasret kalmanın verdiği burukluk ve ülkeme dönmenin sevinci ile Zap’ta tanıştım. Ve maalesef ki, toprağıma kavuşmanın tepkisi olsa gerek, iki ay hasta gezdim buralarda. İlk kez Zap’ta bir gün önce gördüğüm yoldaşların, ertesi gün şahadetini duymam beni ve tüm yoldaşlarımı oldukça etkiledi. Düşman operasyonu ve bombardımanlarının altında koştum. Düşmana sıkılan kurşunları dinledim Zap’ta. Parti Merkez Karargahını gördüm, bir sürü arkadaşla tanıştım. Zap’ın sıcak Eylül günlerinde, karlı, yağmurlu zirvelerini gördüm. Masmavi Zap kadar, çamurlu rengi ile coşan Zap’ı da gördüm. Zap esir ve kirli, özgürlüğü yakın; yağmur kesilince özgürlüğüne kavuşacak. Ceviz ağaçları ile dolu olan Dola Şive’ye geçtim. Yeşil suyundan bir avuç alıp içtim. Cudi tepesinin labirentlerini andıran kayalıklardan biraz yürüdükten sonra da kayboldum. Amediye boğazından Bahar Tepesine, Deralok boğazından Kuro Jahro zirvesine, Dola Şivê’den Çiyayê Reş’e kadar Zap şimdi bir garnizon gerilla mekanı. Doğa saf ve temiz. Onu kirleten, insanın çirkinliği. Tıpkı gökyüzünde uçuşan kuşlar ve aynı anda alanı bombalayan jetlerin benzerliği gibi. Biri güzellik, özgürlük simgesi; diğeri ise ölüm aracı, bomba aracı. Tam bunları düşünürken bir yerlerden hış hış sesleri geliyor ve dikkatim oraya kayıyor. Sincap, kuru ağaç yaprakları ve dallardan atlarken sesler çıkarıyor. Oynaşıyor, aranıyor galiba bu mevsimde ceviz arıyor. Biraz etrafımızdan dolandıktan sonra zıplayıp gözden kayboluyor.
Sonbahar mevsiminin kendine özgü doğal güzelliği Gare’de bir başka… Renk cümbüşü ancak fotoğraflarla, daha doğrusu gezilerek anlaşılabilir. Yürürken ayaklar altında çıtırdayan yapraklar; kırmızı, sarı, yeşillin tonunu alan coğrafya bir harika… çocukluğumu yaşadım Gare’de. En yüksek noktası ve muhaberecimizin kaldığı tepeye çıkıp, tüm araziyi seyre daldım. Çarçella, Kuro Jahro dağlarını gördüm. Gare’den Zap’ı izledim, Metina’yı gözlemledim ve Metina’ya geçtim. Araba yolculuğu benim için bir eziyet de olsa, zirveye çıkıp Cudi, Qela Meme’yi, Zaxo’yu ve Dicle nehrini hayranlıkla, buruklukla izledim. Parçalanmış ülkemizin üçgeninde Suriye, Irak ve Türkiye sınırlarına baktım. Dicle olmuş Irak, Suriye sınırı… Cudi ve etekleri olmuş Türkiye ve Irak sınırı. Dicle nehrini takip etsem Amed’e varırım. Cudi’ye çıkarsam özgürlüğü daha da derinden hissederim. Burada kendimi Parti Önderliğine çok yakın hissediyorum. Sanki adım atsam Önderliğe ulaşacağım. İlginçtir, coğrafya insanı yakınlaştırıyor. Ama şimdi değil hak ettiğimde, kesin yine Parti Önderliğini göreceğim.
Sıraç Bilgin Metina’ya gidiyor. Abbas ve Bahoz arkadaşlar bizi karşılıyor. Oturdukları yerde bir minder var, hayret gerilla ve minder… Abbas arkadaş minder tarafını işaret edip, orada oturmayın, şu tarafta oturun diyor gülümseyerek. Derken Sıraç Bilgin geliyor daha tokalaşırken,
-Abbas arkadaşı, tanıyor musun?
Sorusuna karşılık Sıraç Bilgin Türkçe soruyor ve ben Çewlik’liyim, Zazaca cevap veriyorum.
-Hangi köy?
-Ziver köyündenim.
-Kimin kızısın?
-Talip’in kızıyım.
Ve elini uzatıp saçlarımı karıştırıyor, arkadaşların yanında utanıyorum. Derken Zazaca konuşmaya devam ediyoruz. Kendisi Türkçe deyip düzeltiyor. Ben de arkadaşlara tanıksınız bir daha Kürtçe bilmiyor demeyeceksiniz. Avesta kitabından söz ediyor, doktor Sıraç incelemiş ve bir kitap yazmış. Aveste dilinin Zazaca ile aynı olduğunu söylüyor. Bazı akrabaları soruyorum. Kısacası biraz bölgecilik yapıyoruz işte…
Gerillanın eşyaları sınırlıdır. Silah teçhizatı dışında tabi. Küçük sırt çantası, iğnesi, ipliği, kalem ve defteri, işte bütün zenginliği budur dünyaya baş kaldırmış gerillanın bütün zenginliği. Bunların dışında tabi en önemlisi de yanında taşıdıklarının derin anılar taşıması. Oldu mu? Daha ne olsun ki. Bir de seni dünden bugüne getirip, yarına taşıyan fotoğrafların olmazsa olmaz tabi. Her gerilla silahıyla çekilmiş, bir fotoğrafının olmasını arzular. Ya da her an ayırabileceği, ne zaman şehit düşeceği belli olmayan yoldaşı ile anı fotoğrafı olsun ister. Fotoğraf gerillada kuşaklara kalan bilinmez görüntüdür. Bu nedenledir ki çekilen her pozda koşacağı gibi çok iyi çektiğini iddia eder. Çekilmek kadar, çekmekte bir tutkudur ve özlem onu sevdiklerine ulaştırmaktır. Yanımda sürekli taşıdığım fotoğraflarım var. Bunlar 15 Aralık 1994’ten bu yana, yani parti merkez okuluna gittiğimden beri çektiğim fotoğraflarım veya yoldaşlarımın fotoğrafları. Diğer fotoğraflarımın bir kısmı evde bir kısmı da Avrupa arşivinde. Ve makinem, basit, otomatik makine. Zap’ta bir arkadaş hediye etmişti. Anlamı çok büyük bende, her şeye değer. Yani maneviyatı ve ona yüklediğim anlam çok büyük. Ben her karede sadece yoldaşlarımın suretini tarihe bırakmıyorum. Onların yüreklerinde gizli olan ve yüzlerinde yansıma bulan bir evreni kadrajıma sığdırarak tarihe bırakıyorum.
Zeynep Agır (Gurbetelli Ersöz)
Yüzüm dirilişe,
Yüzüm kalemimin yarım kalmışlığına inat
Adım adım mabetleştirmişken kendini dağlara
Yokluğun barut kokunda
Yokluğun sessizliğimde
Ey Kürdistan’ım
Susamışken sensiz yaşamaya
Bir dönüşte, bin ahlara, bin yoldaşlara
Ve susamışlığa inat bir daha sevmek, bir daha ahlara
Yürüdüğüm her patikada susamak için sana
Yüzüne düşen gülüşlerle yaşamak ve yaşatmak
Yokluğun yaşamak ve yaşatmak içinmiş meğer
Nasıl gidilir sorusuna yanıtmış, meğerse yokluğun
Bir yanın uçurumlar kadar keskinken
Öte yanın ise çılgınca öfkesini savurmuş dağ çığlıkları
Korkarken gözündeki ateşlenmiş közlerden
Nasıl gidileceğini öğrettin sen.
Şehit Rênas Amara/PAJK Online